Küçük Ağa

Yazar: Tarık Buğra

6 oy
Bir kolunu Dünya Savaşı’nda bırakarak memleketine dönen Salih, her şeyi savaştan önce bıraktığı gibi bulacağını umar; fakat gerçekler öyle değildir. En yakın arkadaşı terzi Niko bile değişmiştir.
SBDYK:  
2.38

Salih ve Niko Üzerinden Bakış

Haziran ayında Evrenkent Kalemleri Okuma Topluluğumuz ile Tarık Buğra’nın Küçük Ağa isimli eserini tahlil ettik. Tarık Buğra hem dili hem de ele aldığı konular sebebiyle eserleri kolaylıkla okunan bir yazar diyebilirim. Millî bir bilinç aşılamaya çalışan yazar, eserinde belirli alt metinler ile okuyucuyu etki altına almayı başarmış ayrıca millî birlik ve beraberliğin ne kadar değerli olduğunu, toplumsal olayların farklı kesimler tarafından algılanış biçimlerini anlatmaya çalışmıştır.

Topluluğumuz ile bir yıldır Millî Mücadele- Kurtuluş Savaşı eserleri okuyoruz. Okuduğumuz her eserde geçmişten bir iz bularak yorumlar yapıyoruz. Hem tarihî hem de edebiyatı içine alan bu eserlerin kolay anlaşıldığını fakat tam anlamıyla özümsenemediğini düşünüyorum. Edebiyatı (eserleri) anlamak için tarih bilmek gerekiyor. Tarık Buğra’nın eserlerini okurken de yeni bir “tarih bilinci” oluştuğunu düşünüyorum.

Az çok derdimi anlattığıma göre gelelim eserimize. Yazar, esere bir yer betimlemesi ile başlıyor. Benim için bir eserin olmazsa olmazıdır betimleme. Önce hikâyeyi zihnimde hayâl etmeli, gerçeği kendi dünyamda tasarlamalıyım. Tarık Buğra da yöre halkını, toplumun değerlerini, yaşayış biçimini eserde gözler önüne sermiştir.

Romanda[!] karşımıza çıkan ilk kahramanımız: Salih. Salih’i ilk okuduğum zaman kendimi sanki bir beyaz perde sahnesinin içindeymiş gibi hissettim. Hava soğuk, adamın yüzünden acı akıyor ve yoksulluk çok gerçekçi. Evet, romana Salih ile başladık. Salih eserin ilk sayfalarında bizlere “arada kalmışlığı, yoksulluğu ve acıyı” anlatıyor. Bir kolunu Dünya Savaşı’nda bırakarak memleketine dönen Salih, her şeyi savaştan önce bıraktığı gibi bulacağını umar; fakat gerçekler öyle değildir. En yakın arkadaşı terzi Niko bile değişmiştir. Yazarımız çocukluk arkadaşı olan iki kahramanı aynı anda anlatmaya çalışıyor. Salih, acılarla, çaresiz bir yaşama hazırlanırken, Niko’nun hiç böyle bir derdi yoktur. Hikâyenin devamını okumanız için Salih ile Niko’nun ilişkisine daha fazla değinmeyeceğim.

Salih ve Niko özelinde hikâyeyi incelediğimizde Tarık Buğra’nın zıtlık üzerine bir hikâye kurguladığını görebiliriz. Buğra, savaşın Müslüman ve gayrimüslim iki dost genci ne kadar birbirinden farklı şekillerde etkilediğini anlatmıştır. Salih’in çolak olması ve Niko’nun bu durumdan faydalanmaya çalışması zaman zaman okuyucuya gösterilmiştir. Eserin satır aralarından hiçbir şeyin asla eskisi gibi olmayacağını, eksikliklerin, yarım kalmışlıkların her zaman devam edeceğini anlıyoruz. Hikâyenin geneline baktığımızda üzülen, hüzünlenen, yarım kalan Salih’tir. Niko da yaşanan sıkıntılı süreçlerden kendine bir yol bulmaya çalışmıştır. Buradan çıkarılacak sorular: Salih çolak kalmasaydı evine geri döndüğünde işler eskisi gibi devam edecek miydi? Niko ve Salih yakın arkadaş olmasalardı yine karşılaşırlar mıydı? Salih’in bir yuvası (eşi, çocukları) olsaydı her şey daha mı farklı olurdu? Bu soruların cevapları zihinlerimizde saklıdır. Cevaplar bizi farklı yollara götürecek fakat kanaatimce eser değerini hiç kaybetmeyecektir.

