Cumhuriyet ilan edilmeden bir süre önce İzmir’de toplanan Milli İktisat Kongresi’nde[!] 21 Şubat 1923 tarihinde işçi murahhaslardan [delege] İzmirli Nazmi ve iki arkadaşı Latin harflerinin kabulü için karar alınmak üzere bir önerge verdiler. Bununla birlikte kongre başkanı Kazım Karabekir önergeyi okutmadı ve hatta basına bir demeç vererek bu konudaki muhalif düşüncelerini açıkladı.[1] Kazım Karabekir Paşa’nın görüşlerini ifade ederken, Latin abecesini kabul etmekle birlikte Avrupa’nın eline bir silah vermiş oluruz, dediği bilinmektedir.[2] Paşa’nın gerçekte İngilizlerin “Türkler Hristiyan oldu” yaymacası [propaganda] yapmasından çekinip çekinmediği bilinmemekle birlikte en azından bu dönemde Latin abecesine karşı olduğu kesindir.
Kazım Karabekir Paşa 5 Mart 1923 tarihli hakimiyet-i milliye gazetesinde yayımlanan “Latin harflerini kabul edemeyiz” başlıklı demecinde ise şöyle diyordu; “Bu fikir bir zamanlar Avrupa’da hercü’merci mucip oldu. Bu cereyan evvela orada başladı. Bizim İslâm hurufatımız kâfi değilmiş, binaenaleyh Latin hurufatı alınmalıymış. Orada bazı arkadaşlarımız bu fikrin mürevvici oldular. Fakat neticede bunun felaketli olduğunu anladılar ve pişman oldular. Bu fikrin müthiş bir felaket olduğunu Arnavut kavmi de pek geç anladı. Maatteessüf arz ederim ki Azerbaycanlı arkadaşlarımız da bu felakete bugün düştü. Bu hususta hususi olarak bizden de fikir soranlar oluyor. Biz bunun vahametine ve bu harflerin değiştirilmesinin bugün küre-i arz üzerinde yaşayan üç yüz elli milyon[!] ehli İslam’a ait olduğunu söyledikse de onlar anlaşılmaz bir şekl-i huruf kabulü noktasına doğru yürüdüler. Binaenaleyh bugün bir kuvvet vardır ki bu kuvvet bütün cihana karşı bu yaymacayı yapıyor. ‘Türk yazısı güçtür, okunmaz.’ Bendeniz bu meseleyle bizzat uğraştım ve Arnavutluk ihtilali içinde bulundum. Acaba bu Latince kabul edilebilir mi? Bu kabul edildiği gün memleket hercü’merce girer. Her şeyden sarfı nazar bizim kütüphanelerimizi dolduran mukaddes kitaplarımız, tarihimiz ve binlerce cilt asarımız bu lisan ile yazılmışken büsbütün başka bir şekildeki harfleri kabul ettiğimiz gün en büyük felakete uğramış oluyoruz. Sonra bizim dilimizi terennüm edecek hiçbir Latin hurufu yoktur.”[3]
Kazım Karabekir Paşa’nın yazısına karşılık Hüseyin Cahit 22 Eylül 1923 günkü resmî gazetede yayımlanan “Latin Harfleri” başlıklı yazısında şöyle demiştir; “Memleketin her tarafı derin bir cehalet karanlığı içinde midir? Memlekette okumak yazmak bilenler, dünya ve vatan işlerine alakadarlar hiç mesabesinde midir? Maatteessüf evet… Bütün Türk matbuatının bastıkları gazetelerin yekünü Avrupa’nın bir vilayet merkezindeki tek bir gazetenin aded-i tab’ına uzaktan bile yaklaşamaz. Şu mikyas bize ispat eder ki, bizde okuyup yazmak bilenler nüfus sayımıza nispetle pek azdır. Gazete bile okunmayan bir memlekette ilmi ve edebi eserlerin ne kadar rağbet göreceği pek kolay tahmin edilebilir. Bundan şüphesi olanlar kitapçılara ve muharrirlere sorabilirler. Zaten milli kütüphanemizin bomboş olması en küçük Balkan devletleri diline tercüme edilmiş âsar-ı muhalledenin bile dilimizde bulunmaması böyle bir tedkik külfetine de hacet bırakmaz…”[4] Yazılanlardan anlaşılacağı üzere Osmanlı’da 19. yüzyılda tartışılan abece meselesi Millî Mücadele Dönemi’nde bir süre konuşulmamış fakat Cumhuriyet ilan edilmeden önce tekrar tartışılmaya başlanmıştır. Üstelik bu defa tartışma konusu sadece abece değil aynı zamanda okur-yazarlık, milli kütüphaneler ve matbuattır.
