Vatan Tutkusu
Yazar: İlhan Tarus
Evrenkent Kalemleri Okuma Topluluğumuz ile mayıs ayında İlhan Tarus’un Vatan Tutkusu isimli kitabını tahlil ettik. Bu eser, İlhan Tarus’un Kurtuluş Savaşı roman[!] üçlemesinin son kitabıdır. Tahlil ettiğimiz ilk iki kitabın ardından bu kitapta da farklı duygular hissettik. Açıkçası topluluğumuz ile eseri okumadan önce yazarı tanımıyordum. Kimdir, nedir, ne değildir (sorular gittikçe artabilir) bilmiyordum. Fakat son eserden de hareketle söyleyebilirim ki; İlhan Tarus, Türk edebiyatında sesini duyuramamış bir yazardır. Bu durum belki benim eksikliğimden kaynaklanabilir lakin Kurtuluş Savaşı- Milli Mücadele gibi çok önemli tarihi olayları edebiyatın bir parçası içinde işleyen yazarlarımızı tanımamız gerektiğini düşünüyorum. Evet, yazarımızı neden bu kadar geç tanıdığımdan yakınmak için ayırdığım süreyi doldurdum. Şimdi gelelim kitap hakkındaki düşüncelerime.
Romanı okumaya başlamadan önce eserin isminden hareketle yoğun bir vatan tutkusu kavramıyla karşı karşıya kalacağımızı düşünmüştüm. Yani her kahramanın ağzından “vatan” kavramı bize verilmeli, eser sadece adı ile kalmamalıydı. Fakat okudukça beklediğim edebî haz eksik kaldı. Eserin tümünde bir soğukluk hakimdi. Tıpkı karın, soğuğun ve acının derin anlatımı gibi. Sanki tüm kahramanlar kar yağdıktan sonra havada beliren kuru soğuk gibi üzerimize atılmıştı. Yazarın diğer iki eserinde (Var Olmak, Hükümet Meydanı) okuyucuyu sıcak bir ortam karşılıyordu. Lakin bu eserde soğukluk bizim için hazırlanmıştı.
Eserde bize ses veren, belirli dört kahramanımız vardı. Bunlar: Osman, Durdu, Kemal ve Ekrem . Peki, biz bu kahramanları ne kadar tanıdık? Yazar, kahramanların iç dünyalarını çok az yansıtmıştı. Kahramanları tanımak, yapacakları eylemleri önceden tahmin etmek zordu. Yazar, anlaşılmamayı ya da kahramanlarının anlaşılmazlarını baştan belirledi mi bilmiyorum fakat bu kısımda bir eksiklik kaldığını düşünüyorum. Anlatıcı, biz okuyuculara vermek istediğini belki vermiştir fakat ben uzunca anlatmasını isterdim. Ülkenin etrafını saran Yunanlar ile mücadele eden insanların, köy ağalarının, köylülerin amacı neydi? Biz bunu neden öğrenemedik? Hikâyede hakimiyet kuran dört erkeğin çekişmelerini neden temellendiremedik? Bu kısmı sadece ben mi böyle düşünüyorum, bilmiyorum. Fakat sizler okuduktan sonra neler düşüneceksiniz merak ediyorum.
Çıkmazda kalan insanların belirli bir menfaat uğruna bir araya gelmeleri ve sonucunun hüsrana uğraması bu eseri en etkili kılan taraflardandı. Durağanlık ne kadar etkisini gösterse de yaşanan bazı olaylar okuyucuyu harekete geçirdi. Eksik, anlaşılmayan ve muallakta bırakan kısımlarına rağmen eserin okunması gerektiğini düşünüyorum. Kurtuluş Savaşı, sadece savaşın yaşandığı döneme ait bir olay değildir. Yüzyıllarca devam eden, vatan üzerinde şehit olan askerlerimizin savaşıdır. Savaşta görev almasa bile, taraflı veyahut tarafsız bizlere dönemi anlatan yazarlarımızın eserleri çok kıymetlidir. Okumak, değerlendirmek de bizim boynumuzun borcudur.