-Aslı Aksoy


Din Adamlığına Farklı Bakış ve Gazi Salih

“Bir destan yazmak niyetinde değildim. Bunun tam aksine bir roman, [!] romanlardan bir roman yazmaya çalışacaktım.” Tarık Buğra Küçük Ağa’yı yazmaya karar verişini böyle anlatmış. Millî Mücadele romanlarının romanı. Millî Mücadele romanlarına baktığımızda din adamı olgusunun genelde aynı şekilde işlendiğini görürüz. Mesela Halide Edib’in Vurun Kahpeye romanında Hacı Fettah Efendi adlı kahraman din adamıdır. Hacı Fettah, halkı galeyana getirerek Kuva-yı Milliye aleyhinde vaazlar verir ve halkı Millî Mücadele karşıtlığına sevk etmeye çalışır. Millî Mücadele Dönemi romanlarına baktığımızda din adamlarının genellikle Hacı Fettah gibi yobazlığı ve mürteciliği simgeleyen, Millî Mücadele’ye karşı ve padişaha bağlı kimseler olduklarını görürüz. En azından dönemin romanlarında eğilimin bu yönde olduğunu söyleyebiliriz. Tarık Buğra’nın romanında ise din adamı ana kahramandır. İstanbullu Hoca düştüğü gafletten uyanmış ve Kuva-yı Milliye saflarında yer almıştır. Küçük Ağa, kişisel ve ruhsal gelişimine şahitlik ettiğimiz din adamının kendisidir. Roman benim için bu yönüyle de ilgi çekiciydi. Yazar, “Ters köşe olmak” deyimini kahraman seçimi noktasında gerçekleştiriyor. Kitabın başında karşılaştığımız Salih yerine İstanbullu Hoca’nın Küçük Ağa oluşu beklenmedik bir gelişmeydi. Burada Salih için de birkaç cümle söylemeliyiz. Yaşananların vesikası şüphesiz Salih’ti. Genç, kuvvetli ve diri şekilde gittiği savaştan; çolak, yorgun ve zayıf dönen Salih, boşluğa düşmüş ve bu boşluğu çocukluk arkadaşı Niko ile doldurmuştur. Salih kendini kolu kanadı kırılmış “şey”e benzetmiş fakat kendini benzettiği şeyin ne olduğunu da açıklayamamıştır. Kimisi ona “Pantollu[!] Salih” demiş, kimisi “Niko’nun Salih” kimisi de “Çolak Salih” demiştir. Oysa Salih’in tek isteği “Gazi Salih” şeklinde anılmaktır.

-Kadir Kadakal


Millî Mücadele’ye Muhafazakâr Bir Bakış

Tarık Buğra, usta anlatımı ve betimlemeleriyle Salih ile Niko arasındaki ilişkinin değişimini okutmaz adeta izlettirir. Özellikle Ali Emmi’nin adının geçtiği satırlar sanki bir beyaz perde sahnesiymiş gibi seyredilir. Eserde karşımıza çıkan ilk kahraman Salih’tir. Salih muhafazakâr anlatıma uygun bir biçimde Kutül Amâre’de savaşmış ve kolunu orada bırakmıştır. Memleketine döndüğünde canından, kolundan; kimler, neler için vazgeçtiğini sorgulayacaktır. Savaştan önce Rum şivesini gizlemeye çalışarak konuşan eski arkadaşı Niko, şimdi işgalci İtalyanlar ile dostluk kurmuş, Rum şivesini belirginleştirerek konuşmaya başlamış, bin yıllık Türk yurdu Anadolu’da Türkleri ötekileştirmiştir. Esas hikâye ise kasabaya İstanbullu Hoca’nın gelmesiyle başlar. İstanbullu Hoca’nın Millî Mücadele karşıtlığından Kuva-yı Milliyeciliğe evrilişini, Küçük Ağa oluşunu okuduğumuz satırların sonunda, kitabı kapatıp masamızın üzerine koyduğumuzda, kendi kendimize sorarız. “İşgalcileri, İtalyanları kendinden sayan Türklere ‘siz’ diyen Rumlar, işgalciler Anadolu’dan atıldıktan sonra ‘siz’ diyerek ötekileştirdiği Türklerin yanında nasıl kalabilirlerdi?”

