Tüm koğuşu saran uyarı sesiyle irkildi. Yatağından kalkıp ranzanın[!] üst tarafında uyuyan arkadaşını dürterek “6, bugün ilk saha çalışmamıza çıkacağız, nasıl oluyor da uyuyabiliyorsun!” dedi. O esnada içeri deneyden sorumlu bilim insanları eşliğinde birkaç rütbeli asker girdi, içlerinden biri tok bir sesle “Haydi beyler, kahvaltıya katılmanız için yalnızca on dakikanız var. Bayramlıklarınızı giyin çünkü bugün kahvaltıda bize çok önemli konuklar eşlik edecek.” dedi ve ardından yine geldikleri gibi hep birlikte koğuşu terk ettiler. 6 çoktan yatağından çıkmış ve giyinmeye başlamıştı, “Neden öyle suratıma bakıyorsun, ne dediklerini duymadın mı?”
On dakika sonra bütün deney topluluğu yemekhanede oturmuş kahvaltılarının dağıtılmasını bekliyordu. Masalardaki uğultu içeriye takım elbiseli yetkililerin girmesiyle yerini sessizliğe bıraktı. Denekler yedi kişilik bu kafileyi ilk kez görüyordu. Suratları o kadar ifadesizdi ki adeta etrafa bir ölüm sessizliği çökmüştü. Diğer masaları yukarıdan gözlemleyebilecek şekilde yükseltilmiş konuk masasına oturdular. Yanlarında deneyin baş sorumlusu Profesör[!] vardı. İki dakika kadar süren sessizliği bozan da yine o oldu. “Hepinize selam olsun çocuklarım! Bildiğiniz üzere bugün emeklerimizin somut karşılığını almayı beklediğimiz gün. Tam yirmi yıldır beraberiz, sizlerle B.T.I çatısı altında bir aile olduk. Eğitimlerinizi tamamladınız, ektiğimiz tohumlar büyüyüp ağaç oldular ve bugünden itibaren meyvelerini toplayacağız. Sizler hükümetimizi aydınlığa çıkaracak parlak yıldızlarsınız. Bugün kahvaltıda bize eşlik edecek konuklarımız sizin başarınıza tanık olmak için çok uzun yollardan geldiler. Onları ve B.T.I’yı hayal kırıklığına uğratmayacağınıza eminim. Herkese afiyet olsun!”
Kısa bir süre sonra bütün denekler tam teçhizatlı şekilde kamyonların[!] yüklüğündeydi. İlk defa duvarların ötesine gideceklerdi, telaşlı ve gergin olsalar da yirmi yıllık kuramsal ve uygulamalı eğitimleri sayesinde duygularını denetim altında tutabiliyorlardı. Aralarında duygularına gem vurma konusunda en başarısızlardan biri 7 “Keşke 6 ile aynı aracın içinde olsaydık, ilk saha çalışmasına beraber çıkmak vardı.” diye düşünürken kamyonun gürültülü hareketiyle irkildi. Oturduğu yerden dışarıyı göremiyordu ancak kamyonun sarsıntısından engebeli bir arazide yol aldıklarını çıkarabildi. Kısa süren bir yolculuğun ardından kapı açıldı ve içeriyi gözleri kamaştıran bir gün ışığı hüzmesi doldurdu. Araç tahliye edildi. Issız, çıplak bir arazide gelecek emirleri bekliyorlardı. Yaklaşık 150 metre[!] ileride 12 katlı metruk bir yapı göze çarpıyordu. Daha önce gerçekleştirdikleri sanal çalışmalardan bu bölgeyi anımsadı. Birkaç saniye sonra gelen emirle birlikte metruk binaya gireceklerin adları okundu “3, 4, 7, 9 ve 10 sizler binaya girip katlarda yer alan bütün uyuşukları temizleyeceksiniz. Unutmayın başarılı olduğunuz bütün sanal uygulamalar şu an karşılaşacaklarınızdan daha zor şekilde tasarlandı. 1, 2, 5, 6 ve 8 sizler dışarıda bekleyecek ve her türlü ihtimale karşı hazır olacaksınız.” Kulaklıktaki ses kesilir kesilmez herkes büyük bir hızla yerini aldı.