-Aslı Aksoy
Kuvâ-yı Milliye
Aydın ve çevresindeki efeler, güçlerini birleştirerek Kuvâ-yı Milliye teşkilatı meydana getirir ve Yunan askerinin ilerlemesini durdurur; fakat adamlarını birleştiren efeler fikirlerini de birleştirebilecek midir? Kuvâ-yi Milliye kimin için, ne için, nasıl çalışmıştır? İlhan Tarus “Vatan Tutkusu”nda milli kahramanlarımıza alışılmışın dışında, biraz daha farklı bir pencereden bakmaya davet ediyor bizleri.
Osman Efe, Durdu Efe ve Çerkes Ekrem; İlhan Tarus’un Kuvâ-yı Milliye önderi, milli kahramanları, Yunana karşı savaşacaklar fakat kişisel ihtiraslarından sıyrılabilecekler mi, kurdukları kuva-yı milliyeyi hangisi kumanda edecek?
“Hazır burada toplaşmış iken sizlere kimlerin iki paralık menfaat uğruna düşmana hizmet etmeye hazır olduklarını da açıklardım ya, dursun hele. Kimlerin, ‘Buralar bundan kelli Yunanın elinden çıkmaz. Uyuşmaya bakalım.’ dediklerini söküp söküp ortaya dökerdim ya, hadi dişimi sıkıp susayım.” diyor eserin başlarında Osman Efe. Her sayfada tekrar tekrar düşündürüyor İlhan Tarus bizlere; Kuvâ-yi Millliye tek vücut olabilmiş miydi, Kuvâ-yı Milliye önderleri ne için savaştıklarının bilincinde miydi?
Peki, düşman yalnızca Yunan mıydı?
Durdu Efe ile Çerkes Ekrem konuşuyorlar:
“Düşmanın da çeşitlisi var bilâder! Gâvuru var, Müslüman’ı var.”
“Ne dedin?”
“Ha, uyan şöyle! Yerlisi var, yabancısı var.”
“Neyin?”
“Düşmanın!”
“Yerlisi nasıl oluyormuş? Hele Müslüman’ı neymiş bunun? Anlayamadım pek.”
“Ne var anlamayacak canım? Yerlisi, işte şu kasabanın Rumu, Ermenisi.”
“Ya Müslüman’ı?”
“Ha! Asıl düşmanın gözü, Müslüman’ın içinde. Kaynak yerinde Müslümanlar oturuyor düşmanların.”
İlhan Tarus’un Batı Anadolu halkında Yunan ile iş birliği yapan yerli Rumlar da vardır, Türk’e ihanet etmeyip Yunanı kasabaya sokmayan yerli Rumlar da Türk tarafında savaşan Çerkes de Yunan tarafında savaşan Çerkes de vardır. İlhan Tarus bize Selman Bey gibi Yunan işgalinin refah getireceğini söyleyen iş birlikçi Türkleri de anlatır. Yunanı vatanından atmak için savaşan isimsiz Türk kadınını da. Üstelik isimsiz vatansever Türkler yalnız kadınlar da değildir.
Osman Efe Çerkes Ekrem’e şöyle demektedir:
“Ya nedir? Üç buçuk çulsuzla öne atıldık diyerekten, yurt toprakları havalanıp önümüzde secde mi edeceklerdi? Diyelim, yarın, öbürsü gün, Manisa’ya vardık, Salihli’yi kurtardık. İzmir boyuna çıktık. Rıhtımda bando[!] mızıkayla[!] mı karşılanacağız sanıyorsun? Hepimiz, adı sanı silinmiş neferleriz. Öyle, pek büyütmeye gelmez işleri.”
