Yazımız ve abecemiz [alfabe] gibi konularda ıslah gerektiği ilk defa 1839 yılında, Tanzimat Fermanı’nda dillendirilmiştir. Fermanın öğretim ile ilgili bölümünde anlatılıdğına göre; İstanbul’da ve taşrada açılan okullarda iyi yetişen öğrenci sayısı azdır. Bu niteliksiz eğitimin başlıca nedeni ise öğretim yöntemlerinin yetersizliğidir. Çocuklar öğretime mahalle mektebinde başlamaktadırlar ve altı yedi yıl Arap harflerini öğrenmeye çalıştıkları halde, harekesiz bir mektubu doğru dürüst okuyamamaktadırlar. Üstelik mahalle mekteplerinde öğretmenler de çok iyi okuma-yazma bilmemektedirler. Öğrenciler eğitimlerinin ilerleyen yıllarında anlayamadan ve kavrayamadan Arapça dil bilgisi öğrenmeye başlarlar. Bu şartlar altında ancak yetenekli öğrenciler zamanla kendi lisanlarının dil bilgisi yapısını Arapçaya uygulayarak Osmanlı Türkçesini okuyup yazmayı başarabilirler. Çoğu öğrenci ise iki satırlık bir tezkereyi doğru yazmakta bile zorluk çeker ve hatta kendi dilinin abecesini ve dil bilgisini bilmediğinden Türkçe sözcükleri bile farklı farklı biçimlerde ve genellikle de yanlış yazar.
Fermanda mevcut durum bu şekilde tespit edildikten sonra diğer dillerin öğretim yöntemleri kısaca ve övgüyle değerlendirilerek; Osmanlı Türkçesine uygun bir abece düzenlenmesi, dil bilgisiyle ilgili kitaplar hazırlanması, mahalle mekteplerindeki ve diğer okullardaki öğretim yöntemlerinin değiştirilmesi önerilmiştir. Daha açık bir ifadeyle, okullarda Osmanlı Türkçesini Arapça yoluyla öğrenmek yerine Türkçeyi yazım ve dil yönünden iyice kavradıktan sonra Arapçaya geçmenin daha faydalı olacağı ve Arap abecesinin Türkçeyi okuyup yazmakla ilgili yetersizliği vurgulanmıştır.
Tanzimat döneminde abece sorunu genel eğitim sorununun bir parçası şeklinde ele alınmış ve eğitim-öğretimi kolaylaştırmak için yazının düzeltilmesinin ya da değiştirilmesinin gerekliliği vurgulanmıştır.¹ Anlaşılacağı üzere lisan ve abece davamız ilk defa Harf İnkılâbı’ndan 89 yıl önce Tanzimat Fermanı’nda dile getirilmiş ve ferman, 1839 yılından önceki sorunları ele almanın yanı sıra yeni görüşleri de tartışmaya açmıştır.
Tanzimat Fermanı’ndan sonra Islahat Fermanı’nda da değinilen konu, şu şekilde ele alınmıştır: Osmanlı tebaasında bulunanlar devlet mekteplerinin talimatnamelerinde gerek yaş gerek imtihan yönünden tespit edilen şartları yerine getirdikleri takdirde tamamı hiçbir fark gözetilmeksizin askeri ve mülki yüksekokullara kabul edilecektir. Ayrıca her bir cemaat; maarif, sanat ve sanayiye dair kendi mekteplerini açmaya mezun olacaktır. Ancak bu gibi umumi mekteplerin tedris usulleri ve muallim tayinleri azaları padişah tarafından seçilecek karma bir maarif meclisinin nezaret ve teftişi altında bulunacaktır.
