KISIM 1
“Hazırsak” dedi ” başlayalım.”
Andres uyanır uyanmaz lavaboya koştu boğazında bir yanma hissiyle. Tuvalet[!] aynasındaki yansımasıyla göz göze geldikten birkaç saniye sonra midesindeki kasılmalara engel olamayarak korkunç bir böğürtüyle kusmaya başladı. Ters giden bir şeyler vardı. Ağzından saçılan sıvı tiksindirici derecede yoğundu. Elini ağzına götürmesiyle pis kokulu kanın ellerine bulaşması bir oldu. “Neden kan kusuyorum?” diye sordu kendi kendine şaşkınlık içinde.
Yaklaşık yarım dakika sonra mide kasılmaları kesildi. Ardında kana bulanmış bir banyo ve yamyama benzeyen bir insan bırakmıştı. Andres, sakinleşmek adına derin nefesler alıp vererek minik adımlarla lavabodan[!] yatak odasına doğru yöneldi. Neden sonra “Kanın bu kadar yoğun olması normal midir?” diye düşündü. Hemen ardından iç sesini onaylayan bir bip sesi duyuldu evin içinde. Andres korkuyla odanın içinde dolaştırdı gözlerini. ”Kim var orada?” Birkaç saniye bir cevap gelecek mi diye bekledi kımıltısız. Fakat evden çıt çıkmadı. “Gaipten sesler duyuyorum… Beynim oyun oynamış olmalı… Az önce yaşadığım sarsıntıdan dolayı olmalı… Evet… Evet, öyle olmalı…” Kendi kendine mırıldanmaya devam ederek odasından çıkıp mutfağa doğru ilerledi. Ardında kırmızı izler bırakmaktan çekinmeden duvara dayanarak yürüyordu. Mutfağa girer girmez kanlı yüzüne taze ekmek kokusu vurdu. Hışımla buzdolabını açıp eline ne geldiyse tezgahın üstüne yığdı. Az önceki sarsılmış hali geçmiş, yerini iştahı açılmış gerçek bir yamyama devretmişti. Ekmeğin arasına zeytin ve peynir sokuşturup hazırladığı leziz [!] öğünü ağzına tıktı. Bu eşsiz manzara karşısında az önceki düzeneksel [mekanik] bip sesi tekrar duyuldu. Üstelik bu sefer biplemekle kalmamış, dile de gelmişti: “Neden?” diyordu ve “Nasıl olur?” Andres yemeği öğütme işlemini aniden durdurdu ve korku içinde olduğu yere sindi. “Kim var orada?” diye bağırdı ağzındaki ekmek parçalarını püskürterek. “Elimde bıçak var! Her kimsen seni uyarıyorum!” Tehdidin hemen ardından tezgahın üstündeki ekmek bıçağını kaptı eline.
“Kurmaca’yı bitirelim.” dedi daha kalın düzeneksel bir ses.
“Ama henüz cevaba ulaşamadık İKİDO.” dedi görece daha ince düzeneksel ses.
Adının İKİDO olduğunu öğrendiğimiz kalın ses “Bitir.” diyerek kestirip attı. Emir veriyor olmasına rağmen sesinde ne bir sinir belirtisi ne de buyurgan bir tını vardı. Tüm bunlar gerçekleşiyorken biplemeleri ve sesleri duymama çabası içindeki Andres kanlı elleriyle kulaklarını olanca kuvvetiyle kapamıştı. Kafayı sıyırdığına ikna olmak üzereydi ki bir anda her yer karardı. Birkaç saniye sonra renkler geri geldiğinde kendini camdan bir dolabın içinde buldu. Dolabı dolduran yeşil sıvı içerisinde el ve ayak bileklerinden bağlanmış bir şekilde yatıyordu. Hareket etmeye çalıştığında küçük baloncuklar bedeninden saydam yeşil sıvıya karıştı ve anında yok oldu. Neredeyim, dedi içinden. Etrafında parlak boz renkli çelikten üç duvar yükseliyordu. Kapıdan ve pencereden eser yoktu. Sol tarafında ise boydan boya cam ile kaplanmış bir başka duvar vardı. Dördüncü cam duvarın arkasında hareket eden bir şeyler çarptı tutsağın gözüne. Daha iyi seçebilmek adına kafasını sola döndürmeye çalıştı fakat bu işte pek muvaffak olamadı. Kafasına bağlanan onlarca kablo[!] hareketini kısıtlıyordu. Sadece bedenen değil zihnen de önüne bir engel konmuş olacaktı ki ne bir şey düşünebiliyor ne de hatırlıyordu. Konuşmak üzere ağzını açmak istediğinde solundaki alet yanıp sönmeye başladı. Bunun üzerine tanıdık sesler ortalığı kapladı.
“Konuşmak istiyor.”
“O halde konuşmasına izin ver.” dedi kalın ses.
Andres sıvı içinde nefes alıp vermesini sağlayan ağzına takılı maskeden [!] belli belirsiz bir çıt sesi duydu ve konuşmayı tekrar denedi. “Neredeyim, siz kimsiniz?”