Kâtip Kemal akıl ve bilgi ile efeleri milli orduya dahil etmeye çalışır. Osman Efe biraz da içinde bulunduğu şartların ve çevresinin etkisiyle en sonunda milli orduya katılır. Çerkes Ekrem Yunana karşı savaşı bir hilafet meselesi kabul eder, ona göre vatan milletin değil padişahındır. Durdu Efe’nin adamları Yunandan koruduklarını iddia ettikleri Türk halkından haraç alır, Türk halkını korkutur, yıldırır, Türk köylerini yağmalar. Selman Bey Yunan işgali altında yapacağı kârlı ticareti hayal eder.
Ve İlhan Tarus “Vatan Tutkusu” satırlarından, isimsiz vatansever Millî Mücadele kahramanlarının torunları olmaktan gurur duyan bizlere sorar: “Sizin atalarınız hangisiydi? Kâtip Kemal mi, Osman Efe mi, Durdu Efe mi, Çerkes Ekrem mi, Selman Bey mi?”
“Niyeymiş efem? Siz, kasaba zenginlerinin bekçisi değilsiniz ki? Yalnız kasabayı korumak için silâha sarılmadınız ki?”
“Ya niye sarıldık silâha?”
“Vatan için… Vatan uğruna…”
“Öyle mi? Öyle ya!”
-Gürcan Sağlam
Cumhurun Durumu
Türk Edebiyatında geniş yer edinen ve çok sayıda esere konu olan Millî Mücadele, sadece yaşandığı dönemde değil, Cumhuriyet’in ilanından sonraki yıllarda da yazarların tercih ettiği bir konu hâline gelmiştir. Millî Mücadele’nin yazarlar tarafından konu seçiminde tercih edilmesinin nedenlerini üç maddede konuşmak mümkündür. Üç maddeden ilki toplumdaki değişimlerin geleneği yok etmesidir. İkincisi parçalanan bir devlette her şey bitti sanılırken savaştan zaferle çıkan Türk milletinin kendine olan güveninin yerine gelmesidir. Sonuncusu ise zafer ortamından çıkıldıktan sonra geri bırakılmış Anadolu insanını yakından tanıma fırsatı bulunmasıdır. İlhan Tarus da Cumhuriyet’in ilanından sonra Millî Mücadele Dönemi’ne yönelmiş yazarlardandır. Tabii bu yönelmede o döneme bizzat şahit olması da önemli bir etkendir.
Tarus’un romanlarında[!] da bahsettiğim üç maddeden sonuncusunun ağır bastığını görmekteyiz. Örneğin yazdığı üçlemede “Var Olmak, Hükümet Meydanı, Vatan Tutkusu” kitaplarında efelerin yanında Anadolu insanının ne durumda olduğunu bizlere göstermek istemektedir.
Vatan Tutkusu’nda halkın durumu gözler önüne serilir. Romanda bahsi geçen halk kendi imkanlarıyla düşmana karşı koymaya çalışan, elindeki avucundaki her şeyi silahlı Türk birliklerine bağışlayan halktır. Hatta romanda Türk halkının bahsettiğimiz durumundan şu şekilde bahsedilir;
“öylesine bir ana baba günü yaşanmıştı ki, anası kara saplanıp doğrulamayan kundaktaki çocuk, vıyak vıyak çığırdığı hâlde, arkadan gelenler dönüp de bakmamışlar bile. Çoğunun sırtında bebesi varmış çünkü. Keçesi, yatağı varmış. Yangınların kızıltısı birkaç gün dağ tepelerinden seyredildi de kimsecikler varıp imdat etmeyi gözüne alamadı.” (s.85-86)
“çul çaputa bürünmüş göçmenler, kimi sağdan soldan topladıkları talaşları tutuşturmaya çalışarak; kimi kundak çocuklarını koyunlarında ısıtarak, takımı da buzun üstüne serdikleri kâğıtlarda, leş gibi çaputlarda ekmek bükerek, gelip geçenleri seyrediyorlardı.” (s.238)
***
Vatan Tutkusu Tarus’un azınlıklara oldukça geniş yer verdiği romanlarından biridir. Romanda bahsi geçen azınlıkları üç topluluğa ayırmak mümkündür.
