Sizlerle günümüzün önemli tartışma konularından yapay zekâ ve insan denetiminden çıkan, zapt edilemeyen uygulayım bilimi [teknoloji] hakkında konuşmak istiyorum. İnsanlar; gelecek, yapay zekâ ve robotlar[!] üzerine birçok araştırma yapmış; yaratıcı hikayeler yazmışlardır.19.yüzyıldan günümüze bakarsak, içinde yaşadığımız dünyamızın bilim kurgu filmlerinden[!] fırlamış gibi durduğu aşikârdır. Özellikle filmlerin ve kitapların yapay zekâ uygulayım bilimine aşina olmamızda çok önemli bir payı var. Daha dün bir filmi izlerken ya da bir kitabı okurken bu kadarı da olmaz dediğimiz şeylerin çoğu bugün artık çok sıradan “gerçeklere” dönüştü. Bilimin son yıllardaki sıçrayışı sayesinde “bunu da yapamazlar” dediğimiz ne varsa hepsinin bugünlerde gerçekleştiğine şahit oluyoruz. Bir insan gibi hareket eden robotları görmek bizlere eskisi kadar yabancı ya da ulaşılması güç bir hedefmiş gibi gelmiyor.
Bir zaman makinesi[!] ile günümüzden 2000-3000 yıl öncesine gittiğimizi hayal edelim. O devrin insanlarına 2021 yılını anlatmaya çalışsaydık muhtemelen uzun süre hayatta kalamazdık ya da bizi dinleyen insanlar deli olduğumuzu düşünürdü. Çok basit gibi görünen, çevremizde sıkça gördüğümüz asfalt[!] yolların bile tanımını yapamazdık. Kaldı ki bir asfaltın dışında bilgisayar ya da uçak gibi çok daha karmaşık makineleri anlatmaya çalıştığınızı düşünün. Bir uçağın uçma ilkesini, uçak motorunun[!] çalışma ilkesini, malzemelerini, tasarımını, tesisatlarını anlatmaya kalksak işin içinden hiç çıkamazdık. Bir uçak gibi günümüzde sıkça karşılaştığımız ama ne olduğunu tam anlamıyla açıklayamayacağımız binlerce icada sahibiz. Geçmişe gittiğimizi değil de geçmişten birinin 2021 yılına geldiğini hayal edersek, o zaman ne olur? Olay örgüsü yine değişmeyecektir. Çağlar öncesinden günümüze gelmiş bir insan, gökdelenleri gördüğü zaman onları birer tapınak zannedebilir. Peki sizce, günümüz insanı sokakta yürürken bir uzay gemisi görse ne kadar şaşırabilir? Bilimle hiç alakası olmayan biri bile; uzay gemisinin, dünyanın dışına çıkabilmek için tasarlanmış bir araç olduğuna dair yorumlarda bulunabilir. Uygulayım bilimine ve uygulayım biliminin hayatımıza kattıklarına o kadar alıştık ki hiçbirimiz şahit olduğumuz gelişmeleri garipsemiyoruz.
Uygulayım biliminin gelişmesi ile geçmişe oranla daha hızlı yaşadığımız günümüz dünyasında, uygulayım bilimsel yeniliklere alışmamız aynı zamanda bu yeniliklerden korkmadığımız ya da bu yeniliklerden ötürü endişelenmediğimiz manasına gelmiyor. Aslında eğlenmek için okuduğumuz, izlediğimiz yapıtlar bizlere gelecekteki olası zor ve kötü günleri göstererek bilinçaltımızda çeşitli kaygıların doğmasına neden olmaktadır. “Robotlar dünyayı ele geçirecek!” cümlesine karşı Cem Yılmaz’ın şakasına çok gülmüştük. “Fişini[!] benim taktığım alet, beni nasıl ele geçiriyor?” Artık gülmek yerine böyle bir ihtimalin gerçekleşebileceğini içten içe hissederek tedirgin oluyoruz. Uygulayım bilimsel gelişmelerin insanlığı tehdit eder boyutlara gelebileceğini, işlerin çığırından çıkabileceğini görüyoruz ama uygulayım bilimini denetim altına almaktansa kendimizi nehrin akışına bırakmayı tercih ediyoruz.
