Türkçe’nin bulunan ilk sözlüğü, 1072-1074 yılları arasında Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılan Divanü Lügati’t-Türk, 11. yüzyılda dilimizin söz varlığı zenginliğinin yanı sıra kültürümüzün[!] köklerini ve boyutlarını da bizlere sunar. Türklerin bin yıl önceki yaşayışları, inanışları, gelenekleri, yiyecekleri, giyecekleri, sanat anlayışları gibi birçok hususta kaynak niteliği taşır. Eserde Kaşgarlı Mahmud’un ayrıntılı bilgi verdiği kavramlardan biri de on iki hayvanlı Türk takvimidir. Yazar, takvimin ortaya çıkış öyküsünü şöyle aktarır:
“Türk kağanlarından biri, kendi yönetiminden önce, eski dönemlerdeki bir savaş hakkında bilgi edinmek ister. Çevresindekiler savaşın tarihi konusunda çelişkiye düşünce kağan kurultay toplar ve halkına danışır. ‘Biz zaman hakkında yanılıyorsak, bizden sonrakiler de yanılacaklar. Yanılmamaları için göğün on iki burcuna ve on iki ay sayısına göre bir düzenleme yapalım; her yıla ad verelim. Böylece yılları sayarak zamanı belirleyelim. Yapacağımız düzenleme hepimiz için belge olsun.’ der. Kağanın düşüncesini halk da onaylar. Yıllara verilecek adları da şöyle belirlerler. Kağan ava çıkar ve yaban hayvanlarını Ila vadisindeki büyük ırmağa doğru sürmelerini buyurur. Halk yaban hayvanlarını ürküterek ırmağa doğru sürer. Yalnızca on iki hayvan ırmağı geçmeyi başarır. İlk geçen hayvandan başlayarak her geçen hayvanın adı sırayla birbirini izleyen yıllara verilir. (Sıçan, öküz, pars, tavşan, timsah, yılan, at, koyun, maymun, tavuk, köpek, domuz.)”

On iki hayvanlı takvim yalnız Türkler değil, Çinliler ve bazı Asya toplulukları arasında da yaygındır. Haliyle burada takvimin kökeninin hangi medeniyete ait olduğu hususu akla gelmektedir. Fransız, Çin tarihçisi Edouard Chavannes’ın araştırmalarına göre on iki hayvanlı takvim Çin’in kuzeyindeki Türk boyları ve medeniyetleri arasında M.Ö. 5. yüzyıl sıralarında doğmuş ve M.Ö. 2. yüzyılda Çin’e yayılmıştır.
Gayet açıktır ki kadim Türkler takvim vücuda getirebilecek kadar gökbilimine hâkimdir. Çünkü doğru işleyen bir takvim oluşturmak ancak Güneş’in, Ay’ın ve yıldızların yıl içerisindeki hareketlerini gözlemleyebilmekle mümkündür. On iki hayvanlı Türk takvimi bir yılı dört mevsime ve mevsimleri de üç aya, ayları da günlere ayırır. Mevsimler arasındaki farklılıklar Türk kültür[!] ve yaşantısına şekil vermiştir. Türkler güntün (ekinoks) tarihlerini de hesaplamışlar ve takvimlerine başlangıç olarak 21 Mart gününü seçmişlerdir. En eski tarihlerden beri Türkler arasında kutlanan Nevruz, takvime göre yeni yılın başlangıcıdır. Farsça kökenli Nevruz sözcüğü, nev ‘yeni’ ruz ‘gün’ sözlerinden oluşmaktadır. Türk dünyasında Nevruz adının yanı sıra yanı kün, ergene kün, ulu küni karşılıkları da kullanılmıştır. Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lügati’t-Türk’ü yazmaya başlamasından yaklaşık üç yüz elli yıl önce, dikilen Orhun Yazıtlarında tarihsel olaylar on iki hayvanlı Türk takvimine göre anlatılmaktadır. Ay adlarının birinç ay, beşinç ay biçiminde belirtildiği Orhun Yazıtlarında konuyla ilgili birçok kesite rastlanmaktadır.
“Bunça kazganıp kanım kağan ıt yıl onunç ay altı otuzka uça bardı lagzin yıl beşinç ay yiti otuzka yoğ ertürtüm.”
