“Zaman beni sürükleyen bir nehir ama nehir benim; Beni parçalayan bir kaplan ama kaplan benim. Beni tüketen bir ateş ama ateş benim. Evren, ne yazık ki, gerçek ben, ne yazık ki, Borges’im.”[1]
Gerçek olamayacak kadar güzel bir yoldan geçiyordum. Ağaçlar, kuşlar ve çiçekler o kadar güzeldi ki sanki bir rüyanın içinde kendime yer bulmuştum. Dünyaya sığamadığım için bu yol bana bir sığınak olmuştu. Gerçi dünyaya neden sığamadım? Çünkü, düştüm dünyaya. İstenmeyen bir kıyafeti atar gibi, sevilmeyen bir çocuğu dışlar gibi ben bu dünyaya düştüm. Düştüğüm günden beri de kalkamıyorum. Gerçeklikten uzak, hayâl dünyalarında yaşayan insanların yanında kendime yer bulmaya çalıştıkça daha da dibe batıyorum.
Bu yol neden bu kadar güzel, ben neden mutluyum? Hayır hayır burada bir yanlışlık var. Mutlu hissetmenin verdiği huzuru uzun zamandır yaşamamıştım. Ağlamaya, söylenmeye çok alışkınım ben. Bu yoldan hemen geri dönmeliyim. Kendimi kandırmak da bana yakışırdı zaten. Yol boyunca gördüğüm her şey bir hayâl. Ben gerçek dünyaya ve hislere aitim. Durmak bilmeden çalışan, sorunların tam çözüme kavuştuğu anda tekrar sorun çıkartan, iyilik ve merhameti hayatında tutmayan biriyim. Bu güzellik beni yanıltmamalı. Hayata karşı her zaman yenilmeliyim. Mutlu hissettiğimde kaybedeceğim bunu biliyorum. Çıkmaz sokaklarda, kuytu köşelerde, sinirli ve mutsuz insanların kentinde kendime yer bulmalıyım. Bu yol, beni yok edecek. Düşünce kanattığım yaraları iyileştirecek. Lakin ben iyileşmek istemiyorum ki. Bir anlık gaflete kapıldım sadece. İşin özünde mutsuzum yani. Ha mutlu olmuşum ha olmamışım. Ne fark eder ki? Yaşamıyor muyum sonuçta? Bazen düşünüyorum da insanlar ne çok anlam yüklüyorlar hayata. Hüzünlendin mi hemen bir sebep bul, mutlu olmaya çalış, hayatı erdemli yaşa, hep güler yüzlü ol, insanları sev. Başka bir isteğiniz de var mıydı? Bence bu kadar yeterli. Neden sizin istediklerinizi yapacakmışım. Ben mutsuz olma hâlini seçiyorum ve seviyorum. Beni tüketen her şeye sarılıyorum, yaşamı böyle karşılıyorum.
Bunları söylemeye ihtiyacım vardı. Lakin bu kadar konuşmaya da gerek yoktu. Gerçek olamayacak kadar güzel bir yoldan geçerken bu yolu yakma fikrine kapıldım. Yolun kenarındaki çeşmenin başına oturdum ve o an sadece bu yolu yakmak istedim. Köşe başındaki küçük evi, yolun kenarındaki çiçekleri… Her şey ama her şey yansın istedim. Ateşin yakıcılığıyla ben de yanayım ki son bulsun bu düşünceler. Çiçekler yeniden açamasın, kimse mutluluktan bahsetmesin. Önce cebimde kalan son sigaramı[!] çıkardım. Uzun zamandır saklıyordum. Bir an gelse ve o zaman keyifle içsem diye düşlüyordum. Etrafımdaki her şeyi yakma fikri bana iyi gelmişti. Avare avare dolaşırken fark ettiğim bu güzelliği veyahut mutluluğu yok etmek ne güzeldi. Sigaramı yaktım, çeşmenin başında otururken etraftan geçen insanları izledim. Hepsinin yüzünde mutluluk vardı çünkü güzel bir yoldan geçiyorlardı. Fakat bu güzelliğin bir de acı tarafı vardı. Bu yoldan geçmek onların kaderinde varsa yolu yakmak da benim kaderimde vardı. Farklı kaderleri ortak bir olayda birleştirmek de bana verilen bir sorumluluktu. Bir acının etrafında herkesi birleştirirsem yalnızlığım artacaktı.
Yoldan geçen insanlara bakarken onların ne çok şey bildiklerini düşündüm. Sevmeyi biliyorlar, yaşamayı biliyorlar, tarihi biliyorlar ama insan kalbini anlıyorlar mı? Doğduğum andan itibaren var olan kötülüğümü, hissizliğimi, yakıcılığımı ve yıkıcılığımı anlayan bir kalpleri var mı? Bence yok. Olsaydı ben böyle olmazdım. Evet, hepiniz suçlusunuz. Bugün bu çeşmenin başında bu yolu yakma hayâlini gerçekleştireceksem bunda hepinizin payı var. Haykırmadan anlatamadığım, herkesten kopuk dünyamı tasarlayan sizlersiniz. O yüzden bu yangını hak ettiniz. Size defalarca anlatmaya çalıştım ama beni anlamadınız. Hevesle emek verip çabaladığım her şeyin mutsuzlukla, hüsranla sonlanmasına, çabamın karşılıksız kalmasına alıştım. Bir çeşmenin kenarında oturup siz insanları izlerken bile varlığınıza dayanamıyorum. Sizi anlıyorum ama siz beni anlamıyorsunuz. İnsan, anlama kudretine erişmek için eksikliğini kabullenmeli. Fakat siz eksik değilsiniz. Çiçekleri seviyorsunuz veya bu yoldan geçerken bir yangını düşünmüyorsunuz. Hepiniz gülerek geçiyorsunuz buradan ama görmüyorsunuz etrafınızdakileri. Kararım kesindir. Artık yanmalı tüm yollar ve gövdem yeniden canlanmalı bu yangında. Yangın başlayacak ve siz su taşıyacaksınız yollara. Ben çeşmenin başında olmama rağmen size yardım etmeyeceğim çünkü benim kurtulma çabam yok.