- Düşmanla iş birliği yapan azınlık,
- Savaşa kayıtsız kalan azınlık,
- Millî Mücadele’ye destek veren azınlık.
Millî Mücadele Dönemi’nde Türk milletini en çok uğraştıran devletlerden biri Yunanistan’dır. Küçük bir devletken Yunanistan, Anadolu’da söz sahibi olabilmek için yerli Rumlardan destek almış ve Türklere karşı en büyük asker ihtiyacını Anadolu’daki yerli Rumlarla karşılamıştır. Rumların bir kısmı Türklere karşı Yunan ordusuyla birlikte hareket ederken bir kısmı ise yüz yıllardır aynı coğrafyada beraber yaşadığı komşularına karşı savaşmamayı tercih etmiştir. Yerli Rumlar arasındaki bu düşünce ayrımı Tarus’un romanlarında da mevcuttur. Rum halkı ile Türk halkı arasındaki ilişki, Fransız İhtilali sonrası hız kazanan milliyetçilik akımının da etkisiyle olumsuz yönde etkilenir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında ise aynı kültürü paylaşan, birçok ortak noktası bulunan Türk ve Rum halkının ilişkileri büyük oranda zedelenir ve iki halk birbirini düşman görmeye başlar.
Vatan Tutkusu romanında özellikle Rumlardan “acımasız, fırsatçı yerli gavurlar” şeklinde sıklıkla bahsedilir. Yunan ordusunun Türk topraklarına sahip olmasının ardından çok daha rahat yaşayacaklarına inanan Rumlar, işgalci Yunan askerine bölge hakkında ayrıntılı bilgi verir ve işgali hızlandırır. Kitapta da bahsedildiği gibi;
“Yol yordam gösteriyor bunlar orduya. Zenginini, varlıklısını, silaha sarılıp dağa çıkabilecek olanını tanıtıyor. Kırk yıllık marazaların, izi bile silinmiş kinlerin peşine düşüp adam öldürtüyorlar.” (s. 26)
Tarus, azınlıklarla özellikle de Rumlarla ilgili görüşlerini Millî Mücadele’yi ele aldığı üç romanında da anlatıcı vasıtasıyla okura doğrudan sunmamaktadır. Tarus, ilahi bakış açısıyla yazılmış romanlarda azınlıklarla ilgili düşüncelerini doğrudan aktarabilme fırsatı varken bunun yerine kahramanları konuşturmayı seçmiştir. Yazarın belki de yazma süreci öncesindeki araştırmaları esnasında edindiği bu bilgileri, kesin hükümler içeren cümlelerle vermek yerine rivayetlere dayandırarak kahramanlara söyletmesinin nedenini konunun hassasiyetine bağlayabiliriz.
Tarus’un romanlarında karşımıza çıkan ikinci azınlık öbeği, Millî Mücadele’ye kayıtsız kalanlar başlığı altında söz ettiğimiz azınlıktır. Bu topluluk sadece canlarını ve mallarını düşünür savaşın sonucuyla ilgilenmez. Efelere yardım ederek Millî Mücadele’ye destek vermez fakat düşman safında da yer almazlar.
Rumlar, Vatan Tutkusu romanının yalnızca bir bölümünde Türklere yardım eden azınlık içerisinde yer alır. Kâtip Kemal’in adamlarından aldığı bilgiye göre kasabanın Rumları “Bir olup yazıya inmişler. Yunanın karşısına çıkmışlar. ‘Eğer bir adım daha atarsanız, bizler de tüfeğimize sarılacağız; bir tekinizi sağ bırakmayacağı.’ demişler.” (s.70) Ancak Osman Efe Kâtip Kemal’in getirdiği bu bilgiye inanmaz çünkü Osman Efe hangi ırktan olursa olsun azınlıklara güvenmemektedir.
