21 Şubat sabahıydı, Güneş’in hüzmeleri demir perdenin aralıklarından odayı diliyordu. Toz zerreleri, Güneş ışığının kesitlerinde kargaşa halindeydi. Profesörse[!] masasının üstüne serpiştirilmişçesine duran kağıtları toplarken bir yandan da açtığı şarkıya eşlik ediyordu. O esnada şarkının sözlerinden birine takıldı, başını kağıtlardan kaldırdı ve öğle arasında ne yemeli sorusuna odaklanarak duraksadı. “Bugün yağlı yememeliyim, salata yeterli.” Tam o anda gözü uçuşan tozlara ilişti. Şarkıyı mırıldanmaya devam etti:
“Zaman sofrandaki en lezzetli mühim yemek
Azaldıkça aç kalmanın korkusuyla kuruyacaksın
Bu sebeple yaşlanacaksın
Çünkü sen de baştan olmak üzere sonlanacaksın
Savaşı kes, barışacaksın
Kendinle aynalarında birebir anlaşacaksın…”
Kapının tıklatılmasıyla dalgınlığını terk etti. Kapının eşiğinde zoraki gülümsemesiyle bekleyen yardımcısı,
-Günaydın hocam. Bugün nasılsınız?
-Günaydın İlker, iyiyim de senden bir istirhamım olacak.
-Tabii hocam buyurun.
-En kısa zamanda odamı temizler misin? Şu uçuşan toz taneleri beni çok rahatsız etti.
-Tabii hocam, K… Bey geldi bekleme odasında sizi bekliyor. Şimdi görüşecekseniz eğer ben de o esnada burayla ilgilenebilirim.
-Geldi demek. Çok güzel. Masamın üzerini toparlayıp hemen geleceğim.
-Peki, Öğle yemeği için ne düşünüyorsunuz?
-Dereotlu göbek salatası.
-Tamamdır hocam, bekleme odasında olacağım.
İlker kafasıyla onay aldıktan sonra kapıyı arkasından kapattı. Adımlarını öfkeyle hızlandırırken yalnız kendisinin duyabileceği sesiyle, “Tabii efendim, temizleriz odanızı. Ayıp ettiniz!”
Bekleme odasına hızlıca giriş yaparak doğrudan masasına oturdu. “Profesör birazdan gelir. Siz rahatınıza bakın.”
Bitkinliğin verdiği sakinlikle oturan adam karşılık vermedi. Odada onun dışında bekleyen başka birisi olsa kime hitap edildiğini dahi kestiremezdi. Sert ve keskin bakışlarla bilgisayar ekranına[!] odaklanmış genç yardımcıya bakıyordu. Bakışlar çok kısa sürede tesir etti. İlker ürperdiğini gizlemeye çalışarak tanımadığı adamla arasındaki buzları eritmeyi amaçlayan sohbetin ilk kıvılcımını çaktı:
-Ne iş yapıyordunuz efendim?
Adam, karşısındakinin niyetini anladığını belli etmek istercesine sırıtarak karşılık verdi.
-Öğretmenim.
-Ne kadar güzel.
Bakışlarını bilgisayar ekranına çevirdi. Aralarındaki uyuşmazlık sürecek gibiydi. En azından karşısında cani bir katil olmadığına emindi artık. Peki öğretmenliği niye bırakmıştı? Emekli olamayacak kadar gençti. Masanın üzerinde duran başvuru belgesine göz ucuyla baktı bir sefer daha denemeliydi,
-Demek Karadenizlisiniz. Çok severim, doğasıyla insanlarıyla harika bir yerdir.
-Öyledir.
Bu kısa ve keskin cevap ona daha fazla uzatmaması gerektiğini usulca fısıldamıştı. En son ne zaman böylesine gerildiğini hatırlamıyordu bile. Tam o esnada odadaki kasvetli havayı Profesörün gür sesi dağıttı:
-Hoş geldiniz K… Bey! Nasılsınız?
Gayri ihtiyari bir hareketle toparlanarak ayağa kalktı. Elini uzatarak,
-Hoş buldum. Teşekkür ederim.