Gayrimüslim azınlıklara kendi okullarını kurma ve eğitimde bağımsızlık gibi birtakım haklar tanıyan bu fermanın, konumuz açısından önemi bahsi geçen okullarda eğitimin Latin abecesi ile verilecek olmasıdır. Bir başka deyişle Islahat Fermanı, ülke içinde gayrimüslimler arasında da olsa, Latin harflerini bilen ve onunla okuyup yazan kişilerin sayısının artmasını ve Latin harflerinin kullanımının yaygınlaşmasını sağlamıştır. Böylece ferman dolaylı yoldan Latin abecesinin zamanla Türkler tarafından tanınmasına vesile olmuştur.²
Tanzimat Dönemi’nde dil ile ilgili yaşanan değişimler en başta çağcıllaşma [modernleşme] sürecindeki Osmanlı devlet işleyişinde göze çarpmaktadır. Hükümet merkezindeki yazıhanelerde ve vilayetlerde memur ihtiyacı önceki döneme göre artmaya başlamış ve bu memurların geleneksel dönemdeki memurlar gibi hattat olmaları veya edebi bir lisan ile ferman ve beratlar kaleme almaları yerine hukuk ve batı dilleri bilmeleri tercih edilir duruma gelmiştir. Ayrıca bahsi geçen yeni memurlar Tanzimat Dönemi’nde devlet yazışmalarının sadeleşmesini sağlamışlardır.³
Tanzimat Dönemi’nde batı ile ilişkilerin farklılaşmasıyla birlikte Avrupa’ya gidip gelen ve batı dillerini öğrenen Türk aydınları ortaya çıkmıştır. Latin abecesiyle tanışan ve Latin abecesiyle yazılan bir yabancı dili üç dört ayda öğrenen Tanzimat Dönemi Türk aydınları kendi dillerini üç dört yılda öğrenebildiklerini hatırlayarak iki abece arasında ister istemez bir karşılaştırma yapmaya ve Arap abecesini sorgulamaya başlamışlardır.⁴ Türk aydınları, Avrupa dilleriyle tanıştıktan sonra, kendi dillerinde yazabilmek için öncelikle kullandıkları kelimenin Arapça, Farsça veya Türkçeden hangi dile ait olduğunu bilmeleri ve o dilin kurallarına göre yazmaları gerektiğini bu sebeple de Türkçenin yanı sıra Arapça ve Farsça da öğrenmeleri gerektiğini fark ederek işin içinde bir yanlışlık olduğunu düşünmeye başlamışlardır.
Abece ıslahı konusunda daha önceden çeşitli görüşler belirtilmekle birlikte ilk düzenli, ciddi çalışma Ahmed Cevdet Paşa tarafından gerçekleştirilmiştir. Paşa, 1851 yılında kavaid-i Osmaniye adlı bir eser yazarak, yazı ve imla konularını ele almış ve Türkçede bulunduğu halde Arap harfleriyle gösterilemeyen sesleri ifade edebilmek için çözüm yolları aramak gerektiğini belirtmiştir.⁵
Ahmed Cevdet Paşa’nın başında bulunduğu encümen-i daniş’te de bu konu üzerinde durulmuş ve çeşitli çalışmalar yapılarak bazı kararlar alınmıştır. Alınan en mühim kararlardan biri ise 1863-1864 eğitim yılında ders kitaplarında Arap yazısının harekeli kullanılması kararıdır.⁶
Tanzimat Dönemi’nde yazı ve abece konusunda çalışmalar yaparak görüşlerini ifade eden ikinci kişi Mehmed Münif Paşadır. Eğitimini önce Antep nur-ı Osmaniye Medresesi’nde daha sonra ise Kahire’de özel hocalardan aldığı derslerle sürdüren Münif Paşa Özellikle öğretmen yetiştirme meselesiyle ilgilenmiş ve ilerleyen yıllarda üç defa maarif nazırlığı görevinde bulunmuştur. Münif Paşa ayrıca Batı fikirlerini Türk okuyucularına tanıtmak maksadıyla mecmua-ı fünun adlı bir dergi çıkartmıştır. 11 Mayıs 1862 tarihinde cemiyet-i ilmiye-i osmaniye’de yaptığı bir konuşmada ise dil davamız ile ilgili görüşlerini dile getirirken; Arap harflerine yeni bir şekil vermek, Arap abecesinin ıslahı chetine gitmek ve yazılışlarıyla okunuşlarını kolaylaştırmak gerektiğini belirtmiş ayrıca bilimin Türkler arasında ilerlemesi ve yayılması için de bu değişimleri zorunlugördüğünü ifade etmiştir.⁷
“cemiyetimizin maksadının husulüne medar olacak vesailin en kavi ve en mühimini bugün size arz-ı beyan ile cümleden akdem bu husus hakkında dikkatinizi davet ederim; yani bizce müstamel olan usul-i kitabetin ıslahı ile okumak ve yazmak tarikinin mümkün mertebe teshili madde-i mu’tena behasını söylemek isterim.” diyen paşanın görüşleri şu şekilde özetlenebilir:
- Kullanılan yazı düzenini ıslah ederek okuma yazmayı kolaylaştırmak gerekmektedir.