***
Kitabın dili akıcı ve nüktedandır. Eserlerinde sivri bir dil kullanan yazar, bu özelliği sebebiyle Ahmet Muhip Dıranas’ın yaptığı “İlhan Taaruz” benzetmesini sonuna kadar da hak etmiştir.
-Elif Küçük
Kadın Kahramanlar
Tahlil ettiğimiz bu kitap Millî Mücadele üçlüsünün üçüncü romanıdır. Dönemin toplumsal yapısını da izleyebildiğimiz eser toplumsal gerçekçi bir bakış açısıyla kaleme alınmıştır. Bu özellikleriyle kadın kahramanların kitap içinde daha belirgin şahsiyetleri ve nitelikleri olmalıydı zira Millî Mücadele Dönemi’nde belirgin şahsiyeti ve nitelikleriyle Türk kadınının cephe gerisindeki mücadelesi Türk tarihi açısından önemlidir. Bu mücadelenin Millî Mücadele Dönemi’ni ele alan kitaplarda belirgin bir anlatımla konu edinilmesi gereklidir.
Oysa kitapta kadın kahramanlara olay akışının sonlarına doğru rastlamaktayız. Bu olumsuzluğa rağmen, dönemin gerçeklerini yansıtan etkileyici bir tasvir ile anlatılan kadın kahramanlar, bu kitabı benim için daha etkileyici kılabilirdi ancak anlatım bakımından bunu da eksik buldum.
-Esra Öğretici
Tarus’un Yazarlığına Eleştiriler
Vatan Tutkusu, Tarus’un Milli Mücadele üçlemesinin üçüncü ve son romanı.[!] İlhan Tarus’un ,döneminin edebiyat anlayışından uzaktaki konuları işlediği aşikâr. Halide Edib’in Ateşten Gömlek romanı Milli Mücadele konusunun işlendiği ilk romandır. Yakup Kadri’nin, Peyami Safa’nın ve Tarık Buğra’nın Milli Mücadele romanları aynı konuyu işleyen eserler arasında önemli bir yere sahiptir. Yine aynı konu üzerine kaleme alınan ve kitap topluluğumuzda da okuyarak değerlendirdiğimiz Aka Gündüz’ün Dikmen Yıldızı ve Reşat Nuri’nin Yeşil Gece isimli romanları ise okuyucuların dikkatini çekmiştir. İlhan Tarus’un çağdaşı yazarlara baktığımız zaman Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yaşadığı sorunları eserlerine konu edinen yazarlar ile karşılaşıyoruz. Oysa Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Kemal Tahir gibi isimlerin toplumsal sorunlara değindiği ve edebiyatın gözde konularının değiştiği bir dönemde İlhan Tarus Milli Mücadele konulu romanlar yazmaya devam etmiştir.
İlhan tarus’un eserlerinde konu seçimi dışında yazarlığı hususunda da ciddi eleştirilerle karşı karşıya kaldığını görmekteyiz. Öyle ki Şükran Kurdakul, Tarus’un savcılık ve yargıçlık yaptığı yıllardaki zengin birikim ve gözlemlerinin eserlerine yansımasını edebiyat sanatı açısından beceriden uzak bulmaktadır. Başka bir ifadeyle; Tarus’ta, kendinden sonra gelen edebiyatçıları etkileme gücü eksiktir. İnci Enginün ise Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı adlı eserinde, Tarus’u “edebiyat dışı ölçütlerle değerlendirilmesi gereken yazarlar” arasında ele alır. Selim İleri, Tarus’un romancılığını canlı gözlemlerden yoksun bulur, düşüncelerini “Kuru gerçekçilikle yetinmiş ve zaman zaman kaba bir yergicilik ile sınırlı kalmış.” diyerek belirtir. İlhan Tarus ise Mustafa Baydar ile yaptığı söyleşide, romanlarını tamamen toplumsal kaygılarla yazdığını ve sanat kaygısı gütmediğini, gördüklerini doğrudan yazdığını belirtir.