-Ben teşekkür ederim. Buyurun birlikte, kalacağınız odaya gidelim.
Yardımcısına dönerek, “K… Bey’in eşyalarını odasına taşıyalım.” Dedi.
Birlikte yarı aydınlık geçenekte [koridor] yürürken Profesör samimiyet taşıyan ifadesiyle söze başladı:
-Umarım yolculuğunuz iyi geçmiştir.
-Evet gayet iyiydi, görevli arkadaşlar oldukça ilgililerdi.
-Buna sevindim. Açıkçası bu kadar genç birini beklemiyordum. Beni yanlış anlamayın sakın. Sadece insan yaşlandıkça keşkeleri artıyor. Buna benzer bilimsel çalışmalarımıza genellikle belli bir yaşı aşmış kişiler başvuruyor.
Hazırlıksız yakalanmış gibiydi. Ne söyleyeceğinin pek önemli olmadığının farkındaydı.
-Evet, çok fazla keşkem olduğunu söyleyemem ama bir keşkem var ki nicesine bedel. Siz hiç, bir anın içinde kısılıp kalmak istediniz mi Profesör?
-Sorunuza yanıtım, hayır. Uzun uzun düşünsem dahi cevabım değişmez, eminim.
-Öyleyse yaşanmışlığın yaşla ilgisizliğinin ikimizde farkındayız.
Epey zaman sonra bilgece konuşan biriyle karşılaşmıştı. Üst sınıfa özgün küstahlığının esiriydi şimdi. Sonuçta karşısında paraya ihtiyaç duyan sıradan bir öğretmen vardı ama bu adam deneklere ödenen yüksek meblağ için burada değil gibiydi. “Siz hiç, bir anın içinde kısılıp kalmak istediniz mi?” Yabancıyı gizemli kılan soru zihninde dolaşmaya devam ederken “Denek-01” yazan kapının önünde durdu.
-Sizi misafir edeceğimiz oda burası K… Bey. Lütfen arzu ettiğiniz şekilde dinlenin. Yardımcım İlker birazdan el çantanızı ve diğer eşyalarınızı getirecektir. Geldiğinde size iki farklı ilacı damar yolu ile zerk edecek. İlaçlar hayati göstergelerinizi deney esnasında daha rahat saptamamızı ve deney için gerekli görülen bazı beyin işlemlerinizin yavaşlamasını sağlayacak. Başınız ağrıyabilir ya da dönebilir. Beklendik yan etkiler… Bunların her birinin geçici olduğunu hatırlatmalıyım. Sizi yöntemsel konularla daha fazla yormak istemem. Şimdilik dinlenin, 12 saat sonra yani 20.00’de başlayacağız. Aklınıza takılan her ne varsa sorabilirsiniz.
-Teşekkür ederim. Sadece dinlenmek istiyorum.
-Ben teşekkür ederim. Akşam görüşmek üzere.
-İyi çalışmalar dilerim.
“Ne garip adam ama. Dünya’nın seyrini değiştirebilecek bir olayın ilk tanığı olacak. Neyle karşılaşacağıyla ilgili en ufak fikri yok ama merak edip soru dahi sormuyor.” Geri dönerken zihninde dolaşan cümleler artık bunlardı. “Fazla mı ön yargılı davranıyorum, yoksa adam gerçekten aptallık seviyesinde bir umursamazlığa mı sahip?” Tam o esnada İlker karşısında belirdi. Bir elinde adamın çantaları öbür elindeyse ilaç kutusu vardı.
-İlker vakit kaybetmeden ilaçları yap. Tam 12 saatimiz var.
-Peki hocam.
Kısa süren bir duraklamanın ardından:
-Konuşmanız kısa sürmüş. Odanızı temizlemeye fırsatım olmadı. İlacı ve eşyaları hallettikten sonra hemen geleceğim hocam.
-Hayır hayır, acele etmene gerek yok. Yarın K… Bey’i uğurladıktan sonra halledersin.