Sigaramı içtim ve çeşmenin başından kalktım. Geldiğim yönün tersine doğru yürümeye başladım. Bayram sabahı için akşamdan hazırlık yapan çocuklar gibiydi içimdeki hisler. Yangınıma kavuşacağım artık. Her yeri yakıp yıktıktan sonra yeni yollar bulacağım. İçimdeki güzellik budalasını da yakacağım. Adımlarımı hızlı hızlı atıyorum. Kimsenin benden şüphe etmemesi gerekiyor. Yangını benim çıkarttığım bilinmemeli. Gerçi şüphe edilecek bir durum yok çünkü giysilerim tertemiz, elim yüzüm düzgün ve yoldan geçen herkese gülüyorum. Sanki biri yanıma gelse yardım istese elimden geleni yapacağım. Bir yanım gövdemi gömmek isterken diğer yanım yeniden dirilmek istiyor. Siz beni bu yolda görüyorsunuz ama ben başka yerdeyim. Çoktan yaktım bu yolları. Yaktığım yolun üstünde yerden biten bir ot gibi yeniden doğdum. Üzerime basa basa su aramaya koşuyorsunuz. Zamanı unutuyorum, kendimi unutuyorum. Hikâyenin en başına yeniden dönüyorum. Söndürdüğüm sigaranın küllerinden hiçbir eser kalmıyor.
Yolu yaktığım zamanı tekrar tekrar hatırlıyorum. Cebimdeki çakmağı çıkarıp çiçekli bahçenin önüne geldim. Tahtaları kurumuş evin önünde dikildim ve hiçbir şey düşünmeden evi yaktım. Alevler hızla yükselmeye başlamıştı. Yangının sesi bir dirilişi anlatır gibi çatırdıyordu. Evin içindeki dolap yere düştü. Ev yanarken ben bahçede sadece dikiliyordum. Hiçbir çaba harcamadan ben de buradayım dedim etrafımdakilere. Siz beni görmeseniz bile cesaretimi gördünüz. Varlığımı hissettiniz. Evin yangını yollara kadar sıçradı ama kimse yaralanmadı. Sanki herkes hissetmişti ve uzaklaşmıştı buradan. İyi insanların hisleri bu kadar kuvvetliydi demek ki. Bunu hesaba katmamıştım. Her şeyin kusursuz sonuçlanacağını düşünmüştüm. Gözlerimden yaşlar akıyordu, bedenim yavaş yavaş eriyordu. Yangın bendim artık. Hem yanan hem de yakandım. Bu yoldan yürüyenler neredeydi? Gülen çocuklar, bağrışan anneler, suratsız babalar nerede? Bu yangını hak eden sizdiniz. Neden kaçtınız benden? Korktunuz çünkü mutluluğunuzu sizden alacağımı biliyordunuz. Aslında siz kendi mutsuzluğunuza koştunuz. Bu yangın sadece sizin iyiliğiniz içindi. Kanınızın çekildiği hissiz evlerinizden, güzel gözüken çirkin sokaklardan sizi kurtaracaktım. Siz ise sokakta kalmamak için evinizi terk ettiniz. Kendinize başka evler aramaya çıktınız. Oysa nereye giderseniz gidin dört duvar arasına girdiğiniz her yer sizi sınırlandıracak.
Ben nefret ediyorum evlerden, eskimiş koltuklardan, kokan duvarlardan ve dökülen kapılardan. Siz nereye giderseniz gidin mahkumsunuz bu hayata. Oysa benimle kalsaydınız ve izleseydiniz evinizin yangınını her şey daha farklı olacaktı. Daha güzel yaşamları başka evlerde bulamayacaksınız. Sevgiyi, aşkı, hüznü ve özlemi evinize sıkıştırıp yaşamak zorunda kalacaksınız. Beni görseydiniz veyahut duysaydınız yeniden doğacaktınız. Evinizi inşa edecektiniz, çiçeklerinizi dikecektiniz ve daha sonra evinizi yakacaktınız. Fakat siz korkaksınız. Düzeniniz bozulur diye kaçtınız evinizden, o çok sevdiğiniz yolları ardınıza alıp uzaklaştınız. Yeni evlerinizde sahte mutsuzluğunuza mahkumsunuz. Belki bir gün evinizi yakma cesaretini kendinizde bulursunuz.
[1] Alıntı Jason Wilson’un Jorge Luis Borges isimli eserinden alınmıştır.