-Gürcan Sağlam


Tarık Buğra’dan Küçük Ağa

Küçük Ağa eserinin daha ilk sayfalarından savaşın toplumda yarattığı acıları hissedebiliyoruz. Tarık Buğra edebi dili ile insanın gözlerini dolduruyor ve tüylerini diken diken ediyor. Erkeklerini savaşa göndermiş bir kasaba; yalnız kalmış kadınlar, çocuklar ve yaşlılar cepheden bir haber gelecek umuduyla yol gözlemektedirler. Eserin daha ilk sayfalarında Salih ile tanışıyoruz. Salih, kasabasına, yuvasına geri dönen kolunu savaşta kaybetmiş bir gazidir. Salih’in annesiyle buluşması ile savaş döneminde gündelik hayatta yaşanan zorluklar okuyucunun yüzüne vuruyor. Türk halkı Milli Mücadele Dönemi’nde bulamaç, un çorbası ile hayatını devam ettiriyor ve hatta sabunu bile imtina ederek kullanıyor. Tarık Buğra kahramanlar arası geçişi ve kahramanların gelişimini öyle güzel anlatıyor ki olay örgüsü Salih’in üzerinden devam edecek sanırken yeni kahramanlarla tanışıyoruz. Bir tarafta Türk mahalleleri yoksulluk, karanlık, hüzün içinde yaşarken diğer tarafta Rumların eğlenceleri devam ediyor. Ülkenin dört bir yanı düşman askerleri ile sarılmışken Türk halkı bir yandan düşman ile başa çıkmaya çalışıyor bir diğer yandan ise İstanbul Hükümeti ile Milliciler arasında yönünü bulmaya çalışıyor. Rumların ise bir kısmı düşman ile iş birliği yaparken bir kısmı yıllarca birlikte yaşadıkları türklere ihanet etmek istemiyor. Her şey çok karışıkken herkes uzaklardan gelecek haberleri bekliyor. Biz kitabı çok severek okuduk ve tartıştık. Umarım sizler de okur ve beğenirsiniz.

-Sedef Keskin


Eserde Geçen Yabancı Kelimeler

Toplam538
Doktor301Gaz4Dantela2Ritmik1Grafik1
Tren13Romantik3Kamp1Klasik1Pratik1
Paket11Tempo3Viraj1Statüko1Banknot1
Kilometre10Otorite3Alarm1Pansuman1Tansiyon1
Lamba9Mitralyöz3Gişe1Protesto1Dinamit1
Ton8Makine3Kanape1Not1Panorama1
İstasyon7Melankoli2Şarapnel1Otopsi1Tiyatro1
Vagon7Telgraf2Dram1Metropolit1Tabelâ1
Milyon7Normal2Fantastik3Formül1Dramatik1
Kumandan7İmparatorluk2Portre1Turnuva1Kumanda1
Grup7Konsol2Melodi1Trajedi1Epope1
Gri6Plan2Kozmetik1Nikelaj1Karakter1
Fayton6Veranda2Fötr1Düello1Trajik1
Lüks5Makyaj2Jest1Metafizik1Kanal1
Şans5Psikolojik2Nikotin1Kritik1Boykot1
Konserve3Etiket2Teatral1Kordon1Klişe1
Salon4Fotin/Potin2Şifre1Dantel1Adres1
Külot4Sürpriz2Laboratuvar1Taktik1Garanti1
Tablo4Kontrol2Moda1Makineli1Kabine1
Rol4Badana2Politikacı1Psikoloji1Servis1

*Eserde geçen manga, palaska, lata, filinta, manevra, sako, fiyasko, bomba, bilanço, muzika, bando, prova ve parola kelimeleri ortak yaşam neticesinde dilimize girdiği için görece masum kabul edilmekteyiz. Bu sebeple yabancı kelimeler dizelgesine dahil edilmemişlerdir.