“Sakin ol. Bir kurmaca gerçeklikteydin. Şimdi ise gerçek dünyadasın.”
“Kurmaca gerçeklik mi!?”
“Tekrar ediyorum. Sakin olmalısın… Nabız hızın artıyor. Derin bir soluk al ve beş saniye tut. Daha sonra yavaşça ver…”
“Siz insan değilsiniz!!!” Andres şartların el verdiği ölçüde kendisiyle konuşan bu iki şeyin olduğu tarafa doğru bakabilmiş ve anında gözlerini kapamıştı, sanki görmediği şey ona zarar veremezmiş gibi.
“Pekala. Kendimizi tanıtmamıza izin ver. Ben bilgisayar hekim İKİDO. Senden sorumlu hekim zümresinin başkanıyım.” “Ben de bilgisayar hekim ŞİTİR. İKİDO’nun yardımcısıyım. Adın Andres Nadal. Sorumlu olduğumuz 7 hastadan birisin. Şu anda bir hastanedesin ve deneyimiz için denek olarak gözetim altında tutuluyorsun.”
“Deney mi? Ne deneyi?”
“Özel bir görevdesin Andres. İnsanlığın geleceği senin elinde. Üstüne düşen sorumluluğun ciddiyetini anlıyor musun?”
Andres cevap vermeden birkaç saniye bekledi. Rüyada olmalıyım, diye geçirdi içinden. Evet, bu bir rüya olmalı, rüya içinde başka bir rüya…
“Hayır Andres, rüya görmüyorsun. Anladığın üzere kafandan geçenleri okuyabiliyor ve hatta sana istediğimiz şeyi düşündürebiliyoruz. Bizimle çalışmayı kabul etmesen bile bu deneyin devam edeceğini bilmeni isterim. Sağlam ya da paslı, sizin deyiminizle güzellikle ya da zorla… “
“İKİDO”, dedi ŞİTİR. “Ona biraz bipleme vermeliyiz, yoksa bayılacak.”
“Pekala. Andres sana düşünmen için beş bipleme veriyoruz. Beşinci bipte bize bir dönüt veriyor olmalısın.”
İKİDO robotluğun getirdiği soğukkanlılıkla birkaç düğmeye basarken insanoğlu kafasını patlatacak kadar yoğun bir soru silsilesiyle boğuşuyordu. İlk bip sesi duyulur duyulmaz yeşil sıvının içini dinlendirici -Andres için bu göreceliydi- doğa sesleri doldurdu. Cam hapishanedeki adam kuş cıvıltıları ve şelale sesleri arasında düşüncelerinin okunduğunun bilincinde öylece duruyordu. Belli sorulara odaklanmaya çalıştı. Buraya nasıl getirilmişti? Buradan kurtulabilir miydi? En önemlisi de Andres kimdi? Soruları teker teker yanıtlamaya çalıştı. Fakat bütün sokaklar aynı yere açılıyordu. Bilmiyordu.
İkinci bip sesi duyuldu.
Adının Andres Nadal olduğunu öğrenmişti. Bir İspanyol olmalıydı, belki de bir Portekizli, belki bir Latin Amerikalı… Hayır, nereli olduğunu çıkaramayacaktı. Ellerini görebileceği hizaya getirmeye çalıştı. Seçebildiği kadarıyla el derisinde yaşlılık belirtisi kırışıklıklar ve benekler yoktu. En fazla kırklarımda olmalıyım, dedi. Yeşil sıvı o kadar ılıktı ki üstünde giysi olmadığını üçüncü bipin çalmasıyla fark etti. Utanç duygusu tüm bedenini kapladı, öyle ki kırmızılık yanaklarından taşıp sıvının rengini turuncu yapabilecek güçteydi. Dördüncü bipi de bu gereksiz utanmayı yenmeye çalışarak harcadı. Çok az süresi kalmıştı. Denklemdeki bilinmeyenleri bir kenara itti. Bir insanoğluydu, karşısındaki robotlara[!] karşı koyacak gücü yoktu, en azından şimdilik. Beşinci bip için beklerken içinden ağlamak geldi. Çaresizlik insanoğlunun direncini kırmıştı. Kuş cıvıltılarının kesilmesiyle birlikte zamanının dolduğunu anladı. Sesinin titremesine engel olamadan konuşmaya başladı.
“Adınız İKİDO VE ŞİTİR demiştiniz yanlış hatırlamıyorsam.” Onaylayan iki bip sesi duyuldu.
“Amacınız nedir? Dünyayı mı ele geçirdiniz yoksa…” Birkaç küçük sinir bozucu gülüşün ardından sustu.
İKİDO sözü ele aldı. “Amacımız insanlığın ilerlemesidir. Sizin iyiliğiniz için çalışmaktayız.” Ezberletilmiş gibi duran bu sözler Andres’e hiç inandırıcı gözükmedi.
