İkinci Meşrutiyet Dönemi ele alındığında harf konusundaki tartışmaları ıslahat yanlıları ve Latin Abecesi taraftarları şeklinde iki farklı topluluğun görüşleri çerçevesinde incelemek mümkündür. Bu dönemde Latin Abecesi taraftarlarının güçlendiği göz önünde bulundurulduğunda ıslahatçıların kendi fikirlerini korumanın yanı sıra karşıtlarının iddialarını da çürütmek zorunda kaldıkları anlaşılmaktadır.
Islahat yanlılarının, Latin Abecesini isteyenlerin iddialarına karşı hazırladıkları cevaplar şu şekildedir;
1- Latin harflerinin alınmasını isteyenler “Yazımız güç öğreniliyor.” iddiasını ileri sürmektedirler. Bu iddia Latin harflerinin alınması için yeterli ve geçerli bir sebep değildir ve gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü yazımız bugünkü usul ile iki üç ayda öğrenilebilmektedir. Latin harfleriyle okumak için hiç olmazsa bunun yarısı kadar bir zaman ihtiyaç vardır. Acaba çocukların bir iki ay önce okumalarıyla her zorluk hallolacak mıdır? Latin yazısına nispeten yazımızın öğrenirken yarı yarıya güç olmasına mukabil kullanırken yarısından fazla kolay olduğunu unutacak mıyız? Adeta kişilere benzeyen kelimelerimizle okuma ve yazmanın daha kolay ve iktisadi olduğu meydanda değil midir? Yazımız hızlı yazmanın [stenografi] temin ettiği kolaylığı kısmen ifa etmiyor mu? Harflerimizle bir satıra koyduğumuz bir cümleyi Latin harfleriyle en aşağı iki satıra yazmak ihtiyacında değil miyiz?
2- Latin abecesini savunanlar imlamız bir türlü yerleşemiyor görüşünü ileri sürmektedirler. Bununla ilgili cevabımız şudur: İmlamızın yerleşememesinde harflerimizin kabahati nedir? İlmi bir encümen başka yerlerde olduğu gibi bir şekil tespit etti mi? Her ses için bir şekil tayin olunarak okul kitaplarından itibaren neşriyatta bir imla ittihaz edilirse, imladan dolayı harflerimizin değişmesine ihtiyaç kalır mı?
3- Latin harflerinden yana olanlar abecemizi değiştirmemiz için bir başka gerekçe olarak yabancılar harflerin güçlüğünden dolayı dilimizi öğrenmeye rağbet etmiyorlar görüşünü ortaya atmışlardır. Yabancılar mecbur olur veya alaka duyarsa Mısır’da ve Suriye’de Arapça öğrendikleri gibi Arapçadan daha kolay dilimizi de öğrenmeyecekler midir? Dünyanın belki yarısı ya mecbur veya alakadar olduğu için yazısı ve imlası bizimkinden çok güç İngilizceyi nasıl öğreniyor? Acaba Arnavutların Latin harflerini kabul etmeleri üzerine kaç yabancı Arnavutça öğrenme ihtiyacı duymuştur?
4- Latin abecesini isteyenlerin dile getirdikleri bir diğer gerekçe “Az çok tahsil edenlerimiz bile bir makaleyi yanlışsız okuyamıyor.” şeklindedir. Bugün bir makalede bilmedikleri kelimeleri yanlış okuyan tahsilli adamlarımız kelimeleri Latin harfleriyle yazıldığı için doğru okusalardı o bilmedikleri kelimelerden ne anlayacaklardı? Yazı diliyle konuşma dilinin, halk edebiyatıyla divan edebiyatının arasında hâlen dolmayan uçurumu Latin harfleri doldurabilecek midir? Kullandığımız bütün kelimeler tayin ve tespit edilmedikçe bunların şimdiki yazımızla veya Latin harfleriyle yazılmasında bir fark var mıdır?¹
Yazılanlar incelendiğinde ıslahat yanlılarının aslında açık ve kesin çözümler üretmek yerine günü kurtaracak yollar aradıkları fark edilmektedir.
Tanzimat Dönemi görüşleriyle benzerlik gösteren ıslahatçıların görüşleri esasında ortak bir karara bağlanabilmiş de değildir. Bu niteliğiyle Latin Abecesi taraftarlarına muhalefet etme maksadıyla düzensiz, örgütlenememiş bir hareket şeklinde adlandırabileceğimiz ıslahatçılar kendi aralarında da farklı farklı görüşler çevresinde toplanmışlardır. Islahatçılar öncelikle “Islahat imlada yapılmalıdır.” diyenler ve “Islahat harflerde yapılmalıdır.” diyenler şeklinde iki ana öbeğe ayrılmışlardır.
