Meşrutiyet Dönemi’nde özellikle Abdülhamid dönemindeki baskının ortadan kalkması sayesinde Latin Abecesi tartışılmaya başlanmış ve böylece yazımızın düzeltilmesi için Arap Abecesinin ıslahı dışında başka bir yol daha bulunduğu dile getirilmiştir. Bu dönemde görüşler keskinleştiği ve tasarıların uygulanabilir halleri belirginleştirildiği için aydınlar arasındaki tartışmalar daha alevli bir hale gelmiştir. Dönemin nispeten özgür düşünce ortamında harf inkılâbının düşünsel temellerinin atıldığını söylemek mümkündür.
Meşrutiyet Dönemi abece tartışmaları Tanzimat Dönemi’ndeki gibi kişilerin fikirleri etrafında değil, fikir akımlarının tasarıları çevresinde şekillenmiştir. Bu nedenle Meşrutiyet Dönemi’nde olgunlaşan fikir akımlarının abece meselesine yaklaşımlarını incelemek faydalı olacaktır.
Meşrutiyet Dönemi’nde halkı yönlendiren dört temel fikir akımı; Osmanlıcılık, Türkçülük, İslamcılık ve Batıcılık fikir hareketleri ilkeleri kapsamında abece meselesine baktığımızda; bu hareketlerin Arap Abecesi hakkında tamamen farklı görüşlere sahip oldukları anlaşılmaktadır.
Osmanlıcılık fikrini benimseyen aydınlar Arap Abecesini, teşekkül ettirmeyi hedefledikleri Osmanlı milletini meydana getirecek bağdaştırıcı bir araç gibi düşünmüşlerdir. Dolayısıyla bu abecenin kullanılmaya devam edilmesi gerektiğin savunmuşlardır. Osmanlıcılar, abece değişikliğini gerekli görmedikleri için yapılan abece tartışmalarıyla ilgilenmemiş ve bu konuda ileriye fikir sürmemişlerdir. Bu aydınlar Latin Abecesinin kabulü gibi inkılâpçı bir anlayıştan da uzak durmuşlardır.¹
İslamcılık akımını benimseyenlerin abece konusuna bakışları ise İslam harfleri diye adlandırılan ve din ile arasında bir bağ kurularak bir bakıma kutsiyet atfedilen Arap harflerinin hiçbir şekilde değiştirilmemesi yönündedir. Zira İslamcılara göre Kur’an Arap harfleriyle yazıldığı için bu harflerin dinimizce özel bir yeri ve önemi vardır. Bu önemi sebebiyle de söz konusu harflerin akıbeti konusunda son derece katı bir duruş ve tavır sergilenmelidir. Arap harfleri değiştirilecek olursa Kur’an’ın doğru okunmasında ve öğrenilmesinde güçlükler çıkacaktır. Bu harflerin varlığı dinimizin doğru öğrenilmesiyle yakından ilgilidir. Bu sebeple İslamcılara göre Arap harflerinin atılması şeklindeki herhangi bir düşünce ya da faaliyetin kabul edilmesi mümkün değildir.²
İslam Birliği fikrini de savunan İslamcıların Birinci Dünya Savaşı sırasında Arapların tutumu nedeniyle hem siyaseten hem de harf konusunda ellerinin zayıfladığı ve bu nedenle bu görüşün daha sonraki dönemde cılızlaştığı unutulmamalıdır. Aslında İslamcıların fikirlerinin ne denli gerçek dışı olduğu bugün daha iyi anlaşılır durumdadır. Arap Abecesini kullanmaya devam eden Araplar arasında hâlâ bir birlik kurulamadığı gibi öteden beri aynı abeceyi kullanan Avrupa halkları arasında da bir siyasi birlik sağlanabilmiş değildir. Anlaşılan odur ki devletler arasında abece birliği teşekkül edilmesi herhangi bir uluslararası siyasi bir birlik sağlayamamaktadır.
