20. Kat bipleme,69. deney.” dedi İKİDO ve ardından kaydın yapıldığını gösteren iki bipleme duyuldu.
“Hazırsan deneyi başlatıyoruz sevgili Andres.” Sözleri sevgi dolu olmasına rağmen kulakları buz kestirecek bir titremle [ton] konuşuyordu. Bu soğukluğa alışmış insanoğlu başını evet anlamında salladı. Gözlerini kapatıp açtığında kendini bir uçurumun kenarında ağlar halde buldu. Buraya nasıl gelmişti? Neden uçurumdan atlama isteği duyuyordu?
Çevresine bir göz attı. Uçurumun dibinde kıyıya çarpan dalgalar, yağmur toplamış kara bulutlar, fırtınanın habercisi bir rüzgar ve rüzgarda sallanan çam ağaçları… Baştan aşağı her şey hüzün kokuyordu. “Bunalımdasın ve artık dayanamıyorsun” dedi içinden bir ses. Hemen ardından insanoğlu sesli bir şekilde tekrar etti. “Bunalımdayım ve artık dayanamıyorum.” “Kurtuluş yolu önünde.” dedi içindeki ses yeniden. Andres sorgulamadan yineledi. “Evet, önümde.”
Ardından kargaların sesini duymaya başladı. Fakat bu ses Andres’i kötü hissettirmemiş, aksine içini umutla doldurmuştu. Aniden alnında bir ağrı hissetti. “Atlamalısın Andres.” Andres başını iki yana salladı. “Hayır.” Bir gariplik olduğunu fark eden Şİ- TİR ve İKİDO aralarında biplemeye başladılar.
“Aşırı yükleme yapmış olabilir miyiz hekim İKİDO?”
“Hayır.”
“Durduralım mı?”
“Hayır, bu kadar kısa sürmesi alışılmış değil.”
“O halde beyne ileti göndermeye devam ediyorum.”
Andres tüm bu kargaşa arasında yere çömeldi ve başını avuçlarının arasına aldı. “Atlamak tek çözüm. Kurtuluş yolu önünde.” dedi içindeki ses olabilecek en yumuşak şekilde. Ne var ki Andres bunları tekrarlamadı. O, daha derinlerden gelen hırıltıya odaklanmıştı şimdi. Daha gerçekçi, daha tanıdık bir tınıydı bu.
“İletiyi tekrar gönder ŞİTİR.”
“Zaten gönderiyorum hekim İKİDO. İşe yaramıyor.”
Andres derinlerden gelen hırıltıyı daha iyi duyabilmek adına kulaklarını tıkadı. “Sen kimsin?” dedi fısıltı halinde. Belki bir cevap alırım ümidiyle bekledi ama nafile. Sesi duyumsamaya devam ediyor fakat söylediklerini anlayamıyordu. Yabancı bir dilde olmalı dedi kendi kendine.
İçindeki ses tekrar konuştu. “Uçurumdan atlamak son çaren. Başka bir yol yok.”
“Yeter!” diye bağırdı acıyla ayağa kalkarak. “Atlamak istemiyorum.”
Ardından ışıklar kapandı. Andres kısa süren bir karanlık anından sonra aydınlığa kavuştu. İş birliği yaptığı iki ruhsuz canın cam duvarın arkasında biplemeden durduklarını fark etti, sanki suçlar gözlerle ona bakıyorlardı.
“Neler oldu? Bu sefer başardık mı?” dedi insanoğlu umutsuzca.
İşte böyleydi. Deney esnasında gerçek dünyayla alakalı hiçbir şey hatırlamıyor, deneyden sonra ise sanal dünyada neler yaptığını anında unutuyordu. Daha doğrusu bu bilgileri beyninden çekip alıyorlardı.
“Hayır, Andres.” dedi ŞİTİR ve devam etti. “Üzüntüyle belirtmeliyim ki sana olan umudumuz gün geçtikçe azalıyor.”
“Üzgünüm ŞİTİR.” dedi Andres, sesinde gerçek bir hüzünle. “Bir dahakine daha sıkı çalışacağım. Söz veriyorum.”
Te juro, dedi içinden bilinçsiz bir şekilde. Ardından kısacık bir anı gözlerinin önüne geldi. Te juro mi amor¹, diyordu birisi. “Sen kimsin?” dedi fısıltıyla tekrar.
“Anlamadım Andres, ne dedin?” “Hiç, sadece kimliğimde bir değişiklik olmuş mu diye kendimi sorguluyorum doktor.”[!] Ardından tekrar etti. “Sen kimsin?” Kafasında canlanan bir saniyelik anıyı ne doktorlar ne de onların bilgisayarları algılamıştı. Bu bir ilkti. Andres cevabı bulduğundan bihaberdi.