-Tamam hocam, nasıl isterseniz.
Adımlarını daha da hızlandırdı ilacın etki süresi asgari 12 saatti. Mendebur suratlı yabancıyı tekrar görmek istemese de içerisinde bulunacağı deney kendi geleceği için çok önemliydi. Her ne kadar Profesörden hazzetmese de bu alanda onunla çalışmak büyük bir fırsattı. Gün gelecek o kendini beğenmiş bilim insanı bozuntusunu da geride bırakacaktı. “Sadece birkaç yıl daha, sonra kendi kimyahanesinde [laboratuvar] kendi çalışmalarımı yürüteceğim.” Belli belirsiz birkaç cümle daha sarf ettikten sonra “Denek-01” yazan kapıyı tıklattı.
-Girin.
-Merhaba K… Bey Nasılsınız?
-Teşekkür ederim.
-Eşyalarınızı şöyle bırakıyorum.
-Olur.
Yataktan doğrulurken kollarını sıvamıştı. Hazırdı.
-Şimdi genç adam elinde iğne ile yanı başındaydı:
Şimdi size iki farklı ilaç zerk edeceğim, İlaçlar hayati göstergelerinizi deney esnasında daha rahat saptamamızı ve deney için gerekli görülen bazı beyin işlemlerinizin yavaşlamasını sağlayacak. Başınız ağrıyabilir ya da…
K… Eliyle havada sert bir kavis çizmişti.
-Aynı şeyleri tekrar etmenize gerek yok.
Genç adam işini birkaç saniyede sessizce tamamladı. Çıkarken zoraki tavırla konuşmaya başladı,”19.30’da sizi almaya geleceğim.”
Yaklaşık on dakikadır odada yalnızdı. Henüz yan etki yaşamıyordu. Ayağa kalktı, el çantasından temiz kıyafetler çıkararak banyoya[!] yöneldi. Aynada kendi yüzüyle karşı karşıyaydı. Keskin gözleri şimdi kendi ruhunu delik deşik ediyor ve ızdırap çekenlere has biçimde yaşlarla doluyordu. Sımsıkı kapattı gözlerini ardından sesli, derin ve titrek bir nefes alıp suyu açtı.
***
“Benimle kal! İyi hissetmiyorum.”, “Benimle kal!” kulaklarını dolduran ses kâinatın anlamıydı sanki, melekler toplanmış şiir okuyor olmalıydı. Kainattaki ses varlığının gayesi buydu. “Kalacağım, seninleyim sevgilim. Giden ben olamam, kalmak istiyorum. Dur! Dur!”
Uykusundan uyandığında zihninde cereyan eden sıkıntı ter olup yüzünden akmıştı. Susadığını fark ederek yanı başında bulunan sürahiyi bardağa ihtiyaç duymadan kafasına dikti. Soluk alıp verişi yavaşlamıştı. Yattığı yerden doğruldu saat henüz 18.55’ti. Daha fazla bu odada durmak istemediğine kanaat getirdi.
Biraz sonra bekleme odasının kapısında onu gören İlker saate bakarak konuşmaya başladı:
-Bir şey mi istemiştiniz K… Bey?
-Hayır, sadece beklemekten sıkıldım.
-Henüz saat gelmedi. Maalesef sizi işlem saatinden önce deneye alamayız. Biliyorsunuz ilacın etki süresi var. Dilerseniz burada bekleyebilirsiniz.
-Profesörle görüşmem mümkün mü?
-Tabii, ben müsaitlik durumunu sorup geleyim.
Bir dakika kadar sonra bekleme odasının kapısında belirdi, “Buyurun K… Bey, Profesör sizi bekliyor.”
Güzelce döşenmiş, aydınlık ferah bir yerdi burası. Girer girmez rahatlamıştı.
-Hoş geldiniz K… Bey umarım güzelce dinlenebildiniz.
-Evet.
-İçecek ne alırdınız?
-Teşekkür ederim. İstemiyorum.
Yardımcısına döndü, “İlker, kimyahaneyi hazırlamaya başla, biz de K… Bey ile vakit geldiğinde orada olacağız.”
