Türkiye’de köyden kente hareketlilik 1950’li yıllarda başlamıştır. Tarımsal faaliyetlerde insan emeğine duyulan ihtiyacın azalması köydeki toplumsal ve iktisadi sorunları beraberinde getirmiştir. Büyük şehirlerin “taşı toprağı altın” diyerek yola çıkan insanlar, şehirlerde yeni toplumsal sorunlarla karşı karşıya kalınca durumun pek de söylenildiği gibi olmadığının farkına varmışlardır.
Bu yazıda, köyden kente göçen insanların karşılaştıkları toplumsal sorunlar, Ertem Eğilmez’in yönettiği Kemal Sunal, Halit Akçatepe, Metin Akpınar ve Zeki Alasya’nın başkahramanları olduğu “Köyden İndim Şehire” isimli beyaz perde eseri ile tahlil edilecektir.
Eser Himmet, Saffet, Hayret ve Gayret adlarında Kayseri’de yaşayan dört kardeşin köydeki tarlalarında altın gömüsü bulmalarıyla başlar. Altınları bulan kardeşler, altınları bozdurmak üzere büyük umutlarla Ankara’ya giderler ancak işler kardeşlerin tasarladıkları gibi gitmez. Türkiye’de köyden kente yaşanan hareketlilik konu edindiğimiz eserde de izlenebildiği gibi yeni toplumsal ve bireysel sorunları beraberinde getirmiştir. Yazımızda, eserde yaşanan olaylar ve geçen ikili konuşmalarla birlikte Türkiye’de köyden kente hareketlilik süreci ele alınacaktır.
Eserin başında köy evlerinde buldukları altınları sayan kardeşlerden Gayret:
-Himmet Ağa, şimdi bu altınları ne yapacağız?
Saffet:
– N’apacağız oğlum, köyün bütün tarlalarını satın alacağız. Bir sürü inek, öküz alacağız.
Toprak sahibi olmanın değersizleştiğini ve zenginin köyde yaşamaması gerektiğini düşünen Hayret şöyle ekler:
– Hayy öküz hayyy! Lan, bu kadar parayla köy yerinde yaşanır mı?
Himmet:
– Öyle ya! Artık büyük şehirde yaşayacağız.
Türkiye’de büyük şehirlerde yaşamanın cazibesine kapılan köylü erkekler, eşlerini daha sonra yanlarına almak üzere köylerde bırakarak kentlere gitmişlerdir. Bu durum köylerdeki ve kentlerdeki cinsiyet oranlarını büyük ölçüde değiştirmiştir. Nitekim ele aldığımız eserde kardeşler ve eşleri arasında şu şekilde bir ikili konuşma geçmektedir:
-Ne zaman gidiyoruz şehre?
-Biz dördümüz sabah erkenden gideceğiz.
-Anaa! bizi götürmüyor musunuz?
Eserin devamında Ankara’nın yolunu tutan kardeşler, altınları bozdurmak için güvenebilecekleri tek kişinin köylüleri Ali Rıza olabileceğine kanaat getirirler ve başlarlar Ali Rıza’yı aramaya. Eserde de konu edinilen kentlerde kurulmak istenen hemşehrilik ilişkileri, bazı durumlarda kentsel dayanışma açısından olumlu sonuçlar doğursa da bu durum, kent hayatını sadece hemşehrilik ilişkisi üzerinden yürütmeye çalışan bireylerin kente uyum süreçlerini uzatmıştır. Ayrıca bireyler bazen köy ve kent ayrımını yapamamaktadır. Bu durum da bireylerin kente uyum süreçlerini olumsuz etkilemektedir. Eserde bu duruma örnek olarak kardeşlerin şehre gittiklerinde Ali Rıza’yı arama maceraları verilebilir; kendi köylerindeki gibi Ankara’da da herkesin birbirini tanıdığını düşünen kardeşler, yoldan geçen birine Ali Rıza’yı soruyorlar, sordukları kişi Ali Rıza’yı tanımayınca da şaşırarak; Buralı değil herhalde, diyorlar. Tasarıları yolunda gitmeyen kardeşler başta Ali Rıza’ya ulaşamıyorlar. Ulaşabildiklerinde ise sorunlar bitmiyor çünkü Ali Rıza kardeşlerin altınlarına göz dikiyor ve onları dolandırıyor.
Bireyselleşmenin yoğun görüldüğü kent yaşamı, köylerdeki ilişkilerden farklılık gösterdiği için köyden kente giden insanlar bu yeni duruma ayak uydurmakta zorlanabilmektedir. Nitekim eserde de bireysel çıkarların yoğunlukta olduğu kent yaşamına uyum sağlayamayan kardeşler, yine bireysel çıkarlar uğruna altınlarını da kaybederek köylerine dönmek zorunda kalmaktadır. Altınları buldukları andan itibaren bireyselleşmeye başlayan kardeşler eserin sonunda ellerinde altınları kalmayınca tekrar eserin başındaki gibi birlikte tarla sürmektedirler. Eserin başında altınlarla öküz almak isteyen Saffet’e karşı çıkan kardeşler ise eserin sonunda tarlayı kendileri sürdükleri için şikâyet etmekte ve öküzlerinin olmamasından yakınmaktadırlar.