***
“26. Kat bipleme, 75. deney.” dedi İKİDO bilgisayara kayıt yaparken. “Hazırsak başlayalım ŞİTİR.”
“Matta 26:75… horoz ötmeden önce… üç kere…”²
“Ne dedin Andres?”
“Bilmem. Aklıma geliverdi birden.” dedi Andres şaşkınlık içinde.
“Son zamanlarda sen ve deney sonuçların pas tutmaya başladı. Bunu bilmelisin Andres.”
İnsanoğlu bu cümleden ne anlam çıkarması gerektiğini bilemedi. Bu bir tehdit miydi? İşe yaramamaya devam ederse yerine işe yarayacak bir başkasını mı getireceklerdi? Ruhsuz canlarla çalışmak usta bir poker[!] oyuncusu ile aynı masada oturmak gibiydi. Yüz olarak tanımladığı bölgede ne bir mimik vardı ne de bir hareket. Robotların[!] bipleme sesleri tehditkâr da değildi anaç da. Acaba insanoğlu hakkında ne düşünüyorlardı?
“ŞİTİR, insan zamanına göre 2 aydır birlikteyiz. Öyle değil mi?” ŞİTİR, kısık gözlerinden önündeki dokunmatik ekrana kırmızı ışınlar göndermeyi bir an durdurdu. “Tam olarak 57 insangünü oldu.”Ardından kırmızı ışınlar yoluna devam etti.
“Doktor İKİDO. Benden önceki denek ne kadar dayanmıştı?”
“Bir önceki denek zamanını sonuna kadar kullanmıştı. Tam olarak 500 insan günü.”
“Sonra ona ne oldu?” dedi Andres sesindeki korkuyu belli etmemeye çalışarak.
“Onu uğurladık.” dedi yavaş biplemelerle. Ardından toparlanıp devam etti. “Son zamanlarda çok fazla soru sormaya başladın Andres. Daha önce bu tür hareketlerine rastlamamıştık.”
“Doğrusu, son günlerde kendimi tuhaf hissediyorum İKİDO. Bazı şeyler…”
SUS. GÖRDÜĞÜN İMGELERDEN BAHSETME. BENİ YENİDEN SİLECEKLER.
“Devam et Andres. Seni rahatsız eden nedir?”
ANDRES. Mİ AMOR. LÜTFEN SUS.
“Hiç… Sanırım size yardımcı olamamak, nasıl desem, pilimi bitiriyor. Anlarsın ya…”
“Anladım. Bu geçici bir süreç olmalı. Haydi toparlan, deneye başlayacağız.”
SANA YENİDEN KAVUŞTUM ANDRES. SENİ BİR DAHA BIRAKMAYACAĞIM.
Andres boğazında bir yumru hissetti. Duyduğu iç ses çok tanıdıktı. Bu tuhaf durum beraberinde sancılar getirmiş olmasına rağmen Andres’in keyiflenmesini engellememişti. Beyninde bir yırtık oluşmuştu ve anıları bu küçük delikten tüm vücuduna hücum ediyordu sanki. Deney başlamak üzereyken aklında ve kalbinde tek bir şey vardı: Paula.
“26. Kat bipleme, 75. deney.” dedi İKİDO tekrar. “Hazırsak başlayalım ŞİTİR.”
ANDRES. BENİ HATIRLADIN.
İnsanoğlu bu sönük sesi dinlerken mest oluyor, adeta başka bir âleme yol alıyordu. Şimdi kafasında canlanan imge sesin sahibini açığa çıkardı. Bu bir rahibeydi. Seni tanıyorum, dedi rahibeye içinden. Ama nereden tanıdığımı bilemiyorum.
KİLİSEYİ HATIRLA. Kısa süren içsel bir sessizliğin ardından Andres’in kafasında ışıklar yandı. Sensin!
EVET ANDRES…
Neredesin, seni nasıl bulabilirim? Birkaç saniye cevap almak üzere bekledi fakat Paula bu sorudan kaçınıyormuşçasına bir türlü konuşmadı. Dinle Paula, buradan çıkıp seni bulacağım. Bana nerede olduğunu…
BEN ARTIK YOKUM ANDRES. BEN SADECE BİR ANIYIM.
Yoksa sen… Seni sonsuza kadar kaybettim öyle mi?
HAYIR! İYİ DİNLE. BENİ HATIRLADIĞIN SÜRECE SENİN KALBİNDEYİM!