- Yazılanların rahat okunamaması ve öğretimin rahat verilememesi ülkedeki düşük okur yazarlık oranının en önemli sebebidir.
- Avrupa’da yazı ve abece sorunları olmadığı için 7-8 yaşındaki Avrupalı çocuklar okumayı rahatlıkla öğrenebilmektedir.
- Arap abecesi basın işleri için uygun değildir ve basım işleri aksamaktadır.
- Avrupa’da 30-40 kadar baskı harfiyle basım işleri halledilebilirken Türkler basım işi için yüzün üzerinde baskı harfi kullanmak zorunda kalmaktadır.
Münif Paşa abece meselemizin çözümünü hareke veya sesli harfler kullanımında bulmuştur. Bununla birlikte Harekelerin yazılmasının da satır sorunu ortaya çıkartacağını ifade eden Münif Paşa, yazımızın esasen Avrupa’daki gibi aralarında sesli harfler ile birlikte ayrı ayrı yazılması gerektiğini ifade etmiştir. Paşa’nın bu fikirleri denenmiş fakat sadece Türkçe kelimelerde uygulanabilmiştir. Ne var ki asıl sorun Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin yazılışında ve okunuşundadır. Dolayısıyla yazı sorununa bu denemelerde de kesin bir çözüm bulunamamıştır.⁸
Münif Paşa’ya göre abece ıslahı için iki çare vardır. Birinci çözüm Arapçada gelen üç işaret ve Türkçenin ihtiyaç duyduğu sesler için icat edilecek beş yeni işaretle birlikte ayrıca tam bir noktalama yöntemi kullanarak yazma ve yazılanları bu şekilde yayımlamaktır. İkinci ve kendisinin de tercih ettiği çözüm ise, kelimelerin harflerini birbirine bağlamak yerine ayrı ayrı yazmaktır. Buna göre gerekli işaretler çizginin altına veya üstüne değil bizzat harflerin hizasına yazılacaktır.⁹
Paşa’nın sesli harf kullanılmasının gerekliliği yönündeki tutumu üç harften meydana gelen ve elif, vav, nun harfleriyle yazılan bir sözcüğün, yerine göre on, un veya ün şeklinde okunmasını, kef, vav, re, kef ile yazılan bir sözcüğün, yerine göre; kürk, kürek, körük, gevrek, görk ve görün şeklinde okunmasını engellemek içindir.¹⁰
Paşanın Tanzimat Fermanı’yla mutabakat gösteren bahsettiğimiz görüşleri, dönemin türk aydınlarının konu ile ilgilenmesini sağlamış ve harf meselesi daha çok tartışılır hale gelmiştir. Münif Paşa’nın abece sorununa yaklaşımı tahlil edildiğinde meselenin çözümü için gönlünde esasında Latin abecesi olduğu anlaşılmaktadır. Ne var ki Latin abecesi fikrini açıkça belirtmek için henüz erkendir. Nitekim 1869 yılında Terakki gazetesinde Hayrettin isimli bir yazar Latin abecesine geçilmesi gerektiğini yazmış¹¹ fakat Hayrettin’in bu yazısı Latin abecesinin desteklenmesini değil tam tersine Latin abecesi muhaliflerinin güçlenmesine sebep omuştur. Hayrettin’in yazısının kendisini, “erken öten horoz” konumuna düşürmesi ise Münif Paşa’nın tutumunu açıklar niteliktedir.
Münif Paşa’nın Latin abecesini alma isteğini Fransız düşünür ve yazar Constantin François Volney’den esinlenerek ortaya attığı da düşünülebilir. 1757-1820 yılları arasında yaşayan Fransız düşünür ve yazar Türk dilinin Arapçayla değil Latin harfleriyle yazılması gerektiğini savunmuş ve bu görüşünü bir kitabında da anlatmıştır.¹² Elbette Münif Paşa’nın kendisinden önceki görüşlerden ne kadar etkilendiğini bilmemekteyiz. Bununla birlikte Münif Paşa’nın kendinden önceki görüşlerden etkilendiğini kabul etsek bile Paşa’nın etkilendiği görüşleri geliştirdiğininaltını çizmeliyiz.