Genç adam başıyla onayladıktan sonra odadan ayrıldı.
-K… Bey açıkçası sizi çok rahat görüyorum. Daha önce zamanda yolculuk yapmış gibisiniz.
Gülümseyerek cevap verdi:
-Belki de uzak gelecekten gelen ve zaman yolculuğunun bebek adımlarını gözlemlemekle görevlendirilmiş zaman gezginlerinden biriyimdir.
-Ürperdim doğrusu. Peki size bir soru sormama izin verin. Gelecekte de karımla evli miyim?
Şimdi ikisi de gülüyordu, kısa süren kahkaha arasının ardından Profesör devam etti:
-Şaka falan bir yana size neyle karşı karşıya olduğunuzdan bahsetmeliyim. Esasen boyutlar arası yolculuk edeceksiniz. Zaman yolculuğu meselesi şimdilik muamma. Yöntemsel açıdan zihninizdeki köklü bir anıyı bulup onun zamanına sizi götüreceğiz ancak siz mevcut anının izin verdiği ölçüde hareket edebileceksiniz. Gideceğiniz zaman dilimi size en çok acı veren ya da sizi en mutlu eden an olabilir. Hangi kesite gideceğimiz tamamen yaşantılarınıza bağlı. Sonunu bildiğiniz bir tiyatro[!] oyununda izleyici olacaksınız ama sahnede kurgu değil gerçeklik olacak.
-Boyutlar arası yolculuk yaparak zamanda geriye gideceğim öyle mi?
-Öyle de denebilir ama anınızın izin verdiği ölçüde…
-Boyutlarla ilgili kısmı anlamadım.
-Zamanda hareket etmek boyutlarla ilgilidir çünkü zaman da boyuttur. Basitçe anlatayım, sizden bir nokta hayal etmenizi istiyorum. Nokta sıfırıncı boyutu temsil etsin. Eğer noktalardan birkaçını doğru parçası oluşturacak şekilde arka arkaya koyarsak birinci boyuta ulaşmış oluruz. Yani birinci boyutun yapı taşı sıfırıncı boyuttur. Eğer doğru parçalarını kare elde edene kadar yan yana getirirsek ikinci boyuta geçmiş oluruz. İkinci boyutun yapı taşıysa birinci boyut oldu. Devam edelim kareleri mikap [küp] oluşturacak şekilde üst üste koyalım. İşte yapı taşı ikinci boyut olan üçüncü boyuttayız. İnsanlar üçüncü boyutta yaşar. Evreni, doğayı üçüncü boyutta algılarız ama ikinci ve birinci boyutu da kavrayabiliriz. İnsan üç mekânsal bir de zamansal boyutta algılayabilir. Daha da basitleştireceğim. Dünya’yı iki boyutlu bir uzay düzlemi olarak düşünelim ve bir ağacın yerini tespit etmeye çalışalım. Pek tabii bize lazım olan x ve y ekseninde ağacın konumudur. Ağacı kolaylıkla tespit ettik. Şimdi de hareket halinde bir uçak hayal edelim. Uçağı tespit etmek için bize z ekseni yani yükseklik gerekecek. Onu da bulduk ama uçağı düşürmek istiyoruz. İşte burada zaman devreye giriyor. Uçağın zamandaki yerini de tespit etmeliyim ki patlayıcı ve uçağı aynı anda aynı yerde buluşturabileyim. İşte, zihninizde en köklü, derin anıyı bulup yerini tespit edeceğiz. Daha sonra yaşandığı zamanla anıyı eşleştireceğiz ve sizi dördüncü boyuta geçirip, müdahale imkanınızın bulunmadığı geçmişin gerçekliğine göndereceğiz. Müdahale edemeyeceksiniz çünkü orada var olan gerçeklik aslında geçmişteki sizsiniz.
-Peki, dördüncü boyutta neyle karşılaşacağım?
-Güzel sordunuz. Ben de size soracağım. Dördüncü boyutun yapı taşı nedir sizce?
