Rıfa’at Ali Abou-El-Haj, “Modern Devletin Doğası” adlı eserinde 16.-18. yüzyıllar arasında Osmanlı İmparatorluğu’nun[!] değişiminden bahsetmektedir. Çalışmanın asıl önemi imparatorluğun değişiminin tarih yazımını nasıl etkilediğine dair yapıcı eleştirilerle şekillenmesidir. Tarihçilerin, Osmanlı Tarihi’nin “geleneksel” dönem sonrasını bozulma, çürüme gibi yaklaşımla ele alması yazar tarafından eleştirilmektedir. Devletin değişiminin genelde olumsuz değerlendirildiği tarih araştırmalarına karşı Abou-El-Haj, esere de ismini veren değişimin “doğasına” odaklanmaktadır.
Osmanlı Devleti’nin dünya tarihinde Avrupa merkezci bir bakış açısıyla anılmasının Osmanlı Devleti’nin kendine özgülüğünün sınırlandırılmasına yol açtığını belirtmektedir. Yazar, bu sınırlandırmadan kurtulmak için Osmanlı Devleti’nin kendine özgü toplum olduğu yaklaşımına istinaden, Osmanlı tarihinin diğer devletlerin tarihleriyle karşılaştırılmasının mümkün olabileceğini savunmaktadır. Hatta 17. yüzyıl göz önüne alındığında Osmanlı ve Avrupa arasında benzerlikler olduğunu söylemektedir. Yazarın bu duruma yönelik bir diğer eleştirisi Osmanlı’nın tarih yazıcılığında yetersizliğidir. Böylelikle devletin toplumsal ve siyasi değişim-dönüşümün araştırmalarının sınırlı kalması söz konusudur. Yazarın bu noktada verdiği örneği lise tarih müfredatlarında dahi görebilmekteyiz. Örneğin; 18. yüzyıl İngiltere’sinde kamu görevlilerinin atamalarındaki yolsuzluk olgusunu tarihçiler meşru bir araştırma konusu olarak ele alırken bizde aynı konu Osmanlı tarihi için ele alındığında tarihçiler yolsuzluğu çözümlemek yerine kınamakla yetinmektedirler. Yazara göre tarihsel olguları günümüz bakış açısıyla değerlendirmek tarihçilerin eksikliğindendir. Böylelikle Osmanlı tarihini yanlış değerlendirirken, Avrupa ve Amerika bilim insanlarının üstünlük hissiyatlarının güçlenmesine yol açılmaktadır. Bununla beraber Osmanlı Devleti sorunlarının tek bir araştırmacı ya da tek bir araştırmanın etkisiyle çözümlemek mümkün değildir.
Yazar, 16. ve 17. yüzyıllarda kötüleşen iktisadi koşulların kaynaklarını ele alırken konuya katkıda bulunan Halil İnalcık, Huricihan İslamoğlu, Çağlar Keyder ve S. Faroqhi’den de bahsetmektedir.
Yazar Osmanlı toplumunda 16. yüzyılda başlayan dönüşümlerin 17. yüzyılda devam ettiğini, bu dönüşümlerin örneklerinden biri liva kanunnameleri ya da sancak kanunnameleri diye bilinen yerel düzenlemeleri kanunlaştırma girişimleridir. Liva kanunnamelerimin ortadan kalkmasıyla erken çağcıl dönemin merkezileşmesi adımı ortaya çıkmıştır. Söz konusu dönüşümlerin etkisiyle Rumeli ve Anadolu kırsalında isyanlar baş göstermiştir. Abou-El-Haj, Osmanlı’daki bu gibi dönüşümlerin toplumsal yapıda bir değişikliğe yol açmadığını savunan 20. yüzyıl tarihçilerini eleştirmektedir. Yazar bu durumun Osmanlı arşivinden kaynaklanabildiğini de belirtmekle beraber, Osmanlı Devleti’nin işleyişine merkezi bir yön veren 16.-18. yüzyıl yazarlarından örnekler vermektedir. Özellikle nasihatnameler arasında Koçi Bey’in Risalesi’nin 1650’den önce yazılması ve Koçi Bey’in iktisadi ve siyasi istikrarsızlığın topluma yansımasını işlemesi, Osmanlı devlet ve toplumunu ayrıntılı ele alması; yazar tarafından eseri önemli kılan özelliklerdendir. Yazarın değindiği diğer bir nokta ise ilgi çekicidir; nasihatnamelerin 20. yüzyıl tarihçileri tarafından yanlış yorumlanmasına örnek verdiği Mustafa Ali’nin (16.yüzyıl) ve Koçi Bey’in (17.yüzyıl) değerlendirmelerinin sorgulanmadan Osmanlı’nın çöküşüne kanıt olarak kullanılmasıdır. Yazar bu durumu şöyle açıklar: “Nasihatnameleri, birer nasihat el kitabı ya da düzeltim (reform) çağrısı olmaktan çok birer söz dalaşı (polemik), bazen de birer reddiyet (protesto) risalesi olarak değerlendirmek gerekir.”(Sayfa 57) Devamında ise Koçi Bey’in Risale’sindeki yaklaşımları; yöneticiler arasında kazanç ve görevlerin paylaşılmasında rekabet oluştuğu, sultanın iktidarının simgesel hale geldiği, sınıfa dayalı toplumsal düzeneğin bozulduğu, devlet memuriyetlerine atamaların para karşılığı olması, sancak kanunnamelerinin etkisiz hale gelmesi şeklinde maddeleştirilmiştir.