İktisat Kongresi’yle birlikte tekrar başlayan tartışmalar Şükrü Saraçoğlu’nun da etkisiyle güçlenerek devam etmiştir. İzmir milletvekili Şükrü Saraçoğlu 24 Şubat 1924 günü TBMM’de maarif vekâleti bütçesi[!] görüşülürken yaptığı bir konuşmada; “Benim kanaatimce bu büyük derdin en vahim noktası harflerdir. Eğer ben Arap harfi diyecek olursam burada acaba benim fikrime tuğyan ve isyan edecek var mı? Efendiler! Bunun yegâne kabahati harflerdir. Hacımızın, hocamızın, amirimizin, memurumuzun gayretine yıllardan, asırlardan beri yapılan bunca fedakârlıklara rağmen halkımızın ancak %2 veya 3’ü okumuştur. Arap harfleri Türk lisanını yazmaya müsait değildir.” diyerek Latin harflerini savunmuş böylelikle konu meclise kadar taşınmıştır.[5]
Böylece mecliste de gündeme gelen harf meselesi kamuoyunda fazlasıyla yer almaya başlamıştır. Meclisteki konuşmaya karşılık Hüseyin cahit Yalçın, Tanin Gazetesi’nde “Dünkü telgrafla, [!] millet meclisi kürsüsünden İzmir mebus-u muhteremi Saraçoğlu Şükrü Bey’in son derece mühim beyanatı hakkında bize muhtasar malumat getirdiler. Bu Türkçenin Latin harfleriyle yazılması meselesidir. Bilatereddüt, gayet kuvvetli bir kanaatle söyleriz ki bu bizim için bir necat yolu olacaktır. Türk milleti ancak şu asır dilde cehaleti atmakla, yirminci asır medeniyet ve ululumunu almak öğrenmekle kendini kurtarabilir. Maarifi en kolay en çabuk surette neşir ve tamim etmenin yegâne çaresi Latin harflerini kabul etmekten ibarettir.” Görüşünü dile getirmiştir.[6]
Gelişmeler üzerine Latin abecesi karşıtları da basın yoluyla düşüncelerini halk ile paylaşmışlardır. İkdam Gazetesi’nde Mehmed Ali Tevfik Bey ve Resimli Gazete’de İbrahim Alaeddin Gövsa Latin abecesi karşıtı makaleler yazmışlar ayrıca muhalif gazetelerden Tevhid-i Efkar ve Akşam Gazetesi ile Akbaba Dergisi’nde muhalif yazılar yer almıştır.[7]
Yurtta bu gelişmeler yaşanırken yurt dışında ise inkılâba farklı açıdan bakmamızı sağlayacak bir olay yaşanmıştır. Berlin’de bulunan Türk öğrenciler Bekir Sıtkı Bey’in önderliğinde 26 Mart 1924’te Latin harflerinin kabulünü isteyen “Yeni Yazı Birliği”ni kurmuşlar, fikirlerini yaymak için de “Yeni Yazı” adında bir dergi çıkartmaya başlamışlardır. Derginin ilk sayısında Tanzimat Dönemi’nden beri dile getirilen Latin abecesinin kabulüyle birlikte; kolay okuma-yazma öğrenilecek, eğitimli insan sayısı artacak, basım işleri kolaylaşacak gibi mevzular tekrar ele alınırken, yeni bir iddia daha ileri sürülerek “dilimiz millileşecek” de denilmiştir.[8] “Dilin millileşmesi” anlayışı ulus devlet yapısının altını çizerken gelecekte dil devriminin de yapılacağına işaret etmektedir.
Millî Mücadele’nin ardından gerçekleştirilen inkılâpların toplumsal ve siyasi etkisiyle abece tartışmaları şekil değiştirmeye başlamıştır. İnkılâpların çağdaşlaşma ve batı medeniyetine yaklaşma yolunda yapılması ayrıca Atatürk’ün de harf inkılâbına olumlu yaklaşması, artık abece değişimine gidileceğini iyiden iyiye hissettirmeye başlamıştır. 26 Aralık 1925 tarihinde uluslararası saat ve takvimin kullanılmasına ilişkin kanunun ve 17 Şubat 1926 tarihinde de medeni kanunun kabul edilmesi ise Türk toplumunun batılılaşması yolunda sıranın batının yazısını da almaya geldiği kanaatini güçlendirmiştir.
Bu bağlamda maarif vekili Mustafa Necati Bey’in 22 Mart 1926 günü maarif teşkilatı hakkında kanunun TBMM’de görüşülmesi sırasında yaptığı konuşma da oldukça önemlidir. O konuşmasında; “Latin hurufu meselesi doğrudan doğruya devletin siyaseti meselesidir. Deruhte ettiğim meselenin başından sonuna kadar ihtiyacımıza mutabık olduğuna kanaat etmezsem ve onun etrafında tetkikatımı yapmazsam o meseleyi kabul etmem.” demiştir.[9] Bu konuşma harf inkılâbının devlet işi olduğunu ve devletin konuya eğileceğini göstermiştir.
