Dizelge
Evrenkent Kalemleri
  • Türkçe Sözlük
  • Yazılar
  • Kütüphane
  • 10 Soruda Evrenkentler
  • Kalemlerimiz
  • Hakkımızda
    • Hakkımızda
    • İlkelerimiz
  • İletişim
    • İletişim
    • Yazı Gönder
  • Dükkân
Evrenkent Kalemleri

Siyah- Beyaz Kentimiz

O kadar hızlı yürüyordum ki kimsenin bana yetişmesine imkân vermiyordum. Aslında her zaman hızlı yürürdüm ama en çok bir şeye kızdığımda…  Bir elimde demir çubuk, diğer elimde içi ayran dolu bir şişe var.  İçimden “delisin sen, deli, deli.” diyorum. Elimdeki bulunağa [adrese] doğru hızlı hızlı yürürken yolda tuhaf bakışlı insanlara rastlıyorum. Hepsi bana bakıyor ama ben ne yapacağımı bilmiyorum.  Bulunağı bulabailecek miyim, yeni odaya ulaşabilecek miyim bilmiyorum.  

Yeni koğuşa ulaşmak için çıktığım bu yolda mezarlara kürek kürek toprak atıldığını görüyorum. Eski koğuş arkadaşımın yolladığı mektupta yazan cümleleri düşünüyorum.  

“Bu kentte insan öldürenleri tutuklamıyorlar ama senin suçun çok daha büyük.” 

Şaşkınlıkla okuduğum mektuptan sonra hemen yola çıkmıştım. Bu kentte -bizim siyah- beyaz kentimizde- kötülük bizi bulmaz, biz kötülüğü buluruz. Polisler[!] evimizden bizi almaz, biz gider buluruz koğuşlarımızı. Hatta kalacağımız koğuşları da kendi ellerimizle yaparız. Hiç unutmuyorum daha çocukken babamla beraber yeni bir cezaevinin yapılışına katılmıştım. Sanki şehirdeki tüm insanlar bir araya gelmişti ve biz kendi sonumuz için hazırlık yapıyorduk.  

Hızlı hızlı yürümeye devam ederken sarmaşıklarla dolu bir yoldan geçtim. Yılanlar, kertenkeleler ve daha sayamadığım beni rahatsız eden birçok şey gördüm. İçim kıpır kıpır çünkü yeni koğuşuma gidiyorum.  Cezama daha doğrusu ödülüme kavuşacağım için çok mutluyum. Benim çok büyük suçlarım var, yıllarca içerde kalsam da ödeyemeyeceğim günahlarım var. Sararmış ve kurumuş yapraklar gibiyim ve bana bahar bir daha hiç uğramayacak. Aldığım ahların haddi hesabı yok, yok olabilecekken hapishanede var olmaya gidiyorum. 

  • Affedersiniz, Parmaklık Sokağı buraya yakın mı? 
  • Evet, sağdan düz devam edin. Hemen karşınızda kalacak sokak. 

Oh, nihayet yaklaştım. Cezamı çekmeye hazırım, kapıda görevliler yok, buna sevindim işte.   

Demir parmaklıkların arasına girmeden adımlarımı yavaşlatıyorum, suçlarımın ağırlığını tüm vücudumda hissediyorum. Koğuşa çıkan dik merdivenleri nefessiz bir şekilde çıkıyorum. İçeri girdikten sonra rahat nefes alabilecek miyim bunu düşünüyorum. Kapıyı kim açacak çok merak ediyorum.  Mavi gözlü yakışıklı bir genç açıyor kapıyı.  Açıkçası yüzünde tarif edemediğim bir çekicilik, bana doğru gelen tuhaf bir koku var. Sanırım içerinin pis kokusu üzerine sinmiş. Suçun ne diye sormaya fırsat vermeden “İnsanların arkasından konuşup yüzlerine gülmeyi bir alışkanlık edinmiştim.”  

Tabii ki şaşırmamıştım çünkü benim suçum da buna benzerdi.  Herkese karşı içimde zehirli bir öfke var, kimseyi görmek istemiyorum. Böceklerden, insanlardan, kalabalık gürültülerden kaçıyorum. Son çare cezamı çekmek artık. Suçumu kabul etmem lazım, siyah beyaz kentimizin sahte renklerinden arınmam gerek.  