17. Yüzyılın ikinci yarısında iktidarın sivil bir takım erkinin (oligarşi) elinde bulunmasını savunanlardan Mustafa Naima’nın Tarih adlı eserini inceleyen yazar, eserde toplumun sınıflarına ve toplumun izin verdiği değişimin sınırlarına odaklanıldığını söylemektedir. Fakat buradaki değişimden kastedilen toplumsal devrimle bağlantılı şiddetli bir değişim değildir. Yazara göre Naima “değişimin bir tarihin her döneminde yaşandığını ve yeni tabakaların ya da sınıfların ortaya çıkışında bir kural dışılık (anormallik) olmadığını” göstererek anlatır. İşte bu noktada, belki de Modern[!] Devletin Doğası kitabını tek cümlede özetleyecek olursak yapabileceğimiz bir tanımın altını çizmekteyiz:
“Değişim bir mücadelenin eseri olarak görülemez, dolayısıyla insani ya da toplumsal bir eylemin sonucu değildir.” (Sayfa 79)
17. ve 18. yüzyılın son yirmi yılında özellikle ulema sınıfının yönetimi elinde bulundurması, “ekâbir siyaseti” denilen yeni yönetim biçiminin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yazar, ekâbir sisteminin içindeki ilmiye sınıfının özellikle dokunulmazlığına dikkat çekmektedir. Vakıflardan elde edilen gelirler ve vakıf idaresinin hâkimi olan yüksek ulema, maddi unsur sayesinde meydana gelen değişimler sayesinde yeni bir güç haline gelmiştir. Yazarın iddiasına göre 17. yüzyılın Osmanlı’sında yaşanan toplumsal, iktisadi ve siyasi değişimlerin neticesindeki bozulmaların bir diğer örneği miri toprakların özel mülke dönüştürülmesidir. Böylelikle yeni bir siyasi yöneticilerinin kendi özel mülklerinin ortaya çıkması, yönetimdeki iktidarsızlığa yol açmıştır.
Abou-El-Haj, bir diğer eleştirisini çöküş dönemi diye adlandırılan 17. yüzyıl da dahil olmak üzere Osmanlı tarihinin tümünün akışkan ve devimselliğini, bilimsel yazının göz ardı etmesine yapmaktadır. Yazara göre bunun nedeni, toplumun dış görünüşe odaklanmasıdır. Büyük bir yapısal dönüşüm yaşanmasına rağmen dış görünüşte eski Osmanlı iktidar yapısı ve düzeni hala ayakta gibi görünmektedir. Yazar, bunun geçmişte kaleme alınan Osmanlı kaynaklarından doğduğunu söyler. Yakından bakıldığında ise kimi tarihçinin değişmelerin farkındayken eleştirdiklerini, kimilerinin ise mevcut düzeni savunmalarına karşın değişimi kabul ettikleri açıktır. Yazara göre kaynaklar, satır aralarını dikkate alarak değerlendirilmelidir. Yazar bu noktada şu soruyu sormaktadır: Ele aldığımız toplumsal-siyasi (sosyo-politik) değişimler neden bu dönemde yaşanmıştır? Bunun cevabı, nüfus artışı ve iktisadi buhranın baş göstermesinin toplumsal yansımalarında gizlidir.
Yazarın, erken çağcıl dönemde Osmanlı Devleti’nin doğası meselesine nasıl yaklaşılabilir sorusunun cevabı ise; erken çağcıl devlet oluşumunun yıkılışı, iktidarın ademi merkezileşme süreci ve bu döneme özgü sınıf temelli hizmet için liyakat sisteminden vazgeçilmesiyle ortaya çıkmaktadır. Şeriatın dahi merkeziyetçi eğilimleri desteklemek amacıyla kullanıldığı belirtilmektedir. 16. ve 17. yüzyılda Osmanlı yönetici sınıfının servet edinmeyi ve insan kayırmayı meşru görmesini Ali ve Koçi Bey yozlaşma şeklinde nitelendirirken, Naima ve Defterdar Mehmed Paşa aynı fikirde değildi. Burada dikkatimizi çeken en önemli nokta, yönetici sınıfın faaliyetlerinin asıl nedenidir. Yazara göre, yönetici sınıfının aileleri ve çevresi çeşitli dinsel ve hayır kurumları inşa ettirmişlerdir. Yazar, seçkinlerin bu “cömertliğini” reayanın ürettiği artıklara el koyarak edinilen servetin küçük bir kısmını tekrar reayaya vermesi şeklinde yorumlamaktadır. Bu hizmetler ise yönetici sınıfın çıkarlarına uygun davranışlarının üstünün örtülmesine izin vermemelidir.