Sayfa başına düşen yabancı kelime oranı: 538 kelime / 226 sayfa = 2.38 kelime/sayfa

-Sezer Aydın


Alıntılar

“Salih, Salih.. Salih’im.”
Bir kadının bu sesi çıkarabilmesi için ana olması, bir oğlunu şehit vermesi, dul kalması ve nihayet, son oğlunu da işte böyle cepheden beklemesi gerekti.
Ve insanın harbin ne demek olduğunu anlaması için bu sesi işitmesi gerekirdi.
Ve bu sesi hiçbir ana bir ikinci defa tekrarlayamazdı… tekrarlamaya gücü yetmezdi. Onun da imdadına göz yaşları yetişti:
“Ana diyen dillerin dert görmesin., ana diyen dillerin şeker yesin, bal yesin.”
Merdiven basamakları sarsılıyordu. Üçüncü basamakta kucaklaştılar. Yaşlı kadıncağız nasıl da bir kuvvetle sarılıyordu oğluna!.. Bu kolları çözmek için ecelin kuvveti bile az gelirdi.
Sonra kendini bıraktı ve sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. Sık sık:
“Salih’im, Salih’im!” diyordu. Fakat artık salıncaktaki bebeğe söyler gibiydi.
Ve birden dondu kaldı. Ağlamıyordu da. Neden sonra ve büyük bir zorlayışla:
“Kolun…” diyebildi. (19-20)

“Hem hatırlamak hem de düşünmek mi? Fakat cehennem dedikleri işte bu değilse nedir?” (48)

“Düşmanın bir mi? Sen ona bir daha ekle. Üç mü, beş mi? Sen ona bir de kendini ekle ve üçse dört, beşse altı de. Ve sen sana düşmanların en çetini oldun, bunu böyle belle!” (93)

“Eyvah ki savaşı önce kendi kendimize kazanmak zorundayız.” diye düşündü. Düşündü ki bunun da zoru vardı, çünkü savaşın sonucu savaşın kendisinden de önemliydi.” (96)

“Önce hastalığın adını koymalı, başka hastalıkla karıştırılmamalı demek istiyorum Hoca Efendi. Yoksa doktor hastası için, hastalığından da tehlikeli olur…” (98)

“Gülmek ve gülmek için sebepler icat etmek lazımdı… Takılmak, şakalaşmak için hiçbir fırsatı kaçırmamalıydı. Fırsat mı yok? Bunu da icat etmek lazımdı.” (161)

“Gün akşamlıdır devletlim; dün doğduk, bugün ölürüz!..” (162)

“Düşman belli, dost belli değil. Kimin kime vuracağı bilinmez…” (313)

“İyi yetişmemiş insanların ülkesinde düzen bir bozuldu mu; mağara devri, taş devri hortluyor. Bu bütün tarih boyunca böyle olmuş, böylece de gidecek.” (388)

Tahlil Tarihi:

27.06.2024

İlk Basım Yılı:

1963

Sayfa Sayısı:

226

Edebiyat:

Türk Edebiyatı

Değerlendirme:

6 oy

Kalemlerimizin Değerlendirmeleri

15

Sezer Aydın

Temmuz 2024
14

Sedef Keskin

Temmuz 2024
13

Kadir Kadakal

Temmuz 2024Temmuz 2024
12

Gürcan Sağlam

Temmuz 2024
11

Aslı Aksoy

Temmuz 2024
10

Elif Küçük

Temmuz 2024

Submit Your Review You are not allowed to submit review. please Log In