Kafasını yastıktan kaldırdı ve diğer tarafa döndü, yüzüstü yatıyordu. Yastığa sinen teri yüzünün kuru tarafına ıslaklık bahşetmişti. Terinden rahatsız olmuştu. Bedeninin üst tarafını kaldırdı ve yastığı eliyle yokladı. Yastık epey ıslaktı, hızlıca yastığı takla attırdı. Kuru tarafına tekrar kafasını koydu. Tüm bunları yaparken gözlerini aralamamaya özen göstermişti. Uyku, kaçmak için can atan bir mahkûm gibiydi. Gözleri kapalı kaldığı müddetçe uyku kaçamaz ve tekrar koğuşuna dönerdi. Çocukluktan beri uyguladığı bu yöntem her seferinde başarıya ulaşır ve onu asla yanıltmazdı. Düşüncelerini kovuşturdu ve tekrar uykuya odaklandı. Birkaç saniye geçmişti ki büyük bir gümbürtüyle gözleri ardına kadar açıldı. Kapı dibinde firar etmeyi bekleyen uykusu saniyenin onda birinde onu terk etmişti. Endişe ve korkuyla yatağından doğruldu. Odanın içerisine, kalın perdenin yanlarından ve altından sızan kızıl renkler hakimdi. Perdeyle örtülü pencerenin etrafında kızıl ışık huzmeleri ihtişamla salınıyordu. İkinci bir patlama ya da silah sesi duymamıştı. Belli ki baskın değildi ama ya bir sızma girişimiyse? Hemen başucunda bulunan telsizi aldı: “Kuzey-1. Cevap ver!” telsiz birkaç saniye kadar tısladı. Cevap yoktu. “Kuzey-1. Cevap ver!” tekrar cevap alamadı. Telaşla doğruldu, hızlı ama temkinli adımlarla pencereye yürüdü. Yüzü perde kenarından yansıyan ışıkla, karanlığın arasında daha açık seçilir hale gelmişti. Perdeyi hafifçe araladı. Gözüne yansıyan yoğun ışık huzmesi istemsizce gözlerini kapamasına neden oldu. Gözlerini aralayabilmek için eliyle siper yaptı. Kısık gözleriyle, aşağıda ona bakan belli belirsiz bir gölgeyi seçebildi. Ardından tek el silah sesi. Kurşun siper için gözleri hizasında kaldırdığı elini delip geçmiş ve alnına isabet etmişti. Acı hissetmedi. Öyle ki onun için ateşlenen silahın sesini dahi duymamıştı. Eğer düşünebilseydi muhakkak gözleri kapalı ölmek isterdi ancak şimdi odanın ortasında gözleri açık şekilde uzanıyordu.
***
Kolluk amiri, cesedin başında incelemelerini tamamladı. Yanındaki ere cesedi define hazırlaması için emir verdi. Odayı terk ediyordu ki başka bir er telaşla oda kapısında belirdi. “Amirim, Gökalp Beyler geldiler.”
“Neredeler?”
“Saldırının gerçekleştiği kuzey karargâhını gezmek istediler, bildirmemiz gerekli dedik. Dinlemediler. Şu an oradalar.”
Olduğundan yaşlı gözüken amir, ciğerlerindeki havayı odadakilerin duyabileceği şekilde burun deliklerinden üfledi. Canı sıkıldığı belliydi. Hışmını kapı eşiğinde dikilen genç erden çıkarmak istercesine söze başladı:
“Bildirmeniz gerekliyse neden bildirmediniz? Şam babası mıyım ben?”
“Amirim.”
“Kes ulan!”
Amirin odada gürleyen sesi erin kulağına tokat gibi çarpmıştı. Odayı terk ederken eşikten çekilip ona yol veren ere sertçe baktı. Hızlı adımlarla Kuzey karargahının yolunu tuttu.
Gökalp Bey karargâhın önünde amiri bekliyordu. Amir sahte yüz ifadesiyle öfkesini dindirmeyi amaçlıyordu. Ustaca, karşılaşmaktan hoşnut ancak karşılaşma biçiminden rahatsız bir tavır takındı. Sesine hüzünlü bir tını ekleyerek elini uzattı:
“Başınız sağ olsun Gökalp Bey.”
Gökalp’in sesinde karşısındakinin aksine öfke ve ciddiyet hakimdi.
“Başımız sağ olsun diyecektiniz sanırım(!)”
“Öyle elbette, kusuruma bakmayın. Olayın vahameti içerisindeyiz.”
Gökalp, amirin sahte duyarlılığının farkındaydı ama onu ve duygularını umursamıyordu.
“Sızma girişimi ses ve ışık patlayıcılarıyla gerçekleştirilmiş. Ucuz yöntem… Ayrıca burası üssün en korunaklı bölgesi. Yazanaklara göre yıldırıcılar sadece 13 kişiymiş. Ancak ben 12 leş saydım.”