Gerçekleştirilen çalışma deneklerin başlık kameralarından[!] izleniyor ve bazı yönlendirmeler yapılıyordu. On bir katta herhangi bir uyuşuğa rastlanmamıştı. Katlarda beşer oda bulunuyordu ve her denek bir odayı denetleyerek sonuçları merkeze bildiriyordu. Son kata diğer katlardakiyle aynı dikkatle ulaştılar ancak geride kalan on bir katta bir sorunla karşılaşmamaları 7’yi son katta da herhangi bir tehlike bulunmadığına ikna etmişti. Kendine ayrılan son odaya girdi. Burası da diğer odalarla aynı yerleşim düzenine sahipti, dolabı uzun uzun süzdü içinden herhangi bir uyuşuğun çıkmayacağından emin olduğu halde silahını kendisini korumak için doğrultarak dolap kapaklarını açtı. Yanılmamıştı burası da tertemizdi işte. Gayet rahat ve tedbirsiz şekilde arkasını döndüğünde bir metre ötesinde kanlı ağzı ve pörtleyerek dışarı akmış gözleriyle bir uyuşuk ona bakıyordu. Aradaki bir saniyelik o kısa zaman diliminde korku bütün damarlarını yakarak ilerlemişti. Uyuşuk üzerine atıldığı zaman kolunda daha önce yaşamadığı kadar şiddetli bir ağrı peyda oldu. Beraber yere yuvarlandılar, uyuşuk elindeki şırıngayı[!] defalarca koluna sokup çıkarmıştı. Ardından tek el silah sesi duyuldu ve üzerine atılan uyuşuk yana yığıldı. Derin ve hızlı şekilde soluk alıp veriyor, kalbi vücudunu terk etmek istermişçesine atıyordu. Hemen kolunu yokladı, kapı eşiğinden ateş ederek onu kurtaran 3’e doğru haykırdı “Beni yaraladı!” 3 ise taş kesilmişti. Yerde yatan 7’ye, gözlerinin içine korkuyu sindirmiş bir şekilde bakıyordu. Yerden doğrulmak adına hareket eden 7’yi sert bir sesle ikaz etti, “Kıpırdama!” ne olduğunu anlamayan 7 sakin kalmaya çalışarak “Ben iyiyim, sadece beni merkeze götür.” Kısa bir sessizliğin ardından 3, “Emredersiniz!” diyerek yerde yardım dileyen 7’ye doğrulttuğu silahını ateşledi.
***
“Uyanıyor!”
“İşe yaradı mı dersin?”
“Göreceğiz.”
Gözlerini araladı, kısık sesle dudakları arasında “su” kelimesini geveledi. Başındaki iki kişiden genci su getirdi. Kalan gücüyle etrafı süzdü ancak anlam ifade eden hiçbir şey göremedi. Gözleri yine koyu karanlığa gömüldü.
Tekrar uyandığında yanı başında duran çocuğu fark etti. Merkeze götürülmediğini anlamıştı, etraf oldukça eski ve tekdüzelikten uzak yerleştirilmiş eşyalarla doluydu. Zihnini biraz zorlayınca hatırlamaya başladı. Vurulmuştu, peki bu emri kim vermişti? 3 niçin onu vurmuştu? Kolunu anımsadı, ağrı gitmişti. Yalnızca başı ağrıyor ve vücudu hareketsiz kalmasından ötürü karıncalanıyordu. Kim bilir kaç gündür bu haldeydi. Doğrulmaya çalışırken duyduğu acı ağzında sert bir iniltiye dönüştü. Yanında bulunan sandalyede uyuklayan çocuk duyduğu sesle beraber ona dikkat kesildi. Sanki vebalı uyuşuklardan birini görmüş gibi koşarak odadan çıktı. Kısa süre sonra biri epey yaşlı diğeriyse aşağı yukarı kendi yaşlarında iki erkek odaya girdi. Sorgulayan bir tavır takınarak “Başımda katlanılmaz bir ağrı var, bunun için ne yapabilirsiniz?” Yatağın ayak ucunda dikilen iki erkek şaşkın şaşkın ona bakıyor ağızlarını bıçak açmıyordu.
“Size diyorum! Hanginiz hekimsiniz?”
Genç erkek: “Bizi ne şekilde görüyorsun?”
“Kafayı mı yediniz siz? B.T.I’dan değil misiniz?”
“…”
Kısa bir sessizliğin ardından genç erkeğin gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü ve diğerine sarılarak ağlamaya başladı, boğuk seslerden ne dediğini anlamak zordu. 7 yalnızca “başarmış olabilir miyiz?” cümlesini kavrayabildi.
“Neyi başardınız, neler oluyor?”
Yaşlı erkeğin mutluluğu yüzüne yansıyordu. 7, tebessüm eden yabancıya karşı içinde anlamlandıramadığı duygularla birlikte kafasını kurcalayan soruları tekrar telaffuz etmeye kalmadan ihtiyar söze başladı.