“Bu kadar kazanıp babam kağan, köpek yılının onuncu ayının yirmi altıncı gününde vefat etti. Domuz yılının beşinci ayının yirmi yedisinde cenaze törenini tamamladım.” (Bilge Kağan Yazıtı, Güney yüzü, 10. satır)
Takvim düzeneğinin kusursuza yakın tertip edilmesi, gökbilimi hususundaki birikim ve ilerleyişin kanıtıdır. Türkler tespit ettikleri gök cisimleri ve gök olaylarına Türkçe karşılıklar türetmişlerdir. Divanü Lügati’t Türk’ün sözlük bölümünde gezegen ve yıldız adlarının bazıları madde başında bazıları da madde içinde geçmektedir. Ay ve Güneş tutulmaları için “Ay tutundu, Kün tutundu”, gök kubbe için “kök çıgrısı” adları kullanılmıştır. Kutup Yıldızı için “Demirkazık”, yedi yıldızın meydana getirdiği Büyükayı takım yıldızı içinse yedi kardeş anlamına gelen “Yetigen” sözcüğü kullanılmıştır. Dünya’ya en yakın yıldız kümelerinden Süreyya takım yıldızı için “Ülker” demişlerdir. Ülker adlandırması günümüzde Türkçe’nin etkin söz varlığının bir parçası olarak yaşamaya devam etmektedir. Jüpiter “Eren Tüz”, Mars ise kızıllığından ötürü “Bakır Sokım” şeklinde adlandırılmıştır. Ayrıca Kaşgarlı Mahmud, Karakuş sözcüğünü açıklarken: “Müşteri yıldızının adıdır. Tanla beraber doğar. Buna bazen ‘Karakuş Yulduz’ dahi denir.”, “Yıldızlardan Müşteri’ye ‘Karakuş’ denir; bu yıldız doğduğu zaman ‘Karakuş togdı’derler. Karakuş yıldızı oralarda sabah vakti doğar.” ifadelerini kullanmıştır. Yazar, yıldızın Karakuş şeklinde adlandırılmasının nedenini sabahın ilk saatlerinde gökte belirmesinden ve kuşların ötüşünün bu vakte denk gelmesinden kaynaklandığını aktarmaktadır.
Çoban yıldızının Venüs olduğu saptanarak “Yaruk Yulduz” adı hem gezegen adlandırmasında hem de yıldız anlamında kullanılmıştır. Türkler arasında, Güneş ve Ay’dan sonra en çok kutsiyet atfedilen gök cismi Yaruk Yulduz’dır. Kamların ayinlerinde ve söyledikleri ilahilerde de belirttiğimiz husus göze çarpmaktadır. Abdülkadir İnan konuyla alakalı şunları yazmıştır: “Yıldızlardan Çoban Yıldızı kutludur. Bu bakımdan Tanrılar silsilesinde olan Çoban Yıldızını Abakan Türk halkları takdis etmişlerdir.” (İnan 1986: 29).
Evrenin çeşitli görünümlerini, mekân ve zaman içinde tüm evreni kapsayan bir düzen olarak açıklama girişimi Ön-Türk kabul edilen Çular’a (M.Ö. 1059–249) atfedilmektedir. Çular’a göre evren ve evrenin görünümü, gök ve yeryüzünü temsil eden ve birbirini tamamlayan iki zıtlıktan oluşmuştur. Çular’ın ortaya koyduğu fikirlere, evrensellik iddiasında bulun- duğundan “Evrenselcilik” ya da “Evrencilik” adı verilmektedir. Çular’a göre evren, yuvarlak gövdeli kubbeli otağa ya da üstünde otağ şeklinde şemsiye bulunan iki tekerlekli arabaya benzer. Şemsiye yirmi sekiz bölümdür ve bunlar yirmi sekiz burcu; arabanın iki tekerleği ise Güneş ve Ay’ı temsil eder. Gök, kubbe biçiminde; yeryüzü ise dört ya da sekiz köşelidir ve deniz içinde yüzer. Kutup Yıldızı (Demirkazık) gök kubbenin (Kök çıgrısı) merkezidir. Kubbe, demirden yapılmış kazığın, yani Kutup yıldızının çevresinde, muntazam hızla döner. Kutup yıldızı göğün hükümdarıdır; Etrafındaki yıldızlar hükümdarın ailesine ve etrafındakilere benzer. Hükümdarın arabası Büyükayı takım yıldızı (Yetigen), Kutup Yıldızı’na bağlı olarak dairesel biçimde hareket etmektedir. Bütün bunlar yıllık takvimi belirler. Gökteki düzen, Yeryüzüne de yansımıştır. Kutup Yıldızı’nın tam altında, Yeryüzünün yöneticisi hakanın oturduğu kent bulunur. Ordug adı verilen kentin yerleşim düzeni de göksel düzeni yansıtır. Nasıl gök, kutup yıldızının çevresinde dönüyorsa toplumdaki işler de hükümdarın çevresinde dönmektedir.
İnsanlığın kadim dönemlerinden beri gökbilimiyle ilgilenen ve kuramlar oluşturan Türkler, tarih boyunca gökyüzüyle yakın ilişkiler kurdu. Gerek inançlarından ötürü gerekse toplumsal hayatın ihtiyaçlarından dolayı gökbilimiyle ilgilendiler. Gökbiliminde gelişim katetmek için müspet ilimlerde belli düzeye erişmek gerekliliği göz ardı edilmemelidir, bu bağlamda düşünüldüğünde bilim geleneğimizin ne denli köklü ve güçlü olduğu anlaşılacaktır.
Değerli okur, ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “İstikbal göklerdedir.” sözüne başka pencereden bakman ve geleceğini geçmişinle aydınlatman dileğiyle…
1) A. İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara 1986
2) W. Eberhard, Çin Tarihi, TTK, Ankara 2007
3) Ş. Haluk Akalın, Kaşgarlı Mahmud ve Divanü Lugati’t Türk, TDK, Ankara 2008