-Kadir Kadakal
Eserde Geçen Yabancı Kelimeler
YK | Külot | 5 | Telgraf | 1 | Rapor | 1 | |
Depo | 48 | Plan | 5 | Petrol | 1 | Müzik | 1 |
Tiren / Tren | 23 | Veranda | 4 | Şarjör | 1 | Tonel / Tünel | 1 |
Kaput | 20 | Makine | 3 | Pulatika / Politika | 1 | Fildikos – Fildekoz | 1 |
Kumanda | 13 | Ton | 3 | Browning | 1 | Potin | 1 |
Kumandan | 13 | Milyon | 3 | Sistem | 1 | Şose | 1 |
Mekanizma | 6 | Debboy | 2 | Telefon | 1 | Kumpas | 1 |
Depo | 6 | Gaz | 2 | Madam | 1 | Mola | 1 |
Badana | 6 | Abluka | 2 | Kanal | 1 | Toplam | 181 |
*Eserde geçen şarampol, manevra, fora, gocuk, sako, manifaturacı, bomba, ruba, numara, bando, muzika, kalçın, kopça, istavroz, kaleta, musandıra, caka, manga, pusula, fahfon, maltız, balya, palikarya, Poyraz, düziko, borsa, kumpanya, körfez, urba, filinte, patika, palavra, fanila, parola ve madalya kelimeleri ortak yaşam neticesinde dilimize girdiği için görece masum kabul edilmekteyiz. Bu sebeple yabancı kelimeler dizelgesine dahil edilmemişlerdir.
Sayfa başına düşen yabancı kelime oranı: 181 kelime / 268 sayfa = 0,675 kelime/sayfa
-Sezer Aydın
Alıntılar
“Öylesi de olur, böylesi de… İnsanoğludur bu. Bakarsın, ayaline bırakacak iki dilim ekmeği yoktur da, Balkan harbinden kalma kırma tüfeği omuzlayıp senin maiyetine girer, kaya dibinde üç gün, üç gece aç susuz bekler, öteki de avradı yollayıp aman dilenir. İnsan tohumudur bu.” (6)
“Atı yulara bağlayıp süvarinin emrine, insanı korkuya bağlayıp “baş”ını eline vereceksin. Sür sürebildiğin kadar!” (14)
“Yunanın her girdiği yerden ateş çıkmasına, ev barkın kökünden yakılmasına, ümmet-i Muhammed’in sersefil olmasına karşılık buralarda herkes işiyle gücüyle uğraşıyormuş.” (16)
“Padişaha bağlılık herkesin boynuna borç. Borç ya, düşman içinde kalmış adamın halifeliğinden, hünkârlığından bize ne?” (17)
“Nice ayrılsak, gene de dönüp dolaşıp demir atacağımız yer kendi yurtlarımızdır…” (42)
“Askere maskere lâf eden yok zaten. Ömründe kırk sekiz saat askerlik yapmamış adamların güvenci hep orada şimdi… Ne askeri, be dayı? Millet dağılmış, silâhı elinden alınmış, top yok, tüfek yok… Ne askeri? Padişah teslim olmuş, hükümet teslim olmuş gâvurlara. Zatı, daha dün çıktık muharebeden. Çul yok sırtında ahalinin, çöp yok ambarında… Ne askeri? Bizler ot ocak kurtarıp ölüyü diriltmeye bakalım. Yoksa şapkalıların yurdu olup çıkar buralıklar!” (46)
“Çünkü aynı yere baktığınız halde gözleriniz başka başka şeyler görür.” (52)
“Sen çocuksun Ekrem! Yerli düşman çağırmasa, yerli düşman önayak olmasa, bu itler adım atabilirler miydi bizim yurda be?” (64)