İlkeleri gereğince milli bir abeceye sahip olmak istemeleri yani İslam öncesi Türklerin kullandıkları harflerden yana tutum sergilemeleri gereken Türkçüler abece konusunda Arap Abecesini savunmuşlar ve şöyle bir savunma yapmışlardır; Arap Abecesi Rusya’da yaşayan Türkler ile Osmanlı Türkleri arasında birleştirici bir bağdır. Rusya Türklerinin hepsi Arap yazısını kullanmaktadırlar. Dolayısıyla bütün Türkleri bir kültür dairesi içinde toplayabilmek için, Arap Abecesi vazgeçilmez bir kültür aracıdır. Hele Latin harfleri benimsenecek olursa Türkiye Türkleriyle Rusya Türkleri arasındaki bağlar zayıflayacak ve hatta kopacaktır. Bu sebeple Türkçü fikir hareketini benimseyen aydınlara göre Arap harfleri kullanılmaya devam edilmelidir.³
1911 yılında Selanik’te Ali Canip, Ömer Seyfettin ve birkaç arkadaşı genç kalemler dergisini çıkarmaya başlamıştır. Türkçülük ilkelerine önemli katkılar sağlayan bu dergi, özellikle dil işini bir milli dava şeklinde ele almıştır. Ülkenin kalem erbabına yönelttiği şu yedi soru ile ise bir bakıma aşağıda izah edilecek Türkçülerin abece ve dil konularındaki görüşlerini ortaya koymuştur. Derginin aydınlara yönelttiği sorular şunlardır;
1- Diller tabii bir tekâmüle duçar oluyorlar. Bu tabii cereyanları anlayan yenilikçilerin bu yürüyüşü kolaylaştırmaya ve çabuklaştırmaya yetkisi var mıdır?
2- Bir dil başka bir dilden kelime alır, fakat kaide de alabilir mi?
3- Osmanlıcanın; Arapça, Farsça ve Türkçeden mürekkep suni bir dil olduğuna dair Cevdet Paşa ve onu takip eden sarfçıların iddiası doğru mudur?
4- Tasfiyecilerin iddiası gibi dilimizdeki Türkçeden başka sözleri atıp bunun yerine Çağatayca’dan, Nogayca’dan, Türkmenceden kelimeler almak dillerin tabii tekabülüne muvafık mıdır? Bir dil kendi köklerinden mi yoksa kendi tasarruflarından mı müteşekkildir?
5- Konuşma dilimizde Arapça, Farsça terkipler, cemiler, edatlar kullanılmıyor. Yazı dilimizde de buna doğru bir gidiş vardır. Bu esası düstur ittihaz ederek kabul etmek tabii gelişmeye daha uygun değil midir?
6- Bu suretle neticede dilimiz sadeleşmeye gitmeyecek midir?
7- Halk tarafından kullanılan menekşe, heybe, kavga, kalabalık gibi aslına göre doğru olmayan sözlerin bu şeklini tercih etmek daha iyi değil midir?
Türkçülerin diğer eserlerinden de toplanan bilgiler ile bu fikir hareketinin yazı ve dil ile ilgili düşüncesi maddelenebilir. Buna göre;
1- Arapça ve Acemce terkip ve cemi kaideleri asla kullanılmayacak, ıstılahlarla müfred makamında kullanılan cemiler müstesna: sadrazam, ahlâf, kâinat… gibi…
2- Arapça, Acemce edatlar kullanılmayacak. Ama, şayed, yani, lakin gibi Türkçeleşmiş ve tekemmül lisanına geçmiş olanlar müstesna.
3- Arapça, Acemce kelimeler şimdilik eski imlaları muhafaza olunarak kullanılacak. Konuşurken söylediğimiz lafızlar mümkün olduğu kadar terk edilecek. Türkçede yalnız milli ve basit harf hâkim tanılacak.
4- Tekellüm lisanı, birçok Türkler tarafından anlaşılan tatlı ve latif “İstanbul Türkçesi” nazım ve nesirde güzelliğe misal ve mikyas addolunacaktır.