Kapıyı açan çocukla sadece bu kadar konuştum. Çünkü bu hapishanenin de kuralları var. Mahkumlar asla birbirlerini dinlemezler, anlamadan birbirlerini yargılarlar, birbirlerinin cezalarını bile kıskanırlar.  Keşke ben daha suçlu olsam diye geçiriler içlerinden. Eğer biri hasta ise içten içe buna sevinirler çünkü dışarıdan gelen yemek daha az kişiye paylaştırılır. İşlemedikleri suçları işlemiş gibi davranırlar çünkü bu hoşlarına gider. Konuşulmayı sevdikleri için insanların yüzüne gülüp arkasından konuşurlar.  Zayıflayan birine “hayır, aslında o kadar da zayıflamamışşsın.” derler. Kendini düzeltmeye çalışan biri varsa buna hemen engel olurlar. Çünkü siyah beyaz kentimizin beyazına katılmalarını istemezler. 

Kuralları her seferinde kendime hatırlatıyorum, unutma sen delisin, sen kötüsün diyorum. Bundan gocunmuyorum çünkü cezamı çekmeye gönüllüyüm. Terazinin dengesini bozuyorum çoğu zaman siyah ve beyaz arasında mekik dokurken kendimi kaybediyorum. 

*Siyah- beyaz kentimizin asil mahkumları, akşam yemeğiniz geldi, buyurmaz mısınız? 

Yine mi salçalı makarna, ağzımın kenarına yapışan salça ve domateslerden midem bulanıyor. Hapishanede hep salçalı makarna olur. Bu zamana kadar o kadar çok hapishane gezdim ama hiç farklı bir yemek yiyemedim.  Ruhlarını temizlemeye çalışan “Parmaklık Hapishanesi’nin” kıymetli sakinleri için çok bile bu yemek. 

Yemeğimi hızlıca yiyorum, koğuştaki sessizlik bozulmuyor. İnsanların çatık kaşlarının düzelmesini bekliyorum. Gerçi bunu beklemek de suç artık. İnsanların düzelmelerini bekleyenler de bu koğuşta kendilerine yer buluyorlar.  Çünkü siyah- beyaz kentimizin insanları asla değişmezler. İşte bu değişimi beklemek en büyük suçtur.  

Görevlinin çığlık sesiyle irkiliyorum.  Duvarların karanlığını yalnız güneş aydınlatabilir. Görevlinin yüzünde de hiçbir ışık yok. Onun buraya seçilme sebebi de annesinin yaptığı yemekleri beğenmemesi, hayatına giren tüm kadınları yarı yolda bırakması ve verdiği sözleri asla tutmaması.  

“Hey sen, yeni gelen ne kadar kalacaksın burada?” 

“Bilmem ki ne desem doğru olmaz. Yeni bir kötülük yapmaya hazır olduğumda hemen giderim, kentimizin kurallarını unutmamak gerek sayın görevli, siz olsanız ne yapardınız?” 

“Ne yapacağımı bilseydim buraya düşer miydim?” 

Yine gece oldu, herkes köşesine çekildi, hem de kimse suçlarından pişmanlık duymadı. Herkes kafasını rahatça koydu yastığına. Sevdiklerini özlemediler, belki de hayatları boyunca kimseyi sevmediler. Tıpkı benim gibi. Kendimi suçlamıyorum çünkü bizim kentimizde bize hiç sevgi öğretilmedi. Sevgi kelimesini de yeni öğrendim, sokakta yürürken ufak bir çocuktan duymuştum. Arkadaşına “seni sevmiyorum, konuşma benle.” diyordu. Çok şaşırmıştım çünkü çocuklar birbirleriyle konuşuyorlardı. Nasıl olur, bizim siyah- beyaz kentimizde konuşmak yasaktır. Daha doğrusu sırayla konuşulmaz. Herkes hep bir ağızdan konuşur. Duygu, duyguların ifadesinin önemi, kendi varlığını tamamlama, hissetme, vs, vs. Daha ne kadar saçma şeyler duyacağız acaba? Siyah- beyaz kentimizin asık yüzlü sakinleri ne zamandan beri düşünmeye başladılar. Biz, sadece bize öğretilen kuralları biliriz. Başka bir şeye ihtiyacımız olmaz. Yenilik en nefret ettiğimiz şeydir, renkli evleri, mavi renkleri hiç sevmeyiz. En yakın akrabalarımızla bile hep yarışırız. Onların mutluluğunu istemeyiz. Sahi mutluluk da bizim çok küçükken yaşadığımız bir şeydi. Kentimizi inşaa ederken hep birlikte oturuduğumuz sıcak gecelerde mutlu hissederdik. Hatırladığım tek mutluluk bu. 