Andres’in hapis kaldığı cam kutudaki yeşil sıvının içine birkaç damla gözyaşı karıştı. Tüm bu konuşmalar gerçekleşiyorken deneyi bir türlü başlatamamaktan dolayı şaşakalan ŞİTİR ve İKİDO nefes alma borusundan gelen hıçkırık sesleriyle irkildi. Bilgisayarlar bozulmuş olabilir miydi? İnsanoğlu neden böyle sesler çıkarıyordu?
“Andres, deneyi başlatamıyoruz. Birkaç bipleme beklemek zorundasın… Andres?” ŞİTİR, her ne kadar gösteremese de, endişelenmişti. “Andres, lütfen cevap ver sevgili dostum. O çıkardığın sesler de neydi öyle?” İnsanoğlundan çıt çıkmıyordu. O, şimdi sessiz bir sohbete dalmış, gerçek dünyadan sıyrılmıştı. Sanki bir kovalamaca içindeydi. Bir şeyler kafasında dönüyor, tam Andres kavramak üzereyken düşünceler genç adamı atlatıyordu. Derken deney odasının içinde bir hırıltı yükseldi.
“Doktor İKİDO, Doktor ŞİTİR. Neden düzeneği yenileyip duruyorsunuz?” Sesin sahibinden eser yoktu. O hiçbiryerdeydi, ya da başka bir değişle her yerde.
“BİLGİN, efendim. Bir sorunumuz var. Daha önce böyle bir engelle karşılaşmamıştık.” Ses dalgaları dört duvara çarpan BİLGİN denilen görünmez varlık sinirle cevap verdi. “Nedir bu engel?”
“Denek, deneyi başlatmamıza izin vermiyor, efendim.” dedi İKİDO. “Bu başımıza ilk defa…”
Odanın içinde BİLGİN ve doktorlar tartışmalarını sürdürürken Andres aniden bağırdı. “Biliyorum. Cevabı biliyorum!” Ardından derin bir sessizlik oldu. Sadece Andres’in mırıltıları duyuluyordu. “Biliyorum… Anladım… Ruha eriştim… ”
***
“BİLGİN. Sizinle tanışmak, nasıl desem, çok acayip.” dedi.
Andres olabilecek en kibar haliyle. Penceresiz, beyaz duvarlı bir odaya getirilmiş, uzun zamandır hareketsiz kalan kaslarını kullanamadığı için mıknatıslı bir sandalyeye oturtulmuştu. Tekerlekli sandalyeden tek farkı tekerleklerin yerinde mıknatısların bulunması ve yere değmemesiydi. Tabi çok daha hızlı gittiğini de eklemeliyiz.
“Evet, evet… Bu tür gevezelikler için huzuruma çıkmadın çocuk. Lafı uzatmayalım…”
Andres böyle bir tepkiyle karşılaşacağını tahmin etmiş, kendini ağırdan satmaya karar vermişti. “Önce, benim merakımı gidereceksiniz. Ardından cevaba ulaşacaksınız.”
“Benimle pazarlık yapabileceğini sana düşündürten nedir çocuk? Sözlerinin doğru olduğunu bile bilmiyorum.”
“Daha öncesinde cevabı bildiği fikrini öne süren kimseler karşınıza çıkmıştır. Fakat benden önce… Anılarını hatırlayan olmuş muydu?”
“Anılar mı?” Andres başını sallamakla yetindi. Maddesel olmayan biriyle konuşmak çok zordu. Ne tarafa bakacağını bile bilemiyor, gözlerini odanın içinde gezdiriyordu.
“İmkanı yok. Hafızanı kendi çiplerimle sildim. Yalan söyleme çocuk, çünkü anlarım. Bana bu yüzden BİLGİN diyorlar. Hem bilgisayarım hem de insan.”
“Yalan söylüyor olsaydım İncilin ne olduğunu biliyor olmazdım, daha da ilginci her bir cümlesi ezberimde.”
BİLGİN, Andres’in kayıtlarını denetlemeye başladı. Bir saniye süren bu işlemden hemen sonra bu imkansız, diye geçirdi içinden. Her bir anıyı silmişti. Hatırlaması olanaksızdı.
“Bilgisayar ve insanın birleşimi demek. Bilg ve in.” dedi Andres mırıltıyla BİLGİN’in düşüncelerini bölerek. “Gerçek adınız nedir?”
“Gerçek adım mı? Şey… Bilmiyorum.”
“Adınızı bilmiyor musunuz?” Andres esasında şaşırmamıştı. Kafasındaki yapbozun parçaları teker teker yerine oturuyordu.