Mevzunun bir devlet meselesi haline gelişi ile 1926 yılının mart ayı içerisinde abece konusu daha farklı bir boyut kazanmıştır. Akşam Gazetesi bu konuyla ilgili bir sormaca [anket] başlatmış ve ileri gelen aydınlarımıza abece değişikliğiyle ilgili görüşlerini öğrenmek maksadıyla;
1- Latin harflerini kabul etmeli miyiz?
2- Kabul edersek menfaatimiz nedir, kabul edersek zararımız ne olabilir?
3- Bu mesele etrafındaki nokta-i nazarınızı lütfeder misiniz? Şeklinde üç soru yöneltmiştir.[10]
Bu girişim kamuoyunda büyük bir tepki ile karşılaşmıştır. Bahsi geçen sormacaya on altı kişi katılmış ve katılımcılardan üçü olumlu, biri çekimser görüş bildirirken on iki katılımcı olumsuz görüşlerde bulunmuştur. Yapılan sormaca, her ne kadar tüm toplumun görüşünü yansıtır nitelikte değilse de halkın inkılâbın gerçekleştirilmesi için henüz hazır olmadığını göstermiştir.
Bu gelişmenin yanı sıra 1926 yılında konuyla ilgili görüşler yazan ünlü tarihçiler Mehmed Fuad Köprülü ve Zeki Velidi Togan Latin harflerini kabul etmenin sakıncalarına değinmişlerdir. Fuad Köprülü yazısında “Latin harflerinin kabulüne taraftar olanlar zannediyorlar ki Garb Medeniyeti’ne bu suretle daha çabuk ve daha kolay temessül edebiliriz. Hâlbuki Garb Medeniyeti’ne temessül harflerimizin tebdili ve Latin harflerinin kabulüyle kabil olamaz.” demiştir. Zeki Velidi Togan ise “Suret-i katiiyede bilmeliyiz ki, Latin hurufatının lisanımıza tatbiki imkânsız ve muzurdur.” diyerek Latin harflerine karşı son derece sert bir tutum takınmıştır.[11]
Dönemin önemli tarihçilerinin bu görüşleri henüz inkılâbın zamanının gelmediğini göstermenin yanı sıra halkın ve aydınların yeni harflere alıştırılması lüzumunu ortaya çıkartmıştır. Ayrıca anlaşılmaktadır ki halka Latin harfleriyle yazmanın zararsızlığı anlatılmalıdır. İnkılâbın daha sonraki sürecinden de anlaşılacağı gibi bundan sonra tartışmalar yerine daha ziyade ufak ufak Latin abecesi uygulamaları yapılmaya başlanmıştır.
Akşam Gazetesi’nin hazırladığı sormaca basının ikiye ayrılmasına neden olmuştur. Temelde Ahmet Cevdet’in İkdam Gazetesi ve Yunus Nadi’nin Cumhuriyet Gazetesi arasındaki ayrılık diğer basın kuruluşlarına da yavaş yavaş yayılmıştır.[12] Bu tartışmalara Celal Nuri, Falih Rıfkı ve Abdullah Cevdet gibi aydınlar da katılmışlardır. Gazetelerin yanı sıra dergilerde de aynı mevzu ortaya çıkmıştır. Ten-i Kafkasya ve Hayat dergilerinde Arap harflerinden yana yazılar yayımlanmış İçtihat Dergisi’nde ise Latin harfleri taraftarı yazılar yayımlanmıştır.[13]
Avram Galanti ile Falih Rıfkı arasında yaşanan sert tartışmalar ise dönemin en önemli atışmalarından olmuştur. Avram Galanti’nin Akşam Gazetesi’nde çıkan Arap abecesinden yana yazılarına karşı Falih Rıfkı Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nde sert karşılıklar vermiş ve Latin harflerini savunmuştur.
Devletin ve Atatürk’ün Latin abecesine geçilmesi konusunda kararlılığı anlaşıldıkça Latin abecesi taraftarları kuramsal [teorik] çalışmalarını uygulamalı [pratik] çalışmalara dökmeye başlamıştır. Bu yöndeki ilk girişim Mithat Sadullah’ın “Latin Harfleriyle Türkçe Elifba Tecrübesi’”adlı bir kitap yayımlayarak 29 Latin harfinden meydana gelen bir Türk abecesi önerisi ortaya atmasıyla gerçekleşmiştir.[14] Bu gelişmeler neticesinde inkılâbın gerçekleştirilmesi sürecine girilmiştir.
Kaynakça
- Öztürk, a.g.e, İstanbul 2004, s. 19
- Lewis, a.g.e, İstanbul 2007, s. 42
- Öztürk, a.g.e, İstanbul 2004, s. 20
- Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 203
- Şimşir, a.g.e, Ankara 2008, s. 62
- Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 204
- Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 205
- Adem Çelik, Harf İnkılâbına Giden Süreç 1923-1928, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2009, s. 51
- Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 205
- Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 206
- Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 207
- Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 207
- Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 207
- Dönmez, a.g.e, Ankara 2009, s. 208