Tanzimat Dönemi’nde harflerin ıslah edilmesiyle ilgilenen bir diğer kişi ise Ahundzade’dir. 1857 yılında yayımladığı bir kitapta Arap abecesinin ıslahını öne süren¹³ Feth-ali ahundzade 1863 yılında İstanbula gelmiş icat ettiği harfleri ve Türk dünyasında imla birliğini sağlamak amacıyla yaptığı çalışmaları sadaret makamına takdim etmiştir. Ahundzade’nin hazırladığı yeni harfler Sadrazam keçecizade fuad paşa tarafından cemiyet-i ilmiye-i osmaniye’ye havale edilmiş ve cemiyetin görüş ve değerlendirmeleri istenmiştir. Cemiyet çalışmayı “huruf-ı kadimenin noktaları ilga olunup yerlerine diğer bir alamet-i muttasıla vaz’ından ve kelimatın gereği gibi telaffuz olunması için bazı harekat-ı cedide ihtiraz ile bunların milel-i ecnebiye misillü huruf sırasından tahririnden ibaret” şeklinde değerlendirdikten sonra tasdik etmiş, ancak kullanımında müşkülat bulunduğu gerekçesiyle uygulamasını mümkün görmemiştir.¹⁴
Ahundzade 1864’teki bu teşebbüsünün sonuçsuz kalmasının ardından Arap abecesini tamamen bırakarak başka bir abece ile Türkçe yazmayı denemiştir. Bahsi geçen abece bazı kaynaklarda Latin abecesi diye geçmekle birlikte esasında Kiril abecesidir. Ahundof bu yazıyla Yusufşah Tarihi’ni kaleme almış ve bu Tasarısının bir nüshasını Tahran’a bir nüshasını da İstanbul’a Sadrazam Ali paşa’ya göndermiştir. Bu yeni teşebbüsün ne şekilde değerlendirildiği bilinmemekle birlikte, bu yazının da kullanışlı bulunmadığı anlaşılmaktadır.¹⁵
Münif paşa ve ahundzade’nin görüş ve çalışmalarına bakıldığında anlaşılmaktadır ki Latin abecesinin kabulü Tanzimat Dönemi’nde dahi belli kesimlerin desteği alındığı takdirde gerçekleştirilebilecektir fakat ulemanın desteği alınamamış ayrıca ulemanın tepkisinden çekinen hükümet de abece değişimini destekleyememiş dolayısyla abece değişimi yerine ancak abece ıslahı çalışmaları yapılabilmiştir. Anlaşılan odur ki halk üzerinde etkili bir önder ile birlikte Latin abecesine geçilmesi Tanzimat Dönemi’nde de mümkündür fakat 1928 yılı beklenecektir.
1869 yılına gelindiğinde ise tartışmaların farklı bir hal aldığı görünmektedir. Zira o yıl Londrada sürgün yaşayan Genç Türkler’in yayımladığı Hürriyet gazetesinde çıkan bir makalede Türk okullarında çocuklara verilen eğitim şiddetle yerilmiştir. Makaleye göre Ermeni, Rum ve Yahudi okullarında çocuklar altı ayda okuma ve bir yılda yazmayı öğrenirlerken Müslüman çocuklar yıllarca eğitim gördükleri halde okuma-yazmayı tam olarak öğrenememektedirler ve hatta gazete bile okuyamamaktadırlar. Kusur ise eğitim düzenindedir. Bu makale ile tartışmalar alevlenmiş İran’ın İstanbul elçisi Melkum Han da tartışmalara katılarak görüşlerini dile getirmiştir.