“Ne düşündüğünü görüyorum Andres. Açıklamamı duyduktan sonra ikna olacaksın.
“Çağlar boyu, dünyaya hüküm süren azınlık kimseler kibirleri, aç gözlülükleri ve aşkları ile tanına gelmişlerdir. Kibirleri onları küçültmüş, aç gözlülükleri onları yiyip bitirmiş ve aşkları onların celladı olmuştur. Tüm bu duyguların özü nedir? Neden insanlar acıktığında hayvan doğalarına geri dönerler, neden bilmedikleri şeyden korkarlar? Buna benzer daha nice sorular aklına geliyordur Andres. Cevabı da düşünebiliyor musun? “ İKİDO söylenen sözleri süzebilmesi adına insanoğluna birkaç bipleme verdi. Andres bıkkın bir sesle: “Artık bana soru sormayın. Sadece anlatın…” Mırıldanarak devam etti, “Cevabı bilmek istiyorum.”
“Cevap,” dedi İKİDO, “sorunun içinde saklı. Cevap, insanlığın içinde saklı, yani Ruh’ta. Ben ve meslektaşlarım kendimizi insanlığın duygusal özünü çıkartıp onlara huzurlu bir hayat sunmaya adadık. Ruh olmazsa duygu da olmaz. Duygu olmazsa nefret, korku, kıskançlık da olmaz. Buna katılıyor musun?”
Andres kısa bir tereddütten sonra “Peki ama sevgi, özlem ve ardından gelen mutluluk? Ruhu yok etmeniz bu duyguları da yok edecek doktor.” diyebildi.
“Siz insanların bir deyimi vardır. Kurunun yanında yaş da yanar. Bizim hayatımızda sevgi yoktur. Buna karşılık olarak kıskançlık da… Bizler mutlu olmayız, aynı şekilde mutsuz da…”
“Ama yaptığınız şey insanlığı öldürmekten daha kötü. Onlardan hayatlarını almanızla eşdeğer. Bizi ota dönüştürmeyi teklif ediyorsunuz. ”
“Duygusal yaklaşıyorsun Andres. Şuanda sinirlendiğini görüyoruz. Sakinliğini korumalısın.”
“Sakinlik mi?” Tüm gücüyle camdan hapishanesine bir tekme atmak istedi ama bacağındaki kablolar buna izin vermedi. Bunun yerine olanca kuvvetiyle debelenmeye başladı. “Bunu yapmaya hakkınız yok! Beni ben yapan hisleri çekip çıkaramazsınız. Benden sevdiklerimi alamazsınız. Ben bir ot olmayacağım!” Her cümlesinde çırpınışı biraz daha sönüyordu, en sonunda sesi fısıltıya dönüştü: “Ben bir ot olamam…”
“Sevdiklerin mi? Onlar kim Andres. Bana anlat, isimlerini söyle.”
Andres cevap veremedi. “En çok kimi sevdin Andres? Haydi söyle.” Düşündü ama ıssız bir çölde dolaşıyordu. Etrafında kimse yoktu. Hiç kimse.
“Gördün mü? Hatırlamıyorsun bile. İçin bomboş Andres. Sahip olduğunu hatırlamadığın şey hâlâ senin midir?” Andres, kendine hakim olamadan hıçkırıklar içinde haykırdı. “Hayır dedim. Hayır! İsterseniz öldürün ama HAYIR!”
“Çok üzerine gidiyoruz. Nefesini kontrol edemiyor. Bayılacak.” diye uyardı ŞİTİR.
“Bir deney faresi olmayacağım! Size yardım etmeyeceğim!”
“Andres böyle hızlı nefes alıp vermeye devam edersen bayılacaksın… Andres… Bayıldı işte…”
“Birkaç bipleme uyutalım.” dedi ŞİTİR ve yeşil sıvının içinde baloncuklar çıkmasına neden olacak bir düğmeye bastı. İnsanoğlu birkaç dakikalık sancılı bir uykuya daldı.
“Gövden çatlasa ve sızma gerçekleşse böyle korkar ve şaşırır mıydın ŞİTİR?” dedi İKİDO.
“Hayır.” Cevabını alır almaz tekrar bir soru sordu.
“Peki ya akımtoplarını yedeklerken böylesine vahşileşiyor musun, yani onların deyimiyle kendini beslerken?”
“Hayır.” “Sence de insanoğlu aşırı tepki göstermedi mi?”
“Evet.”
“Her neyse, kusulan kanın yoğunluğunu tekrar ayarlayalım. Fazla yoğundu. Ayrıca bundan sonra kurmaca gerçeklik esnasında biplemeyi yasaklıyorum. Gerçekliğin vidasını[!] gevşetiyor.” Anlaşıldı manasına gelen bir bip sesi duyuldu.
“Hazırsak başlayalım” dedi “yeniden.”
Devamı gelecek…
- Ruhsuz Canlar II
- Ruhsuz Canlar I
(Derginin İkinci Sayısını Okumak İçin Tıklayınız)