“Hükümet uzun yıllar önce bu kasabada yaşayan bütün halkı tahliye etti. Gerekçeleri buraya kurulacak büyük bir araştırma tesisiydi. Arsalarımız değerinden fazla para ödenerek satın alındı. Her şey hükümetin güvencesiyle gerçekleşecek masum bir iskân değişikliği gibi duruyordu ancak öyle olmadığı çok geçmeden anlaşıldı. Burası ülkenin en ücra ve en içine kapanık kasabalarından biri, deney gereği sen ve senin gibi 10 çocuk dış dünyadan uzak yapay bir dünyaya gözlerinizi açtınız. B.T.I adı verilen bir şirket tüm deneyi gizlice yürüttü. Çocuklar anne ve baba kavramlarından uzak şekilde yalnızca B.T.I’nın amacı doğrultusunda yetiştirilir. Beyinleri yıkanmış bir ordu haline gelen bu insanlar yeterli görüldükleri an deneyin ikinci kısmı devreye sokulur. Kasabaya bizleri yani uyuşukları öldürmek için gönderilirsiniz. Oysa ortada ne bir virüs[!] ne de uyuşuk denen yaratıklardan var.”
“Ne saçmalıyorsunuz siz? Uyuşuklar gerçektir, kan yoluyla bulaşan bir virüs buna neden oluyor. Kendi gözlerimle gördüm. O çirkin yaratıklardan biri tuhaf hırıltılar çıkararak üzerime atladı!”
“Hayır, gerçek değiller. Sana saldıran müttefiklerimizden birisiydi. Amacı seni öldürmek veya uyuşuğa döndürmek değil, seni tedavi etmekti.”
“İyice saçmalamaya başladın! Ellerimi çözün çabuk ve yetkililere haber verin! Ben bir B.T.I askeriyim ve suç işliyorsunuz!”
“Sakin ol lütfen. Madem öyle neden B.T.I askerleri tarafından vurulup ölüme terk edildin?”
7’nin kafasını kemirip duran düşünceler tekrar benliğini sarmaya başladı. Sahi neden vurulması yönünde emir verilmişti, bunca yıl yaşadığı her şeyi tutan tek tuğla bu soruydu sanki. Tuğla çekildiği an tüm yaşadıkları onu yerle bir eden enkaza dönüşüyordu. İhtiyar devam etti:
“Sizler asker olarak yetiştiriliyorsunuz. İlk değilsiniz, deney uzun yıllardır devam ediyor ve ilk kurbanları da bizler değiliz. Ülkenin en büyük suçlarından yargılanan insanlar kasabaya getiriliyor ve denek oluyorlar. Beyinlerinize yerleştirdikleri bir aygıt sayesinde gördüğünüz nesnelerin gerçekliği hususunda yanılgıya düşüyorsunuz. Yani bizler sizin gibi sağlıklı, sıradan insanlarız. İnsanları ucubeye dönüştüren onları uyuşuk yapan bir virüs yok. Aygıtı devre dışı bırakan bir çözüm geliştirmek adına uzun yıllardır çalışıyoruz. Tahmin edersin ki denek bulma konusunda epey sorun yaşıyoruz. B.T.I’nın gerçekleştirdiği silahlı uygulamalarda askerlerini esir almayı başarmak çok ama çok güç. Hem bunu başarabilsek bile beyinlerinize yerleştirdikleri aygıtı uzaktan kumanda ederek esir aldığımız denekleri henüz işimize yaramadan öldürüyorlar. Senin beynine yerleştirilen aygıt kafatasına isabet eden kurşun nedeniyle büyük ihtimalle zarar gördü. Yoksa B.T.I tarafından çoktan öldürülmüştün. Talihlisin ki seni öldürme emri verdikleri asker bir çaylakmış. Kurşun başlığı delmemiş bile, kafatasında ufak bir çatlak var o kadar. Şimdi izin verirsen bizi sağlıklı insanlar halinde görmenin sebebini bulmalıyız. Sana zerk edilen sıvının başarılı olup olmadığını anlamamız gerekiyor.”
7 duyduğu şeyleri kafasında anlamlandırmaya çabalıyordu. Haklı olamazlardı, bunca yıl doğru kabul ettiklerini iki insan mı yerle yeksan edecekti? Hayır, doğru olamazdı, olmamalıydı. Beynine bir aygıt yerleştirilseydi, bunu nasıl fark edemezdi? Yalan söylüyor olmalıydılar. İçindeki korku yerini muhafaza etmekle birlikte yeni yeşeren öfkesine baskın gelemedi. Ağız dolusu bir küfür savuracaktı ki kafatasının içerisinde bir şeyin ısındığını hissetti. Gittikçe artan ısı tüm beynini ele geçirmeden hemen önce acı dolu çığlığının sesi odayı sardı. Aygıt son defa çalışmış ve onu öldürmüştü.
Genç erkek telaşla sordu: “Ne oldu? Öldü mü?”
İhtiyar acı bir tebessümle cevapladı: “Evet, aygıt bozuk değilmiş sorunun cevabı da bu. Başardık!”