-Şu an içinde bulunduğumuz, üçüncü boyuttur.
-Aynen öyle. Alt boyuttaki bir varlığın üst boyuttaki başka bir varlığı anlaması, anlamlandırması imkansızdır. Teşbihimi mazur görün. İkinci boyutta yaşayan canlıya, bulunduğumuz boyuttan seslenirsek gaipten sesler duyduğunu sanacaktır çünkü algılama düzeyi bizimkine kıyasla çok düşüktür. Dördüncü boyuttaki varlıkla bizim aramızda yaşanacak ilişki de tam budur aslında. Nokta eğretilemesinden devam edelim. En son üç boyutlu mikap yaratmıştık. Dördüncü boyuta geçmek içinse mikapları yan yana, üst üste ya da arka arkaya koyarsak ne olur?
-Yine üçüncü boyutta kalırız.
-Evet, uygulayacağımız yöntem çok daha farklı olmalı. Dördüncü boyutta devreye giren yön üç boyutlu cismin içine çökmesini şart kılıyor. Neticesinde öte mikap elde edeceğiz. Öte mikapın nasıl davranacağını bilebilsek bile onu bulunduğumuz üçüncü boyutta anlamlandıramayız. Hadi gözlerinizi kapatın. Lütfen, hadi kapayın. Şimdi yeni bir renk hayal edin. Kimsenin bilmediği, görmediği yeni bir renk. Başaramadınız, başaramayacaksınız. İşte üçüncü boyuttayken dördüncü boyutu anlamaya çalışmak yeni bir renk hayal etmeye benzer. İmkansızdır.
Kafasının karışıklığı bakışlarında tezahür ediyordu. Neyle karşı karşıyaydı? Bilmemek onu korkutuyor ama korkusundan cesaret alıyordu. Eşini tekrar görebilme ümidi her duyguya galip geliyordu. Dalgınlığını dağıtan Profesör oldu, “Buyurun K… Bey vakit geldi.”
***
Mütemadiyen işittiği hışırtı kesilmişti. Su sesi duyuyordu şimdi de. Gözlerinin önündeki sis tabakası seyrekleşti. Karşısında on iki yıl önceki K… vardı. Yüzünü yıkıyordu. Evet, olmuştu, o güne dönebilmişti. Etrafına bakındı her yer bulanıktı. Yatak odasına varmalıydı eşini görmek istiyordu. Yürüdükçe görüntüler değişiyor ve bulanık kısımları daha iyi görebiliyordu. Adım attıkça eşyalar yer değiştiriyor evin duvarları saydam perdeler gibi oradan oraya hareket ediyordu. İşte eşi oradaydı. Meleklere özgü masumluğuyla uyuyordu. Hemen yanı başındaydı. Yavaşça çömeldi, ağladığını duymasından korktu. Sesini işitemeyeceğini bilmesine rağmen onu uyandırmamak için sessizce ağlıyordu. Elini uzattı yüzüne dokunmak istedi elini yaklaştırdı, yaklaştırdı. Dokunduğu an görüntü tekrar değişti. Şimdi odanın dışındaydı ve eşinin görüntüsü tekrar bulanıklaşmıştı. Yüksek heyecan ve endişenin esiriydi. O esnada eski benliğinin yatak odasına koşuşunu gördü. Yetişmeliydi kendisini bir şekilde uyarmalıydı. Gidemiyordu görüntüler her defasında evin farklı yerlerine götürüyordu onu.
Önünde tezahür eden merdivene benzer çıkıntıyı takip etti. Yatak odasına üstten bakan bir konumdaydı şimdi, on iki yıl önceki benliği giyinmiş aceleci hareketlerle odayı terk ediyordu. Onu uyarmak istercesine bağırdı: “Gitme seni salak, biraz daha bekle!” Bulunduğu yerden uzanarak kendi kolunu sıkıca kavramaya çalıştı. Tam o anda görüntü tekrar değişmişti. Ağlıyor ve sessiz olmaya çalışmıyordu artık. Yataktaki kadına bağırıyordu, “Uyan! Ne olur uyan!”