“Yıldırıcılardan [terörist] birinin yongasının [çip] hasarlı olabileceğini düşünüyoruz. Cesedini de merkeze gönderdik.”
Gökalp kollarını bağlamış, gözlerini kısmış amiri süzüyordu. Sessizlik sürdükçe amirin gerginliği artıyordu. Amir kaldığı yerden devam etti.
“Arzu ederseniz merkeze geçip bilgisayar verilerini beraber inceleyebiliriz.”
“İşine burnumu sokmak niyetinde değilim ancak şu yonga ve arıza meselesi kafamı karıştırıyor. Böyle girişimlerde yonga arızası yaşamak bizim için de onlar için de önlenemez sorunlar doğurur.”
“Yonga arızası basit bir nedenden de kaynaklanmış olabilir ama belirttiğim gibi arızalı olmama ihtimali de var.”
“Amirim! Beyne takılan yongaların amacı, yıldırıcılardan biri canlı ya da yaralı ele geçirilirse konuşmamasını sağlamaktır. Beyin, yongalar sayesinde tek düğmeyle durdurulabilir. Yıldırıcının beyin ölümü gerçekleşir ve tüm veriler anında silinir. Kısacası mesele basit nedenlere indirgenemez. En ufak veri ifşası bile saldırıyı tehlikeye sokar. Sizce böyle acemice hatalar telafi edilebilir mi?”
“Haklısınız… Belki de bilinçlice kendilerini ifşa etmek istiyorlar.”
“İşte şimdi aynı fikirdeyiz.”
Amir, büyük resmi görmüşçesine mesuttu. Kendini güçlü hissediyordu. Etrafındaki erlere hızlıca birkaç emir savurdu. Sesini alçaltarak Gökalp Bey’e hitap etti: “Dilerseniz beraber merkeze geçelim ve neler bulabileceğiz bakalım. Emrimdeki erler Umay Hanım’ın cenazesini defne hazırlayacaklar.”
Gökalp eliyle yolu gösterdi. Amir baş selamı vererek yola koyuldu. Amirin ardından ellerini beline dayadı, alt dudağını üst dişleriyle ısırdı ve gözlerini kısarak saldırının gerçekleştiği alanı süzmeye başladı. Düşüncelerine odaklandığında, dudakları kalın bıyığının altında kaybolurdu. Saldırı uzmanca gerçekleştirilmişti. Ortada ne patlama izi ne de kurşun yuvası vardı. Tek el silah ateşlenmişti o da maktul içindi. Gökalp’ın odağını dağıtan yanı başındaki kardeşi oldu,
“Ağabey, Amir seni arabada bekliyor. Çağatay’ı yanına verdim. Ben burada kalıp cenazeyi halledeceğim.”
“Eyvallah Mustafa.”
Saldırı alanına son kez göz atıp arabaya yürüdü.
***
Mustafa odanın kapısında gözüktüğünde cesedin etrafındaki erler toparlanarak selam durdular. Muhalif kuvvetler namıma rütbe taşımamalarına rağmen Gökalp ve Mustafa direnişin simge isimleriydi. Kendini muhalif olarak atfeden kim varsa iki kardeşe saygı duyar hatta bunu direnişin şartlarından sayardı. Mustafa odadaki askerlere eliyle rahat olmalarını emreden bir işaret verdi. Manalı ve yorgun bakışlarını yerde boylu boyunca uzanmış hocasına, Umay Türker’e çevirmişti. Direnişin fikriyatını Türker temellendirmişti. Yandaşların önemli isimlerinden biriyken saf değiştirmiş ve muhaliflerin siyaset mücadelesinin öncüsü olmuştu. Prof. Dr. [!] Umay Türker dün gece hain bir saldırıda şehit edilmişti.
Mustafa, yalnız inandığı doğruların gür sesini kaybetmemişti. Fikir dünyasını şekillendiren ve kendisi için anneden farksız birini de kaybetmişti. Yavaşça ilerledi ve yerde yüzüstü yatan cansız bedenin yanı başına çömeldi. Türker’in gözleri açıktı. Odadakiler Mustafa’nın söyleyeceklerini merakla bekliyordu. Kendisi de durumun farkındaydı esrarlı bir sesle konuşmaya başladı: “Eski Türkler anneye ‘ög’ demişlerdir. ‘Öksüz’ kelimesi de annesiz demektir. Türkler aynı zamanda akıl için de ‘ög’ kelimesini kullanmışlardır. Yani öksüz aynı zamanda akılsız anlamına da gelir. Kısaca annesizlik akılsızlıktır. Davamız annesini kaybetti, davamız aklını yitirdi. Kısacası öksüz kaldık.” Elini cesedin yüzüne kapattı. Elini çektiğinde maktulün gözleri kapanmıştı.
(Devam Edecek…)