İmla konusunda ıslah isteyenler ise yine kendi aralarında iki farklı görüş etrafında toplanmışlardır. Birinci kısım tüm kelimeleri kurallara bağlamak gerektiğini savunmuşken ikinci kısım ise sadece Türkçe kelimelerde ıslah yapmak gerektiğini savunmuş ve Arapça-Farsça kelimelerin kendi hâlinde yazılması gerektiğini belirtmiştir. Abecede sadece imla yani yazımın yeniden düzenlenmesiyle ıslahat yapılmalı ve bu bazı harflere şekiller ekleyerek ya da harekeyle sesli harfleri belirtmek veya sesli harflerin sayılarını arttırmak şeklinde olmalıdır görüşünü benimseyenlerin önde gelenleri arasında Servet-i Fünûn yazarlarından İsmail Subhi Bey yer almıştır.²
Islahatı bazı harflere değişik işaretler eklemek suretiyle veya mevcut harekeyle yapılması gerektiği, yani yazıda çok köklü bir ıslaha lüzum bulunmadığı görüşünü savunan bir diğer isim ise dar’ül muallimin öğretmenlerinden Ali Nusret Bey’dir. Ali Nusret Bey, imladaki zorlukların giderilmesi için harekelerin yeterli olduğunu ve harekenin kendi başına bir çözüm olduğunu iddia etmiştir. Ahmet Hikmet Bey ile Celal Esat Bey de ıslah konusunda benzer düşünceleri savunmuşlardır.³
Yazım şeklindeki değişiklik ile bir ıslah yapılmalıdır yani Arap harfleri Latin harflerindeki gibi ayrı yazılmalıdır iddiasında bulunanlar ise harflerin bitişik yazılmasının zor olduğunu ve bu nedenle karışıklıklar ortaya çıktığını ileri sürmüşlerdir. Önderliğini Milaslı İsmail Hakkı Bey’in yaptığı bu toplulukta Cihangirli Şinasi, eğitimci İsmail Hakkı Baltacıoğlu ve doktor[!] Necmettin Arif gibi aydınlar yer almışlardır.⁴
İsmail Hakkı Bey’e göre Arapçanın kendine has yapısı sebebiyle bu harflerin bitişik yazılmasından kaynaklanan ve aslında Türkçeye uymayan mevcut yazı tarzımız yüzünden, yazı ve imlada ortaya çıkan birçok sorun harflerin ayrı yazılmasıyla giderilecek ve yazma, okuma daha kolaylaşacaktır. Böylelikle mevcut yanlışlıkların da önüne geçilecektir. Bu görüşün bir başka savunucusu Cihangirli Şinasi Bey ise harflerin ayrı yazılmasıyla yazımızın daha kolay bir hâle geleceğini vurgulamıştır.⁵
Meşrutiyet Dönemi Abece Tartışmalarına Genel Bakış
1910 yılında Mehmed adında bir Arnavut, Arnavutluk’ta Latin Abecesinin kullanılmasını istemiş fakat dönemin şeyhülislamı Kur’an Arap Abecesi dışında bir abece ile yazılamaz bu nedenle Müslüman bir halkın yaşadığı bölgede Latin Abecesi kullanılamaz şeklinde bir fetva vermiştir.⁶ İkinci Meşrutiyet Dönemi’nin başlarında yaşanan bu olay devletin harf konusundaki tutumunu yansıtması açısından önemlidir. Bununla birlikte devlet kısa bir süre içinde harf konusundaki tutumunu değiştirecektir. Öncelikle Osmanlı topraklarındaki gayrimüslimlerin Latin Abecesiyle yazmalarına izin veren devlet daha sonra bazı karışıklıkların önüne geçmek için devlet yazışmalarında da Latin Abecesinin kullanımına izin vermiştir.⁷
Her ne kadar abece konusunda birbirinden farklı görüşler bulunsa da dönem aydınları genelde harflerin ayrı yazılması konusunda hemen hemen hem fikirdir. Harflerin ayrı yazılması okumada kolaylık sağlayacağı gibi dizgi işlerinde de kolaylık getirecektir.⁸ Bu kolaylıkların kavranılmasıyla Arap Harfleri’nin ayrı yazılmasının ve hatta harflerin tek biçimde kullanılmasının zamanla devlet tarafından da desteklendiği görülmüştür.
Nitekim devletin en yetkililerinden Enver Paşa’nın ürettiği abece de ayrı yazılan Arap Harfleri’nden türetilmiştir. Huruf-u munfasıla, hatt-ı cedid, Enver Paşa yazısı veya ordu elifbası diye adlandırılan bu yazıda harfler diğer harfler ile bağlandıklarında aldıkları şekillerle değil kelime sonlarındaki hâlleriyle yazılmışlardır.⁹ 1913 yılından 1917 yılına kadar ordu yazışmalarında kullanılan bu abece için Enver Paşa bir elifba da yazmıştır. Ne var ki kullanımı kolay olmayan Enver Paşa Abecesi çözüm yerine yeni sıkıntılar meydana getirdiği için kısa sürede kaldırılmıştır.¹⁰ Ordu yetkesi [otorite] içinde bile zaman kaybı getiren ve başarısızlıkla sonuçlanan¹¹ bu abece girişimi Cumhuriyet Dönemi’nde Atatürk ve çevresi için ibret verici bir örnek uygulama teşkil etmiştir.
Meşrutiyet Dönemi’ndeki Latin Abecesi algısıyla ilgili söylenmesi gereken en önemli husus ise ses bilgisi [fonetik] konusundadır. Bu dönemde dünyada hâkim dil Fransızca’dır. Dolayısıyla Latin Abecesi kullanıldığında Fransızca ses bilgisine göre yazım yapılır fikri mevcuttur. Fransız ses bilgisine uygun yazılacak Türkçe ise o günkü yazıya göre de bugünkü yazıya göre de uzun olacaktır.¹² Hacimce fazla yer kaplayacak yeni yazı bu nedenle de muhaliflerin tepkisini almıştır.
1) Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 172
2) Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 166
3) Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 167
4) Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 167
5) Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 168
6) Harf Devrimi’nin 50. Yılı Sempozyumu, Ankara 1981, s. 52
7) Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 161
8) Lewis, a.g.e, İstanbul 2007, s. 38
9) Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 169
10) Harf Devrimi’nin 50. Yılı Sempozyumu, Ankara 1981, s. 57
11) Bilal Şimşir, Türk Yazı Devrimi, Ankara 2008, s. 54
12) Lewis, a.g.e, İstanbul 2007, s. 42