İçinde bulunduğumuz yüzyıl gereği, hızla gelişen uygulayım bilimini [Teknoloji] yakalamaya çalışıyoruz. Tabii bu arada da uygulayım biliminin eğitime olan etkisini göz ardı etmiyor; yeni neslin, eski nesilden farklarını da gözlemliyoruz. Peki yetişen bu çocuklarımızın hayatına uygulayım bilimi ne kadar girmeli? Uygulayım bilimi eğitimlerinde ne kadar var olmalı?
-Bizim çocuk bir harika, daha iki yaşında telefonda[!] oyun açıyor!
Kabul etmek gerekir ki uygulayım biliminin hayatımızdaki yeri yadsınamaz. Çünkü birçok işimizi kolaylaştırıyor, düzenliyor ve zamandan tasarruf etmemizi sağlıyor. Hal böyle iken çocuklarımızı uygulayım biliminden ne kadar uzak tutabiliriz? Ya da uzak tutmalı mıyız? Uygulayım [teknik] bilgilerinin kol gezdiği bir ortama doğmuş çocuk için telefonda oyun uygulamasına tıklamak, tabiri caizse “çocuk oyuncağı”dır. Mükemmel bir alıcı olarak çevresini izleyen çocuklar için bilgisayarı kullanmayı öğrenmesi, renkli ve eğlenceli olduğu için de akılda tutması, görsel olarak hatırlaması gayet kolay. Sonuç olarak çocuğun daha küçük yaşlardan itibaren uygulayım bilimine hâkim olması zekasının çok iyi olduğuna dair bir işaret değildir.
Sanal dünya ile ileri yaşlarda tanışan anne-babalarının aksine çocuklar, uygulayım bilimiyle doğmuş olmalarının da verdiği bir etkiyle daha yetenekli oluyorlar. Ama bu durum denetimin çocuklarda olması gerektiği anlamına gelmiyor. Aileler çocuklarının gelişimini desteklemek için uygulayım bilimini çocuğun yaşına göre içerik ve süre bakımından denetlemeli. Denetim olmazsa çocuğun ruh sağlığı olumsuz etkilenebileceği gibi ilerleyen yaşlarda çocukta uygulayım bilimi bağımlılığı da görülebilir.
-Bizim çocuk da bilgisayar başından kalkmıyor!
Önceden “Çocuğum sokaktan eve gelmiyor!” diyen anne-babalarımız artık çocukları bilgisayar başından kalkmadığı için endişeli. Sokakların yerini bilgisayar almış durumda. Bu şartlar altında büyükler ne kadar şikayetçi olsa da çocuğa kızabilir miyiz? Hiç sanmıyorum. Çocuğun bilgisayar dışında vakit geçirebileceği bir yer artık yokken, yeni arkadaşlıklar kurabildiği, ödevlerini yapabildiği, yeni bilgiler edindiği yeni basını [sosyal medya] ortadan kaldırmak olmaz. Aynı doksanlı yıllarda çocuğa verilen oda hapsi cezasının yanlış olduğu gibi, yeni basın kullandırmama cezası da yanlış. Uzmanların bu konudaki tavrı da açık ve kesin. Yasaklar getirmek yerine, çocuk ile yapılacak iş birliğinin çözüm odaklı olduğunu söylüyorlar. Çünkü her davranış mutlaka bir amaca hizmet eder ve yasaklar çocuğu daha fazla öfkelendirebilir. Çocukların örnek aldığı ilk kişilerin anne – babaları olduğunu kabul edersek, ebeveynlerinin çocuklarına örnek olmaya çalışmalarının önemini de kabul etmek gerekir. Eğer ebeveynler de en az çocukları kadar sanal dünyada vakit geçiriyorlarsa, uyarılarının bir kıymeti kalmaz. Tabii ki uygulayım bilimi çağında çocukları uygulayım biliminden mahrum bırakmamalı. -Özellikle tek girişimlerinin orada olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda- Uygulayım biliminin olumsuz etkileri ve özel hayatın mahremiyeti de açıkça çocuk ile konuşulmalı.