Bizler siyah beyaz kentin kıymetli sakinleri her geçen gün yeni hapishaneler inşa etmek için uğraşmalıyız. Kendimizi aklamak için girdiğimiz hapishanelerde bile yeni karanlıklar yüklemeliyiz kalbimize. Biz hayatımız boyunca yanlışın izinden gideriz. Çünkü biz kentimizin adını siyah beyaz koyduk. İstesek de uzaklaşamayız siyahtan. Güzel nedir bilmeyiz, doğru nedir bilmeyiz, kendi kurallarımızı kendimiz koyup cezalarımızı çekeriz. Bu yüzdendir ki siyah beyaz kentinin sakinleri uzun yaşayamazlar. Hapishanelerde geçen koca bir ömrün ardından beyazı aramak için gücümüz kalmaz.  

*** 

Parmaklıklar hapishanesine geleli tam iki ay oldu. Fakat hâlâ cezamı ödeyemedim. Her gün yediğim salçalı makarnayı artık görmek bile istemiyorum. Cezalarını bitirip dışarı çıkanlar oldu lakin ben hâlâ burdayım. Dışarı çıkanlar da özgür değiller. Çünkü bizim kentimizde özgürlük hiçbir zaman olmadı. Biz büyüdükçe siyah beyaz kentimizin kuralları da arttı. Kavga, kargaşa, huzursuzluk ve sayamadığımız birçok çirkin şey kentimizin etrafını sardı. Tıpkı yıllarca gidilmeyen, bakılmayan o eski evlerdeki sarmaşıklar gibi zihnimiz, vücudumuz, tüm dünyamız sarmaşıklarla dolu. Dışarısı da içerisi de birer hapishane. Sahi bu kentte suçlu kim? Kuralları belirleyen ve kentimizi inşa eden atalarımız mı?  

Siyah beyaz kentimizin kıymetli sakinleri eğer ki kentimizin beyazına ulaşmak istiyorsanız kendi hapishanelerinizi inşa etmekten vazgeçin. Yeteri kadar ceza çektik. Sizce de artık kentimizin beyazıyla tanışmanın vakti gelmedi mi? Konuşun onunla, bırakın size anlatsın kendini. Belki de siyah- beyaz kentimizden daha mutlu edecek sizi.  


22. Sayıyı Okumak İçin Tıklayınız

Aslı Aksoy
Yazar: Aslı Aksoy
asliaksoy12.13@gmail.com

ekalemleri Evrenkent Kalemleri @ekalemleri ·
25 Tem

Türkçemizi koruyalım, yabancı kelime kullanımından kaçınalım.
https://www.evrenkentkalemleri.com

#Cuma

ekalemleri Evrenkent Kalemleri @ekalemleri ·
11 Tem

Türkçemizi koruyalım, yabancı kelime kullanımından kaçınalım.
https://www.evrenkentkalemleri.com

#güneş
#sıcakhava

ekalemleri Evrenkent Kalemleri @ekalemleri ·
20 Haz

Türkçemizi koruyalım, yabancı kelime kullanımından kaçınalım.😇

https://www.evrenkentkalemleri.com

#kesfet
#evrenkent
#evrenkentkalemleri

ekalemleri Evrenkent Kalemleri @ekalemleri ·
6 Haz

Türkçemizi koruyalım, yabancı kelime kullanımından kaçınalım.😇

https://www.evrenkentkalemleri.com

#yaz
#evrenkent
#evrenkentkalemleri

Daha fazla yükle

EVRENKENT KALEMLERİ

EVRENKENT KALEMLERİ
Kalemimiz Aslı ile "Edebiyat neden dönemlere ayrılır? Tanzimat edebiyatı nasıl ortaya çıktı?" isimli bir açık oturum gerçekleştireceğiz.📚✨📚www.evrenkentkalemleri.com
19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı'mız kutlu olsun. Bu içeriğimizde  2. Abdülhamid dönemindeki yasakları, yasaklara rağmen takımlarımızın nasıl kurulduğunu ve kuruluş amacını, Atatürk'ün gerçekten bir takım tutup tutmadığını ve ayak topu alanındaki yabancı terimleri konuştuk.E-posta adresimiz: evrenkentkalemleri@gmail.com
Daha Fazla Yükle... Takip Et

Tasarım : Sezer Aydın
Gizlilik İlkelerimiz


©2025 Evrenkent Kalemleri | Tüm Hakları Saklıdır
Product successfully added to the cart!