Albert Einstein’in dediği gibi “Üçüncü Dünya Savaşı’nda hangi silahların kullanılacağını bilmiyorum ama Dördüncü Dünya Savaşı’nda taş ve sopaların kullanılacağı kesindir!” Peki, Üçüncü Dünya Savaşı nasıl olacak? Hepimizin aklına ilk önce kimyasal silahlar, bombalar[!], uçaklar, gemiler, füzeler[!], insansız hava araçları gelecektir. Geleceğe başka bir pencereden bakmaya çalışalım. Olası bir Üçüncü Dünya Savaşı’nda savaşanlar insanlar mı olacak yoksa cansız, korkusuz, duygusuz, öldürmek için tasarlanmış madenden yığınlar mı olacak ya da beni en çok korkutan ihtimal, insan-robot yeni melez varlıklar mı olacak? Dan Brown’un “Başlangıç” adlı kitabında bahsettiği gibi gelecekte insan ırkı evrimleşebilir mi; insan-robot melez varlıklarla karşılaşabilir miyiz?
İnsan vücudu ile birleşen makine parçaları… Robot gözler, robot kıyafetler, avuç içine ya da kolların içine gizlenmiş silahlar, insan beynine yerleştirilen yongalar [çip] gibi türlü türlü olasılık geliyor akla. Anlatmak istediğim sadece kendi kendini yöneten robotlar değil ya da insanlarla robotlar arasında çıkacak bir savaş sahnesi değil. İnsanların sinir düzeneğine yerleştirilmiş küçük bir cihaz düşünün. Özgür iradesi, karar alma yetisi olan bir makine insana neler yaptırabilirdi? Bir uyuşturucunun etkisinde kalmak ya da bir rüyanın içine hapsolmak gibi… Çevrenizde olup bitenlerden bîhabersiniz, zaman ve mekân kavramınız birbirine karışmış. Sizi diğer canlılardan ayıran zekânızı, iradenizi, karar alma yetinizi kullanamıyorsunuz. Eğer bu ihtimal gerçekleşirse insan yine insan olarak mı anılmalıdır yoksa robot olarak mı?
Gelecekteki en mühim yozlaşma, özümüzün bozulması, bizi biz yapan irademizi yitirmemiz olabilir. Ne var ki böyle bir şey yaşayacaksak, insan ırkı yok olacak ya da bir dönüşüme uğrayacaksa bunun sebebi yine biz olacağız. Kendi yarattığımız yeni bir tür bizden daha üstün bir duruma gelerek dünya hakimiyetini eline alabilir. İnsan ırkı kendi dünyasında azınlık hale gelebilir. Yarattığımız uygulayım bilimi unsurlarına kendimizi teslim edebiliriz. Kendimizi durduramazsak ya da denetim altına alamazsak Albert Einstein’in yaşadığı pişmanlığın bir benzerini tüm insanlık yaşayacak. Albert Einstein kendi icadı olan öğecik [atom] bombasının insanlara ve insanlığa nasıl zarar verdiğini gördükten sonra şöyle söylemiştir: “Eğer Hiroşima ve Nagazaki’yi öngörebilecek olsaydım, denklemimi 1905’te yırtıp atardım.” Bilimde imkânsız yoktur. Geçmişte imkânsız olarak gördüğümüz birçok şeye ulaşmayı başardık. Gerçekleştirdiğimiz yeniliklerin iyi ve güzel yanlarını değil kötü ve çirkin taraflarını görüp kullandığımız sürece yeniliklerin kötü ve çirkin sonuçlarına katlanmak zorunda kalacağız. Çığ misali büyüyen bilim ile insan hayatını geliştirmeye ve kolaylaştırmaya devam edebileceğimiz gibi bizi biz yapan şeyleri de kaybedebiliriz. Gelecek bizim ellerimizde; filmin yönetmeni bizleriz, umarım bu film mutlu sonla biter.
(Derginin Beşinci Sayısını Okumak İçin Tıklayınız)