Ne çok ne az, tadında uygulayım bilimi…
Hem ailede hem okulda uygulayım bilgisinin nasıl ve ne miktarda kullanıldığı kuşkusuz önemli bir sorun. Uygulayım biliminin eğitimi zenginleştiren, çocuğun kişisel gelişimi için önemli katkılarda bulunan, öğretmen-öğrenci ilişkisine güç katan konumda olması hepimizi mutlu eder diye düşünüyorum. Çocukların zihinsel ve bedensel gelişimini engellemeyecek şekilde denetimli ve sınırları belirlenmiş bir uygulayım biliminin olumlu sonuçları da olabilir. Bu durumda geriye sadece olumlu sonuçları elde edebileceğimiz ortamı hazırlamak kalıyor. En önemlisi – bence- öğretmenlerin yetkin durumda olmaları. Kuşak farkından kaynaklanan bir sorun da uygulayım bilimi konusunda öğretmenlerimizin, -kimi zaman- öğrencilerimiz olması… Aradaki bilgi farkının kapanması gerekiyor. Öğretmenler, mevcut ulaşılabilen uygulayım bilimi ürünlerini kullanma becerilerini geliştirememeleri durumunda, eğitim izlencelerinde yer alan içeriği geleneksel yollar ve araçlarla aktarmada çeşitli güçlüklerle karşılaşabilmektedirler. Bu güçlüklerin en önemlilerinden birisi öğrencilerin beklenti ve ilgileri ile yaşam alanları içinde yer alan ve bunları etkileyen uygulayım bilimi ürünlerinin etkileriyle baş etmek ya da bunları eğitim amaçlarıyla uyumlu olarak kullanabilmektir. Diğer bir husus ise bilgi kirliliği ve alık kullanım olmaması için uygulayım bilimi araçlarının öğretim ortamında neden kullanıldığının çocuklara ve gençlere iyi anlatılmasıdır. Oluşan algının aile, çocuk ve okul için aynı olması gerekir. Eğitimi, şöhret kültürünün satışı için bir ticari amaç gütmeden izlenceye dahil etmek, eğitimde çeşitlilik de sağlayacaktır.
Yeni binyılın çocukları yapay zekâ ile büyüyor.
Artık çocukların öğrenebilen makineler[!] ile öğrenmeye başladığını dile getirmiştik. Günümüzde kullandığımız ve gelişimi devam eden uygulayım bilimi ürünleriyle doğdukları andan itibaren tanışan çocuklar, bu uygulayım bilimi ürünlerini özümsemekle vakit kaybetmeden doğrudan kullanmaya başlıyorlar. Önceki nesillerin yaşadığı güvensizlik yeni nesillerde görülmezken, uygulayım bilimine uyum konusunda da yeni nesillerin çok önde olduğunu gözlemlemek mümkün.
Eğitim odağında konuşmaya devam edersek, değişen eğitim yeni nesillerin yaşadıkları dünyayı algılama şekilleri üzerinde bir görev üstleniyor. Özellikle çocukların yaşadıkları toplumu, çevreyi ve toplumsal ortamı daha iyi anlamasına yardımcı olan yapay zekâ, bilgi akışını sürdürülebilir bir yapıya taşıyarak çocukların gelişimi konusunda da katkı sağlıyor. Örneğin Günümüzde liseye[!] giden bir öğrenci için oluşturulan ödev ve sınavların amacı öğrencinin yeterliliğini tahlil ederek konu ile ilgili eksikliklerinin tamamlanmasıdır. Yapay zekâ bu süreci öğrenciye ait bilgileri değerlendirerek bir düzenleme ile oluşturabilir. Aynı zamanda öğretmen, yapılan sınavların ve ödevlerin yanlış cevaplarına her zaman hâkim olamaz. Bu durumu da yapay zekâ ile çözmek mümkün olabilir.
Ağ sayfasından ödev yapmak mı, ödevi ağ sayfasına yaptırmak mı?
Göz ardı edilemeyecek bir sorun var ki o da çocukların ağ sayfalarından ödevleri değiştirmeden aynen alması. Araştırma, inceleme, kitap karıştırma gibi yöntemler hız çağı çocukları için oldukça yavaş yöntemler olarak kalıyor. Dolayısıyla tercih de edilmiyor. Kütüphane yollarında ayakkabı eskitmek de tarih oldu dersek geriye sadece herkesin cebinde, evinde bulunan genel ağ kalıyor. Evlerde ve okullarda bilgisayar kullanımının oldukça yaygınlaştığını biliyoruz. Özellikle Uygulayım bilimi sayesinde bilgiye ulaşmak son derece kolay hale gelmiş durumda. Verilen ödev için bir iki ağ sayfasında gezdikten sonra bilgiyi hiçbir değişiklik yapmadan aynen almak, bilgiyi özümsemekten çok taşıyıcılığını yapmaya benziyor. Ağ sayfalarından, öğretmenlere taşımacılık… Kitaplardan bilgisayar ortamına oradan tekrar kağıtlara aktarılan yığınla bilgi, dolaplar dolusu kâğıtlar, belgeler… Bu süreçte insanın etken bir öğrenme öznesi olduğu söylenemez artık. Bu durumda şapkamızı masaya koyup düşünmek gerekir. Öncelikle kabul edilmesi gereken bir şey var ki eğitim sadece kurumlarla değil, hayatın kendisiyle ilgilidir. Beşikten mezara devam eden bir süreçten bahsediyoruz. Tek amacımız okuduğumuz okullardan mezun olup para kazanmak olmamalı. Bu süreci kendimize yakışır şekilde insani değerlerimizi geliştirerek tamamlamalıyız. Yani bizce mesele; yolu hızlı yürümek değil, güzel yürümektir.
Aman en iyisi evde yaptığın uygulayım bilimi, dışarıda içine ne koyuyorlar belli olmuyor…