5- Öz Türkçesi olan kelimeler kullanılacak, şimal Türklerinin lugatlarından istifade olunacaktır.
6- İnsan isimlerinde Arapçalar ve Acemceler yerine Alp, Gökalp, Oğuz, Turgud, Ertuğrul, Gündüz gibi Türk adları tercih edilecektir.⁵
Batıcılara göre ise abecede ıslahatla uğraşmaya gerek yoktur. Tek bir çözüm vardır o da Arap harflerini atarak yerine Latin abecesini kabul etmektir. Bunun dışındaki çözüm arayışları zaman kaybıdır.⁶
Batıcılar Latin abecesi alınması gerektiği fikrini izlenceli bir hâle getirmiş ve bu gerekliliğin nedenlerini maddelemişlerdir.
1- Yazımız güç öğreniliyor.
2- İmlamız takarrür edemiyor.
3- Yabancılar harflerin kullanım güçlüğünden dolayı dilimizi öğrenmeye rağbet etmiyorlar.
4- Az çok tahsil edenlerimiz bile bir makaleyi yanlışsız okuyamıyorlar.⁷
Tanzimat Dönemi’nden itibaren eğitim ve abece konusunda doğrudan fikir belirten veya üzerinde çalışmalar yapan bazı encümen veya cemiyetler kurulmuştur. Bu toplulukların isimleri sırasıyla şu şekildedir;
1- Meclis-i umur-ı nâfıa 1838
2- Meclis-i maarif –i muvakkat 1845
3- Meclis-i maarif-i umumiye 1846
4- Encümen-i dâniş 1851
5- Cemiyet-i ilmiye-i Osmaniye 1862
6- Tercüme cemiyeti 1865
7- Meclis-i kebîr-i maarif 1869
8- İmla ve sarf encümeni 1909
9- Islah-ı huruf cemiyeti 1911
10- Islah-ı huruf encümeni 1912⁸
Bu cemiyetlerden ıslah-ı huruf cemiyeti Recaizade Mahmud’un öncülüğünde kurulmuştur. Abece ve harfler konusunda yarı resmi sayılacak çalışmalar yapmayı amaçlayan cemiyet adından da anlaşıldığı gibi abecenin bir ıslahata tabi tutulması anlayışı ve yaklaşımı içindedir. Cemiyet tarafından konuyla ilgili yayımlanan bildiride, “Arap elifbasının yazılış ve öğrenilişindeki güçlükten söz edilerek bu müşküllerin ilmi surette en önce düşünülecek bir emr-i ehem” olduğuna dikkat çekilmiştir. Diğer bir cemiyet, ıslah-ı huruf encümeni ise 1912 yılında müşir gazi Ahmed Muhtar Paşa tarafından kurulmuştur. Cemiyetin amacı abece sorununa çare bulmak ve bu kapsamda abecede bir ıslahat yapmaktır. Encümen üyeleri yapılacak ıslahatla ilgili; özellikle Türkçe kelimelerin yazımında sesli harflerin kullanılması gerektiği görüşünü savunmuşlardır. Encümenin abece sorununu tartışmak ve bir çözüm bulmak için gerçekleştirdiği en önemli faaliyetlerden biri 3 Şubat 1912 tarihinde İstanbul Üniversitesi’nde düzenlediği toplantıdır. Cemiyet bu faaliyetin sonunda yayımladığı bildiride Arap elifbasının yazılış ve öğrenilişindeki güçlükten söz ederek ıslah-ı huruf cemiyeti gibi; “bu müşküllerin de ilmi surette en önce düşünülecek bir emr-i ehem” olduğuna dikkat çekilmiştir.⁹
1) Cengiz Dönmez, Tarihi Gerekçeleriyle Harf İnkılâbı ve Kazanımları, Ankara 2009, s. 118
2) Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 123
3) Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 130
4) Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 129
5) Peyami Safa, Türk İnkılâbına Bakışlar, İstanbul 2006, s. 56
6) Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 133
7) Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 159
8) Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 174
9) Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 181