Yazar Osmanlı devlet oluşumunun iki farklı aşamadan geçtiğini belirtmektedir. İlki 15. yüzyılın ortalarından 16. yüzyılın ortalarına kadar sürmüştür. Bu dönemde yönetici seçkinler sınırlı sayıda liyakate dayalı kamu atamaları yapmış ve özel kurumsal yapılar meşru yoldan sömürme adına kurulmuştur. İkincisi ise 1560-1700 yılları arası dönemdir. Bu dönem yönetici sınıfın ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde bir esneklik dönemidir.
Eserde, tarihçinin olay ve olguları mutlaka dönemin şartlarına, bakış açısına göre değerlendirmesi gerektiği yaklaşımını sıklıkla vurgulanmıştır. Özellikle iki devlet türünü (erken çağcıl devlet ve ulus-devlet) mutlaka birbirinden ayrı değerlendirmek gerektiğini söyler. Yazara göre, sınıf kavramı üzerinde durmak ise, karşılaştırmalı bakış açısının kazandırılmasında önemlidir.
Eserin sonsözünde bahsedilen toplumun doğasını belirleyen temel eğilimlerin, çağcıl dönemde yani 18. ve 19. yüzyıllarda nasıl geliştiği anlatılmıştır. Yazar bu bölümde tarih yazımı ve anlayışına dair birçok tavsiyede bulunmaktadır. 19. yüzyıldaki değişimi değerlendirmek için Osmanlı tarihinin geleneksel dönemi incelenmelidir. Yazar, 17. yüzyılda yaşanan değişim sürecinin, Tanzimat ıslahatlarının önemli kısmını oluşturduğunu belirtir. Vergi düzeneğindeki değişmelerle mahalli yönetici seçkinleri oluşmuştur. 15.-16. Yüzyıllarda özel mülkler azken, sonraki yüzyıllarda ise toprak, özel mülkiyet biçimini almıştır. Ticaret ve köylünün denetimi bu yüzyılların Osmanlı mahalli eğitimini merkezi yetke karşısında bağımsız hale getirmiştir.
Yazar mühimme defterlerinden hareketle Tanzimat döneminde kurumsallaşan çağcıl merkezileştirilmenin daha önceki yüzyıllara uzandığı varsayımını desteklediğini söylemektedir. Buradaki önemli iddia ise yazarın Tanzimat’ın gelişimine yol açanın, Avrupa’nın değişim örnekleri olmadığı görüşüdür. Ona göre; “Değişim, Osmanlı toplumunun bir katmanınca başlatılmış ve Osmanlı yönetici sınıfının yararına işlemiştir.” (Sayfa 84) Yazar, yönetici seçkinlerin 18. yüzyılda Osmanlı ülkesi dışımdaki gelişmelere karşı ilgisinin arttığını kabul etmekle beraber, belli kültürel aktarımların benimsenmesini seçkinlerin ihtiyaçlarından kaynaklanmasından ötürü oluştuğunu söylemektedir.
Erken çağcıl dönem merkezileştirmesini kurumsallaştıran ise II. Mahmut’ tur. Fakat yazar, 19. yüzyılda yaşanan siyasi değişimin toplumsal ve iktisadi temelini tek bir padişaha, askeri tehditlere veya Avrupa’nın baskılarına dayandırmaz. Çünkü değişime yol açan en önemli güçler iç güçler yani yönetici sınıfıdır. Yazar, siyasi değişimi yalnızca Avrupa güçlerinin dış siyasetlerine yoğunlaşmayıp Osmanlı iç devinimlerini ele almak gerektiğini söyleyerek eserini noktalar.
Eserin sonunda Ekler başlığı açılmış, burada da yazarın bahsettiği kanıtlar ayrıntılarıyla ele alınmıştır. Toplumun iç devinimlerini farklı kaynakları ele alarak inceleyen eserin, okuyucu tarafından tek eksikliği, kişinin bahsedilen kaynaklara erişip yazarın değindiği konuları kendi zihin süzgecinden geçirecek kabiliyette olması gerektiğidir.