Merhaba sevgili okuyucu! Öteden beri tartışıla gelmiş bir konuyla, kültür[!] ve medeniyet kavramlarının tanımlanması gayesi ile tekrar buluşuyoruz. İş zor, bu nedenle bir hocaya ihtiyaç duyduk ve Cemil Meriç’e başvurduk. Onunla söyleşerek, kafa kafaya vererek bir yazı çıkarmayı canı gönülden isterdik… Yine de işbu yazıda Cemil Meriç’in çeşitli deneme, eleştiri ve kitap tahlillerinden oluşan “Umrandan Uygarlığa” ve “Kültürden İrfana” isimli eserleri bizim yol göstericimiz oldu. Şunu da belirtmeliyiz ki bahsi geçen iki kavram, Meriç’in deyişiyle kaypaktır, yani kesin bir tasviri yoktur. Dolayısıyla yapılan tanımlar sadece bir öneri niteliği taşımaktadır. Yazının kafa karıştırmadan akabilmesi adına konuya dair kısa sorular hazırlanmıştır. Bu soruların cevaplanmasından meydana gelen bir bütün okuyacaksınız.
Umran ve asabiyet ne demektir? Medeniyet ve kültür arasında bir fark var mıdır?
Umran ve asabiyet, İbn Haldun’dan bizlere miras kalan hazinelerdendir. Meriç’in deyimiyle Umran “Bir kavmin yarattıklarının ve yaptıklarının bütünü, içtimai ve dini düzen, adetler ve inançlar” manasına gelir ve iki şekilde tezahür eder: badiye(çöl) hayatı ve şehir hayatı”. Badiye hayatında kabileler halinde ayrık bir yaşantı söz konusudur ve ailesel bağlar kuvvetlidir. Bir diğer deyişle aileler arasında dayanışma vardır ve kabiledeki kişiler muhaliflere karşı birlikte hareket ederler. İbn Haldun’a göre asabiyet tam da bu şekilde cemaat halinde yaşayabilme yetisinin ve dayanışma ruhunun ortaya çıkmasıyla oluşur. Ne var ki, bedeviyetten (dağınık çöl yaşantısından) hadariyete (birleşik şehir yaşantısına) geçiş yapıldığında soya dayalı asabiyet zayıflar ve ailesel çekirdekler topluma dönüşerek devlet önderliğinde bir dayanışma-yardımlaşma ruhuna bürünürler. Yine de denebilir ki asabiyet, cemaat halinde yaşama, içtimai birlikler kurma yolunda önemli bir aşamadır ve medenî yaşama geçişin bir basamağıdır. “Medenî” olan nedir sorusu ise bir sonraki kısımda yanıtlanacaktır. Şimdi Umran’a geri dönelim.
Umran, günümüzde kullandığımız medeniyet ve uygarlık kelimelerinin karşılığı olarak algılanmaktadır. Ne var ki, Umran, medeniyeti aşkındır ve iki temel üzerine kuruludur: bilimsel unsurlar ve manevi değerler. Manevi değerler kültürle, bilimsel unsurlar ise medeniyet ile açıklanabilir. Söz gelimi konuşma dilinin icadı medeniyete ait bir unsur iken, Türk dili kültürel bir değerdir. Bu açıdan bakıldığında başlangıçta bölgesel bir oluşum gösterse de sonradan medeniyetin, coğrafyayı aşkın bir özellik kazandığı gözlemlenebilir. Yani, kültür coğrafya ile bölgesellikle ilintiliyken medeniyet küreseldir ve tüm insanlığın ortak malıdır.
Bir başka tanıma göre medeniyet, insanın doğaya egemenlik kurması demektir. Bir toplum doğayı yönetmeyi başardığı takdirde medeniyet oluşturabilir. Fakat daha önce belirtildiği gibi Umran’ın oluşması için doğayı insan ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirmek yetmez. Kültür de işin içine girmelidir. Medeniyet, insanın doğayı fethiyse, “Kültür, insanın kendi kendini fethidir.” İnsan önce kendini tanır, sonra kendi ihtiyaçları doğrultusunda çevresini şekillendirir. Yani, kültür medeniyeti öncelemektedir.
“Medenî” nedir?
Ne yazık ki “medenî”yi tanımlama görevini layıkıyla yerine getiremedik. Kesin bir tasvir yerine dolambaçlı bir yoldan gittik ve kelimeyi oluşturan unsurları saptadık. Bu bağlamda denebilir ki, Umranın yapı taşı medenî kelimesidir. Proteinler[!] nasıl aminoasitlerden[!] oluşuyorsa, Umran da medenî’den meydana gelir. Dolayısıyla medenî olan hem kültür hem de medeniyetle, yani hem manevi değerler hem de bilimsel gelişmelerle bağlantılıdır. Medenî, medeniyet ve kültürün ortak çalışması sonucu kendiliğinden peyda olur.
Cemil Meriç, medenî yaşam tarzının oluşumu için gerekli şeyleri Tunuslu Hayreddin Paşa’nın sözleriyle açıklamaktadır. Buna göre “Avrupa’da adaleti, hürriyeti ve emniyeti sağlayan bir mesuliyet nizamı vardır: Bu da mesuliyeti vükeladır. İslam’da ise ehli hal ve akd zümresi vardır, yani şeriatın temsilcisi olan Ulema sınıfı.” Bu zümreler, yaratıcı azınlıklardır. Bir diğer deyişle, Umran’ın yozlaşmasını önleyen, medeniyet ve kültürün birlikte idamesini sağlamakla yükümlü kişilerdir. Ne var ki yönetici kesim hürriyet ve adaleti sağladığı sürece bu zümreler işlerini devam ettirebilir, yaratıcılıklarını ve denge sağlama görevlerini sürdürebilirler. Yani medenî bir yaşam, bir önceki kısımda bahsedildiği üzere soya dayalı asabiyetten, devlet liderliğinde bir içtimai hayata geçişle, liderlerin adaletli yönetimiyle ve yaratıcı azınlığın (Buna günümüzde aydın diyebiliriz.) fikri hürriyetinin sağlanmasıyla şekillenir.