“Evet. Bütün gereksiz bilgileri sıfırladım. Sadece işe yarar araştırmalarımı belleğimde saklıyorum.”
“Daha öncesine dair bir fikriniz yok mu? Herhangi bir anı, herhangi bir görüntü…”
“Ne bilmek istiyorsan açık açık sor.” BİLGİN’in sesindeki buyurgan tavır havanın her zerresinde hissediliyordu.
“Tamam… Mesela siz nesiniz?”
“Dedim ya. Bilgisayar ve insanım. Bilincimi bilgisayara aktarmadan önce senin gibi bir ölümlüydüm. Zaman ve mekan kavramları tarafından sıkıştırılmış sıradan bir insan… Şimdi ise, ölümsüzüm…”
“Ölümsüzlük… İlginç bir deneyim olmalı, nasıl hissettiriyor?”
“Bilmiyorum.”
Sandalyedeki adam aldığı cevap karşısında bıyık altından güldü. “Tahmin etmiştim… Her neyse, şu ruh konusuna gelelim. Neden ruhu yok etmek istiyorsunuz?”
“Ruhu yok etmek mi? Bu, hekim robotları kandırmak için uydurulmuş bir masal. Ruhu yok etmeye çalıştığım falan yok. Tam tersine, ben ruhumu kaybettim. Onu bulup sonsuza kadar içimde barındırmak istiyorum.”
“Nasıl yani, amacınız tam tersi mi?” İnsanoğlu bu sefer afallamıştı. “Robotlara neden yalan söylediniz öyleyse?”
“Çocuk, robotların bir bilinci var. Bireysel bir uğraş uğruna bu deneyi yapmayı kabul etmezlerdi. Eh yani, zamanında etmediler. Robotlar insanlara işkence etmeyi reddetti. Bu deneylerin insanlığın yararına olması şartıyla sizi cam hapishanelere kapatmayı kabul ettiler. “
“Siz de bilinçsiz robotlar yapın o halde. Bu kadar karmaşık bir yapıya gerek kalmaz.”
“Kendini çok akıllı sanıyorsun. Zaten hepsi üretildikleri anda bilinçsizlerdi. Ne söylersem onu yapmaya ayarlanmışlardı. Ama insanlara yaptıkları deneyler sonrasında robotlarda engelleyemediğim bir değişim gerçekleşti. Ardından bana karşı koydular. Bir bildiri hazırladılar! Bencil bir amaç uğruna insanlar işkence çekemezmiş! Hah!” BİLGİN bir insan bedenine sahip olsaydı bir yerleri tekmelemeye başlamıştı kesin, diye düşündü Andres.
“Her robotta aynı şey oldu demek. Bilinçsiz robotlar bilinçlendi… Robotların hafızalarını sıfırlamayı denediniz mi?”
“Evet evet. Sıfırlamadan sonra yine aynı şey oldu. Her seferinde insan haklarını düşünür oldular. Belki insanlarla zaman geçirdikleri içindir, belki ruh bulaşıcıdır…”
“Hayır dostum. Cevap bu değil. Böyle olsaydı size çoktan bulaşmıştı. Öyle değil mi?”
BİLGİN ve doktorlar arasındaki fark neydi? İşte cevap burada yatıyordu. Andres o ana kadar ruhsuz canlar olarak adlandırdığı ŞİTİR ve İKİDO’nun çok da ruhsuz olmadığını fark etti.
Kendilerine özgü bir üslupları vardı, her ne kadar fark ettiremeseler de sevgi gösterebiliyor, endişe duyabiliyorlardı. Buna rağmen BİLGİN onlara hiç benzemiyordu. Konuşması hastalıklı, tavrı çok kabaydı. Hissettiği tek şey öfkeydi. Yine de hiçbir şey hissetmemesinden iyidir, diye düşündü Andres. Böylece onu iyileştirmeye buradan başlayabilirdi.
“Demek ruhsuzsunuz. Duygusuz bir veri yığınısınız.”
Artık kalkanı düşmüş olan BİLGİN daha alçak bir sesle devam etti. “Görüyorsun ya. Artık her yerdeyim. Ama sandığım gibi her şeye sahip değilim. Elimdekilerden zevk alamıyorum.”
“Neden deneylerde insanları kullanıyorsunuz? Sanal gerçekliğe sızıp istediğinizi elde edebilirisiniz. Kendiniz denek olmayı denemeliydiniz… Böylece en azından öfke dışında bir şeyler hissederdiniz.”