“Gelsin! Yunan, gözünü çevirip Aydın iline bakabilir miydi? Bu Aydın ili, bu Akdeniz incisi, bu altın yığılı topraklar… Şuna bak be… Şu yazıya bak… Diz boyu kar altından başını kaldıran şu yemyeşil dünyaya bak. Yeryüzünün bir bölümü daha böyle güzel değildir. Bir bölümü daha böyle bereketli değildir. Buranın insanı gibi yoktur dünyada, Ekrem Efe! Buranın yemişi gibi pamuğu gibi tütünü gibi yoktur dünyada. Frenk gâvurları kapışırlar be buralığın ürününü; kapışırlar, birbirlerini yerler be! Boşuna mı aldanıyor Yunan? Boşuna mı kırdırıyor evlâtlarını?” (64)
“Memur takımının boynu kıldan incedir…”
“Ya bizim boynumuz? Satırlı cellâtları, yağlı ipleriyle, kim bilir hangi tarihten bu yana yoksul halkın tepesinde hora tepen, vergi canavarı, eşkıya, soyguncu, şehit meraklısı hükümet-i seniyenin karşısında bizim boynumuz kütükten midir? Kırk yılda bir, satırını elinden düşürdü de topraklarımızın sahipleri olduğumuzu anladık. Ona bakarsan, Yunan gâvurunun ırzımıza el atması bir yönden hayırlı da oldu. Besbelli, hayırlı oldu…” (72)
“Yedi başlı belâyı nerede ezdiysek, öte yandan filiz verdi. Padişahın gübreli fideliği, yetiştirdi yenilerini… Şeriat dediler, fetva dediler, sarıklıları öne sürüp tünediler koltuklara yeni baştan…” (73)
“Acaba şimdilerde çarşı boyunda sessiz sessiz iş gören Rumlar da babaları, dedeleri gibi seviyorlar mıydı Türkleri?” (90)
“Karşıdaki düşmandan önce yandaki dostu kollamak gerekiyordu. Zere, dost vurursa tam vururdu. Acemi Yunanın sarsak yumruğu da ne ki?” (105)
“Üç buçuk çulsuzla öne atıldık diyerekten, yurt topraklan havalanıp önümüzde secde mi edeceklerdi? Diyelim, yanın, öbürsü gün, Manisa’ya vardık, Salihli’yi kurtardık. İzmir boyuna çıktık. Rıhtımda bando [!] muzikayla [!] mı karşılanacağız sanıyorsun? Hepimiz, adı sanı silinmiş neferleriz. Öyle, pek büyütmeye gelmez işleri…” (143)
“Ben bu sevdaya tutulurken sizi düşünmemiştim. Şimdi de düşünmüyorum. Giderseniz hiç düşünmem.” (150)
“Sanki bu toprakta büyümemiş, buranın ekmeğini yememiş! Sanki öz keyfi için dünyayı satma emrini almış. Güya buraların pınarından, çeşmesinden, yalağından değil de, gâvur illerinin denizinden, gölünden su içmiş!” (168)
“Benim ekmeğim? Çoğu zaman tamam değildi. Tamamı da ne? Küflü bir kaleta bulursak Allah’ımıza şükrediyorduk. İrin gibi bulanık, yosunu çimlenmiş sulara burnumuzu sokarak içtiğimiz sıra, gene şükrediyorduk Ulu Tanrıya…” (176)
“Padişaha damat olmuş, pembe tüylü kuşu yatağına almış bir huvarda… Yüz bin kişiyi öldürür keyfi uğruna…” (177)
“Vatan matan bilmez bunlar oğul… Vatan, köyün tarlalarının, bahçelerinin sınırında biter! Ondan ötesi köylükler için sır dolu, tehlike dolu, kuşku dolu yerlerdir.” (180)
“Bir insanın gövdesinin bir tarafında, delik bir yeri vardır. Bir deliği vardır, bir tarafında etinin…” (220)
“Mavi gök bütün gölgelerini, lekelerini sıyırıp atmış; altın yıldızlar bir baştan bir başa parıldamaya başlamıştı. Nasıl ama? Az sonra gün doğacak sanırdınız. Oysa gece yarısına varmak için daha bir saat isterdi.” (268)