Umran nasıl yozlaşır?
Umran’ın iki temel üzerine kurulduğunu daha önce belirtmiştik: medeniyet ve kültür. Bu ikisi arasında önemli bir etkileşim vardır ve birbirlerini yüceltebilecekleri gibi hapsedebilirler de. Aristoteles’in altın ortasını bulmak elzemdir. Kültür ve medeniyet arasındaki dengenin bozulması zaman içinde beraberinde yozlaşmayı da getirecektir. Bu yozlaşma iki türde gerçekleşebilir. İlkinde maddi değerler ağır basar, bilimsel gelişmeler ışığında insanlar ruhlarını kaybederek birer rakama dönüşürler. Hristiyan[!] Batı Umranı’nın yaşadığı varoluş sancıları ve karşı kültür hareketleri bu tür bir yozlaşmaya örnek gösterilebilir. Bir diğer yozlaşma şeklinde ise manevi değerler ağır basar ve insan maddi dünyadan soyutlanır. Tahmin edilebilir ki bu soyutlanma, maddi dünyadaki gelişmelerin takibini de geciktirecek ve geri kalmışlığa yol açacaktır. Doğu-İslam Umranı’nın içine düştüğü fikri tıkanıklık bu tarz bir yozlaşmanın sonucudur.
Unutulmamalıdır ki, kültür de medeniyet de canlıdır, zamanla değişir. Bu değişimin gelişim olması için ikisinin el ele, birlikte yürümesi zorunludur. İkisinin arasındaki denge ise yaratıcı azınlıklar tarafından gözetilmeli, yaratıcı azınlıkların bunu yapabilmesi için adil bir yönetim ile hürriyet sağlanmalıdır.
Umranlar karşılaştırılabilir mi? Batı, Doğu’dan üstün müdür? Medeniyet ihraç edilebilir mi?
Batı Medeniyeti’nin Doğu Medeniyeti’ne üstün geldiğini birçok kez duymuşuzdur. Peki bu ne demektir? Medeniyet kelimesi yerine Umran’ı kullanmak gerektiğini daha önce belirtmiştik. Bizler Batı ya da Doğu Umranı dediğimizde Umran’ın yozlaşmamış, saf halini işaret ederiz. Bu da kültür ve medeniyetin kol kola yürüdüğü, birbirlerinin sınırlarını geçmediği parlak döneme karşılık gelir. Oysa Batı Umranı Doğu Umranı’na üstün gelmiştir dendiğinde, Doğu Umranı’nın yozlaşmış halinden bahsediliyordur. Yani yozlaşmamış, saf haliyle Umranlar veya Medeniyetler birbirlerinden üstün olamaz. Ancak yozlaşan bir Umran, diğer Umranlardan geride kalabilir. Yine de bu durum geride kalmış umranın özünü koruyan diğer umranlara yetişemeyeceği anlamına gelmez.
Bir diğer soruya bakıldığında Batı Umranı’nın ilkel kalmış toplumlara medeniyet ve kültür ihraç etmekle görevlendirildiği iddiası karşımıza çıkar. Beyaz Adamın Yükü [White Man’s Burden] kavramı bu durumu açıklamaktadır. Beyaz Adam’ın savunduğu medeniyet Batı toplumunun ihtiyaçları doğrultusunda ortaya konan ürünleri ve değerleri yaşamın merkezine almakta ve küreselleşme amacı taşımaktadır. Yozlaşan Umranlarda bilimsel gelişmeler anlamına gelen medeniyet, teknik[!] araçlardan yoksunluk ve fikri tıkanıklık nedeniyle gelişmemiş olabilir. Bu nedenle, medeniyetin geri kaldığı bölgelere yardım eli uzatan Batı masumane bir eylemde bulunuyormuş, hatta insanlık borcunu ödüyormuş gibi görünebilir. Ne var ki Batı’nın ilkellikle suçladığı bölgelere medeniyet götürme yolu sömürüden geçmektedir. Dolayısıyla, dışarıdan yardım alınarak oluşturulan bir medeniyet, devletlerin kalkınmasına değil kuklalaşmasına[!] yol açacaktır. Böyle bir ihraca karşılık aydınların öne çıkması ve devletin kötü gidişatına karşı halkı örgütlemesi yozlaşmış Umran’ın kurtulması adına daha uygun bir yöntemdir denebilir.
Görüldüğü üzere verilen cevaplar bile yeni soruların doğmasına neden olmakta veya yeni soruların doğmasını sağlamaktadır. Elbette dipsiz kuyudan çıkarttığımız şu birkaç damla bilgi susuzluğumuzu gidermeye yetmeyecektir. Çok daha fazla okumalı, çok daha fazla yazmalıyız. Elbette bu yazı burada bitmedi. Umran’a dair söylenebilecek daha çok şey var. Yani demem o ki bir sonraki yazıda görüşmek üzere, kuyudan su çekmeyi bırakmayın!
(Derginin Yedinci Sayısını Okumak İçin Tıklayınız)