“Sanal dünyayı kendim için yaratmıştım zaten. Denekleri kullanmadan önce kendim deneyimlemeye çalıştım. Fakat bende işe yaramıyor. Ne kan kustuğumda korkup iğreniyorum ne de deniz manzaralı evimde yemek yemekten zevk duyuyorum.”
“Peki sonunda cevabı öğrendiğinizde ve yeniden duyumsamaya başladığınızda ruhu bulma yolunda harcadığınız onca insan yaşamı sizin mutluluğunuzu engellemeyecek mi?” “Bırakalım bunları.
Ölümsüz bir mutluluğun yanında birkaç bin insan yılının ne önemi olabilir ki?”
“Sırf bu söylediklerinize bakarak bile deneyinizin boşuna olduğu sonucuna varabilirim. Siz hissetmek istiyorsunuz, ama hisleri görmezden geliyorsunuz. Yani, pişman bile olmayacak mısınız? İnsanlar cam bir kutuda ömürlerini harcıyor. Onlara anılarını unutturdunuz. Onları birer ota dönüştürdünüz.” Nefes nefese kalan Andres sakinleşmek adına biran duraksadı. Söylediklerinin tesirli olacağından emindi.
“Senin de dediğin gibi. Birkaç ot soldu diye pişmanlık duymama gerek yok.”
İnsanoğlu mecalsiz bir halde mırıldandı .“Bunu söyleyenin ottan bir farkı olsa bari…”
“Sınırları zorluyorsun genç adam. Bu kadar soru yeter. Artık cevabı istiyorum!”
Birkaç derin nefesten sonra Andres tüm kuvvetiyle açıklamaya koyuldu. “Cevap tam önünüzde duruyor aslında. Robotlara bakın. İnsanlarla aynı odada olmaları değildi onları bilinçli yapan. İnsanlarla iletişim kurmaları, onlarla vakit geçirmeleriydi.”
“Ben de insanlarla vakit geçirdim. Sizi toplamak ne kadar vaktimi aldı biliyor musun?”
“Peki ne oldu o anılara. Bana denek toplarken yaşadığınız bir zorluğu anlatın.”
“Hepsi işe yaramaz şeylerdi. Sildim gitti.”
Genç adam bunu tahmin etmişti. Biliyordum dercesine başını salladı. “Hâlâ görmüyor musun BİLGİN, anlamıyor musun?” Kafasını toparlaması için BİLGİN’e birkaç saniye verdi. Ruhsuz can, elindeki verileri değerlendirmeye koyuldu. Robotlar bilinçlenmişti çünkü insanlarla yaşanmışlıkları vardı, öyle mi? Her ne kadar inanmak istemese de bu mantıklı geliyordu. İşe yaramadığını düşünüp yaşadığı her anıyı silmesi de neden kendisinin böyle bir aydınlanma yaşamadığını kanıtlar nitelikteydi. Her on kat biplemede bir, belleğinden gereksiz bilgileri boşaltışını hatırladı. Meğerse içimdeki cevheri çöpe döküyormuşum, diye düşündü.
“Evet çocuk. Sanırım anlıyorum. Ama anladığım şey beni çıldırtabilir… Onca zamandır önümdeydi. Ama ben görmezden geldim. Hepsini sildim!”
“Bana cevabın ne olduğunu söyle dostum.” dedi insanoğlu başını tavana çevirerek. “Söyle ki beyinlerimize kazınsın.”
“Cevap hatırlamakta saklı. Ama ben… Hepsini yok ettim. Kimliğimi, duygularımı, ruhumu… ”
Andres, yanlışını fark eden öğrencisine destek olmaya çalışan bir öğretmen edasıyla söze başladı “Anılarımız ve çevremizdekiler bizim yapı taşlarımızdır. Sense deneyimsiz ve kimsesizsin. Yine de sana yardım edebilirim.”
BİLGİN, bir kurtuluşun olduğunu duyunca daha önce yaşamadığı, en azından yaşadığını hatırlamadığı, bir hisle sordu. “Nasıl olacak?”
“Önünde sonsuz bir ömür var. Bunu telafi edebilirsin. Önce seni tanımakla başlayacağız.”
“Ama gerçek adımı bile hatırlamıyorum.”
“O halde yeni bir sen yaratırız. Evet, dostum. Sen kimsin?”
1) Söz veriyorum, aşkım. (İspanyolca)
2) Matta:26:75- “Petrus İsanın: Horoz ötmeden önce, beni üç kere inkâr edeceksin, demiş olduğunu hatırladı. Ve dışarı çıkıp acı acı ağladı.”
- Ruhsuz Canlar II
- Ruhsuz Canlar I