Melkum Han, hürriyet’e gönderdiği mektupta Müslüman eğitim düzeninin eksikliğinin ve yetersizliğinin altını çizmiş ayrıca kabahati Arap abecesinde bulmuştur. Melkum Han’a göre; Arap abecesi Müslümanların Avrupa uygarlık düzeyine ulaşmasını da engellemektedir.¹⁶
Tanzimat Dönemi’nde Latin abecesinin kullanımına karşı çıkan aydınlar da vardır. Tartışmalara katılan Ebuzziya Tevfik bey Ruzname-i ceride-i havadis gazetesinde “maarifin ilerlemesi harfleri değiştirmekle değil öğretim düzenini değiştirmekle mümkün olur, keramet frankarlın harflerinde değileğitim düzenindedir. Bütün dünyayı aydınlatan bilgi ışığı bizim kullandığımız harflerden doğmuştur. Harfler değiştirilirse günümüze kadar yazılan kitapları anlayan kalmaz bin yıllık eserleri yeniden yazmak gerekir ki bu da mümkün değildir. Kuran için başka, diğer ilimler için başka harf kullanılır mı? Bu bir dili beceremeyen adama iki dil öğretmene benzer.” demiştir.¹⁷ Ebuzziya Tevfik bey’in görüşlerinde geleneğe bağlılık ve bin yıl geçmişe sahip mevcut metinlerin okunamaması kaygısı görülmektedir. Ne var ki abece tartışmasını gündeme taşıyanlar da bin yıllık metinlerin mevcut abece ile okunamamasından hatta yenilerinin de yazılamamasından şikayetçilerdir ve bu soruna bir çözüm aramaktadırlar.
Namık Kemal, İbrahim Şinasi, Ali Suavi, Feraizcizade Mehmed Şakir ve Şemseddin Sami gibi kişiler de Tanzimat Dönemi’nde yine Arap abecesinin ıslah edilmesini savunan aydınlardandır.¹⁸
Namık Kemalİslam birliği anlayışı nedeniyle abeceyi tamamen değiştirmeye karşı gelmiştir.¹⁹ Meşrutiyet Dönemi’nde Latin abecesini savunacak Abdullah Cevdet, Hüseyin Cahit, Celal Nuri ve Kılıçzade Hakkı gibi aydınlar ise tanzimat Dönemi’nde yine Arap abecesinin ıslahını savunmuşlar ve Latin abecesiyle ilgili herhangi bir şey dillendirmemişlerdir.²⁰
Netice itibariyle Tanzimat Dönemi’nde Arap abecesinin ıslah edilmesi konusu ağırlık kazanmış ve aydınlar bu konu üzerinde çeşitli fikirler üretmişlerdir. En fazla destek bulan fikirler ise Arap harflerinin ayrık yazılması ve Arap harflerinin aralarına konulacak harekeler ile sesli harflerin belirtilmesi fikirleridir. Aydınlar bu kuralların yalnızca Türkçe kökenli kelimelerde mi yoksa tüm kelimelerde mi geçerli olacağı konusunda hemfikir olamamışlar ve herkesin kendine göre uygulamaya başladığı imla kuralları zaten karışık ve rahat okunamaz yazıyı iyice karışık bir hale getirmiştir. Yazım ve matbaat konusunda ortaya çıkan bu karışıklık ileriki dönemlerde abece meselesinin daha çok tartışılmasını ve nihayet bir inkılâp yapılmasını zorunlu hale getirmiştir.
1) Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 88
2) Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 90
3) Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 62
4) Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 78
5) Dönmez, a.g.e, Ankara 2009 s. 93
6) Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 93
7) Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 94
8) Harf Devrimi’nin 50. Yılı Sempozyumu, Ankara 1981, s. 48
9) Geoffrey Lewis, Trajik Başarı Türk Dil Reformu, İstanbul 2007, s. 37
10) Harf Devrimi’nin 50. Yılı Sempozyumu, Ankara 1981, s. 47
11) Harf Devrimi’nin 50. Yılı Sempozyumu, Ankara 1981, s. 52
12) Harf Devrimi’nin 50. Yılı Sempozyumu, Ankara 1981, s. 148
13) İsa Öztürk, Harf Devrimi ve Sonuçları, İstanbul 2004, s. 15
14) Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 95
15) Harf Devrimi’nin 50. Yılı Sempozyumu, Ankara 1981, s. 54
16) Dönmez,a.g.e, Ankara 2009, s. 96
17) Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 97
18) Öztürk, a.g.e, İstanbul 2004, s. 16
19) Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 97
20) Öztürk, a.g.e, İstanbul 2004, s.