Kapıdan gelen açkı sesiyle arkaya baktı. Geri dönüyordu, nasıl olur? Kadının yanı başında duran iki adamın arasında on iki yıl vardı. Yanlış hatırlamıyordu. Gerçekte geri dönmemişti ki. Aceleyle çıkıp işe, okula gitmişti. Dehşet içinde kendisine bakıyordu. Geçmişteki kendi eğildi ve kadının beline inmiş yorganı omuzlarına kadar çekti. Gitmesini engellemeye çalışarak önünde durdu ama görüntü sarsılmaya ve tekrar bulanıklaşmaya başladı.
Bilgisayar ekranına[!] kısık gözlerle bakan İlker endişeyle konuşmaya başladı:
-Hocam! Göstergelerde sıra dışı değişimler mevcut.
-Anı tarihi büyük depremin yaşandığı günle aynı. Yüksek ihtimalle depremde kaybettiği birinin yanında. Aynı kesiti tekrar yaşayacak. Değişimler olağan kabul edilebilir. İzlemeye devam edelim.
“Nereye gidiyorsun? Bekle! Biraz daha beklemelisin!” Olduğu yere çömeldi elleriyle yüzünü kapayarak ağlamaya devam etti. Kısa süre sonra duvarlar kırılan aynalar gibi paramparça haldeydi. Büyük toz bulutu ve onu takip eden karanlık tüm evi hapsetti. Üzerinde ve etrafında enkazdan başka bir şey kalmamıştı.
-“Hocam, kendine geliyor!”
-“Uyandı!”
Duyduğu boğuk ses İlker’e aitti. Göz kapakları aralandı, geri dönmüştü. Kısık sesle, “Tekrar gitmek istiyorum.” dedi. Bunu sıradan insanların pişmanlığına yoran Profesör konuşmaya başladı:
-Tebrik ederim K… Bey, gayet başarılıydınız. Her şey istediğimiz gibi.
-Tekrar gitmek istiyorum dedim.
-Bakın Beyefendi…
-Sana tekrar gitmek istiyorum dedim!
Şimdi isteğin ciddiliğinin farkındaydılar. Profesör ihtiyatla:
-Sizi anlıyorum. Büyük depremde ben de birçok sevdiğimi kaybettim.
Kendinden beklenmeyecek çeviklikle yattığı yerden doğrulan adamın gürlemesiyle sözü tekrar yarıda kesildi.
-Beni anlayamazsın!
Ölüm sessizliği mekânın her yerine tesir etmişti. Sakinleşmek zorunda olduğunun farkındaydı. Bu iki adamın rızası olmadan o ana dönmesi imkansızdı. Soluk alıp verişini düzene soktu ve konuşmaya başladı:
-On iki yıldır kaç gece o rüyayı gördüğümü hatırlamıyorum bile. Onunla kalmalıyım, onunla kalmanın yolunu bulmalıyım. Denemeliyim. O gün evliliğimizin birinci yıl dönümüydü.
Ağlamaktan çatallaşan sesini düzeltmek için derin derin soluklandı.
-Deprem benden yalnızca sevdiklerimi almadı. Geleceğimi de yerle yeksan etti. Vereceğiniz parayı da istemiyorum. Sadece beş dakika daha. Bana bir fırsat daha sunun. Lütfen, Çok yakındı. Geri döndüm ve üzerini örttüm. Gerçekte böyle bir şey olmamıştı.
-Konuşmak çok zor. Haklısınız, sizin ne yaşadığınızı bilemem ama isteseniz de geçmişte olan olayları değiştiremezsiniz. Müdahale imkânınız yok. Orada geçirdiğiniz zaman içerisinde bunu anlamış olmalısınız. Bugün buna gücümüz yetmez. Şayet bir gün uygulayım bilimi [teknoloji] yeterince gelişse dahi geçmişte cereyan etmiş olaylara müdahale etmenin bedeli bizi akıl almaz karşıtlamlarla karşı karşıya bırakır.
