Şehir merkezinin en yüksek tepesinde dağların arasına gizlenmiş bir bina vardı: Zamanın Bahçesi Huzurevi. Dışarıdan sıradan bir bakım evi gibi dursa da içinde yaşayan yaşlıların hepsi birer sır taşıyordu. O sırların hepsi yıllar önce yapılan bilimsel deneyle ilgiliydi.
Huzurevinin en eski sakini, doksan yaşındaki Nigâr Hanım, çoğu zaman pencerenin dibinde oturur, dışarıdaki kedileri izleyip gözlerini göğe dikerdi. Kimseye anlatamadığı ama hafızasında hâlâ canlı olan şey, insanların bilmediği bir uygulayım bilimine tanıklık etmiş olmasıydı. Gizemli zaman kılıfları Nigâr Hanım’ın yıllardır peşini bırakmıyordu.
Nigâr Hanım’ın yanındaki odada kalan Gazi Bey ise gençliğinde havacılık ile ilgilenmiş, fakat yıllar önce düşünceleri yüzünden susturulmuştu. Şimdi sakin ve nahif bir dede gibi görünüyordu ama beyninde hâlâ çözülmemiş sorular dolaşıyordu.
Bir gece huzurevinin bahçesinde ışıklar söndü. Çoğu yaşlı karanlıkta sessizce uyumaya çalışırken Nigâr Hanım ve Gazi Bey gizlice buluştu. Aralarına emekli pilot[!] Sabiha Hanım, gençliğinde bilgisayar arayüzleri üzerine çalışmış Zübeyde Hanım ve tarihçi Hikmet Hoca da katıldı.
Hepsi farklı alanlarda çalışmış, alanlarında yetkili kişilerdi ama unutulmuş yaşlılardı.
Nigâr hanım fısıldadı:
– “Zaman geldi, kılıf yeniden çalıştırılacak ama bu kez geleceği değiştirmek için.”
Gazi Bey’in gözleri parladı:
– “Eğer başarılı olursak insanlık tekrardan umutlanabilir. Lakin yanlış ellerde olursa her şey yok olabilir.
Huzurevinin en alt katında yıllardır kilitli bir oda vardı. Görevlilerden kimse bu odayı açmaya cesaret edememişti. Yaşlılar gizlice anahtarı ele geçirip içeri girdiler. Tozlu sandıklar ve kitapların arasında yarım asır öncesinden kalma parlak bir küre duruyordu.
Zübeyde Hanım cihazı inceledi ve elleri titreyerek:
– “Bu zaman kılıfı bizi istediğimiz bir ana gönderebilir ama erke [enerji] kaynağı eksik.”
Hikmet cebinden eski bir billur çıkardı. Yıllar önce bir araştırma sırasında bulduğu dünya dışı bir maddeydi. Tam da bu kılıf için üretilmiş gibiydi. Kılıf çalışmaya başladı ve etrafa mavi ışıklar saçıldı.
Gözlerini kısarak ışıkların ortasında hepsi birbirine baktı. Yaşlı bedenlerindeki yorgunluk gözlerindeki gençlikle çelişiyordu.
Nigâr Hanım kendini daha fazla tutamadı ve konuştu:
– “Belki de biz yaşlılığımızda bile geleceği değiştirecek son nesiliz.”
Kısa bir zaman sonra küre onları içine çekti. Bedenleri eriyor düşünceleri zamana karışıyordu. Huzurevinin boş geçeneklerinde [koridor] sessizlik hâkim oldu. Fakat bahçede kalan çiçeklerin yaprakları hafifçe kıpırdadı. Sanki yıllardır bu anı beklercesine ve kutlarcasına…
Huzurevinin yaşlıları gözlerini açtıklarında bambaşka bir yerdeydiler; yüksek binalar, gökyüzünde uçan arabalar, yapay zekâ ile yönetilen bir dünya vardı. Lakin bu geleceğin en büyük sorunu insanların duygularını kaybetmiş olmasıydı.
Nigâr Hanım derin bir nefes alarak:
– “Anladım, bizim görevimiz uygulayım bilimi değil, insanlığı geri getirmek.”
Yaşlılar birbirlerine baktılar. Bedenleri zayıf ve çelimsizdi ama yaşam deneyimleri adeta birer hazineydi. Yeni dünyada gençler bilgiye değil, makinelere[!] güveniyorlardı. Zamanın Bahçesi sakinlerinin şimdilik ilk görevleri “unutulan insanlığın hatırlatıcısı” olmaktı. Böylece yeni bir yolculuğun ilk adımı atılmış oldu.
Yaşlılar, yeni dünyanın yapay zekâ tarafından yönetildiğini öğrendiler. İnsanlar artık kendi kararlarını veremiyorlar ve ruhsuz canlar hayatı yaşıyorlardı.
Gazi Hoca içten gelen ürkek bir ses tınısıyla:
– “İnsanlık bir kez daha yenilmiş, daha kaç kere yenileceğiz söylesenize? Asırlardır okunan kitaplar, yapılan araştırmalar, bilim uğruna adanmış hayatlar bunun için miydi? Evet arkadaşlar, artık görevimize daha sıkı bağlanmalıyız. Geçmişten gelen bilgeliği hatırlatmalıyız.”
Gazi Hoca’nın bu söylemlerine kayıtsız kalamayan yaşlılar gençlerle buluşmaya başladılar. Onlara eski
kitapları, şarkıları (özellikle Erkin Koray’ı) ve hikâyeleri anlattılar. Gençler ilk kez “hissetmeyi” öğrendiler.
Bir süre sonra yapay zekâ yaşlıların varlığını hissetmeye başladı ve bir hata olduğunu fark edip onları yok etmeye karar verdi. Fakat yaşlılar son bir kez daha küreyi kullanmaya karar verdiler. Çünkü yeni dünya doğru bir gelecek değildi, insanlığın dönüm noktasını değiştirmeleri gerekiyordu.
Küre tekrar açıldı ve bu sefer kırmızı bir ışık yaşlıları çemberine almıştı. Hep birlikte birbirlerine bakarak “Belki de bu son yolculuğumuz.” Dediler.
Gözlerini açtıklarında huzurevinde değillerdi. Yıl 2065’ti. İnsanlık henüz duygularını kaybetmemişti. Merhamet, sevgi, ahlak ve en önemlisi aşk hâlâ vardı.
Nigâr Hanım gözlerinden süzülen yaşlara engel olamıyordu:
– “Hep birlikte başardık, insanlık ikinci bir yaşamı hak ediyor.”
Onların görevi artık tamamlanmıştı. Belki de ilk defa huzura ereceklerdi.
(Hikâye böyle bitmiş olabilir fakat anlatıcı ayrıntıları size aktaracak, buyurunuz.)
Zamanın Bahçesi’nin Gizemleri
Zamanın Bahçesi huzurevi aslında sıradan bir kurum değildi. Yıllar önce bir araya gelen düşünürler ve bilim insanları bir zaman kılıfı tasarlayarak yaşlı insanların hafızalarına güvenerek gizli bir topluluk oluşturmuşlardı. Nigâr Hanım’ın babası ve Gazi Bey’in annesi bu topluluğun kurucularındandı. Huzurevi bir simgeydi, asıl temsil edileni gizleyen ve dikkatleri üzerlerinden çeken bir simge. Çünkü kimse bir huzurevinde zaman kılıfı ile yolculuk yapıldığını, uygulayım biliminin [teknoloji] en üst düzeyde kullanıldığını düşünemezdi.
Huzurevinin en alt katında bir oda bulunduğundan bahsetmiştik. Odadaki küre sayesinde sadece geleceğe değil, aynı zamanda geçmişteki insanlara da iletiler gönderilebiliyordu. Örneğin Nigâr Hanım sık sık annesiyle konuşur, huzurevine yerleşen yaşlılar hakkında araştırmalar yapar ve belgeliğine kaydederdi.
Nigâr Hanım ve Gazi Bey zaman zaman bu odaya inerlerdi ve geçmişten yankılar duyarlardı.
“Zamanın Bahçesi’nin kıymetli temsilcileri, sizler yalnız değilsiniz. Bunu sakın unutmayın.”
Bir gece Gazi Bey odaya tek başına indi ve küreden sesler duymaya başladı. Huzurevinin kurucularından Aziz Bey gür sesiyle seslenmişti:
– “Sen benim seçtiğim kişisin Gazi, unutma sizler insanlığın çöküşünü önlemeye çalışacaksınız. Neden biz diye sorma çünkü siz seçilmiş kişilersiniz. Annen sana bir el verdi, yaşın kaç olursa olsun bu görevi layığıyla yerine getirmen lazım. Siz biz devamımızsınız. Geleceğe köprü olmayı unutma.”
Gazi Bey ve Nigâr Hanım zamanın iki kanadını temsil ediyorlardı. Biri geleceğe gidip insanların duygularını yeniden hatırlatıyor, diğeri ise geçmişle bağlantı kurarak kurumun sahiplerinin bilgeliklerinden faydalanıyordu.
Zamanın Bahçesi Huzurevi’nin yönü tek değildi. Yaşlılar insanlık hafızasını iki biçimde inceliyordu. Küreden yansıyan ışık, mavi bir ışıkla geçmişe, kırmızı bir ışıkla geleceğe gidiyordu. İnsanlığın zincirleri, yargıları bu iki renkte toplanmıştı.
Hiçbir Şey Göründüğü Gibi Değil
Zamanın Bahçesi Huzurevi dışarıdan sıradan bir kurum gibi gözükse de içinde nice gizemler taşıyordu. Bilimin, tarihin ve hayallerin sınırsız olduğu bu kurumda yaşamak yaşlılar için oldukça eğlenceliydi. Üzerlerine yüklenen sorumluluklar, gereğinden fazla düşünmek ve her yeni gelişmeyi takip etmek zor gelse de nihayetinde vazife her şeyin üstündeydi. Yaşlılar tesadüfen orada değillerdi, bütün hayatları bunun için hazırlanmıştı.
*** Bahçedeki çiçekler gülümserler, eşyalar zamanın kapısını açarlar, arabalar yaşlıların hafızlarını taşırlar. ***