-Hayır! Değişti diyorum Profesör geri döndüm ve üzerini örttüm. Gerçekte bu olmamıştı.
-Nasıl yani? Müdahale edebildiğinizi mi söylüyorsunuz? İmkânsız. Nasıl yaptınız?
-Bilmiyorum, bağırdım işte, dön dedim.
-Sizi duyamazlar!
-Duymadılar zaten ama oldu, cidden oldu.
-Başka ne yaptınız?
-…
Ağladım. Sadece ağladım.
-Ağladınız ve geçmişte yaşanan bir anı değişti, öyle mi?
-Evet.
-Bakın K… Bey, saçmalıyorsunuz. Bana ilgi çekici bir şey sunmak zorunda değilsiniz.
-Neden senin ilgini çekmeye çalışayım be adam! Şu saçma sapan aletlerinizde farklı verilere şahit olmadınız mı? Değişti diyorum, Gerçekte dönmedim kapıdan çıktım ve gittim!
İlker sessizliğini kıymetli vicdan muhasebesinden sonra bozdu:
-Alanda buna “Büyükbaba Karşıtlamı” deriz. Zamanda yolculuk yaparak büyükbabanızı öldürürseniz, babanız hiç var olmaz. Babanız var olmayacağından siz de var olmazsınız. Siz var olmadıysanız büyükbabanız da ölmeyecektir. Yani geçmişte yapacağınız en ufak bir eylem dahi uzay zamanda telafisi mümkün olmayan sonuçlar yaratabilir.
Profesöre bakarak devam etti:
-Ama ne kadar çabalarsanız çabalayın müdahale edemeyeceksiniz. Yani korkmamızı gerektirecek herhangi bir durum söz konusu değil. Hocam, izin verin son kez deneyelim en azından ızdırap sahibi birinin ateşini dindirmeye yardım etmiş oluruz.
Adamın perişan hâli oradaki herkesi derinden etkilemişti. Fazla düşünmeye gerek yoktu, hem haklı olabilme ihtimali kafalarını karıştırmıştı bile. “Peki, son bir kez.”
***
Yine aynı yerde gözlerini açmıştı. Karşısında kendisi vardı. Zaman kaybetmemeliydi. Hızlı hareketlerle görüntülerin değişmesine aldırmadan yatak odasına vardı. Eşi aynı güzellikle uyuyordu. Bu belki de onu son görüşüydü. Beş dakikadan daha kısa süre sonra uyandırılacak ve sonsuza kadar onsuz kalacaktı. Teessürle yüzüne bakıyor ve gözyaşlarını tekrar akıtıyordu. “Uyan sevgilim! Ne olur uyan. Uyan ve bana gitme de!” Aceleyle odaya giren bulanık görüntü kendisiydi. Dokunmaya çalıştıkça farklı yerlere ışınlanıyordu sanki. Evin başka bir köşesinden tekrar geldi. İşte yine gidiyordu. Geri dönecek miydi? Kapıyı sessizce kapattı ve evden çıktı. “Dönecek, dönmeli!” Çok az vakti kalmıştı. Açkı kapıyı tekrar açtı, geri geliyordu.
İlker heyecanla bağırdı:
-İşte tekrar oluyor!
-Öncekiyle aynı zamanda aynı değerde. Ama imkânsız. Mümkün değil!
-Belki de unutmuştur. Hatırlamıyordur, gerçekte olay böyle yaşanmıştır.
-İzleyip göreceğiz, en ufak veriyi dahi kaçırma!
İkisi tekrar kadının başındaydı. Bir süre baktıktan sonra eğildi ve kadının üzerini tekrar örttü. Gidiyordu. Geçen seferkiyle aynıydı her şey. Bitmişti işte olmamıştı, başaramadı. Yataktaki kadından uzaklaşan kendine bakıyordu. Kapı koluna uzandı kapıyı açtı. Gidiyordu.
“Benimle kal! İyi hissetmiyorum.”
Kadın uyanmış ve ona sesleniyordu. Adam duraksadı kapıyı kapattı, geri geldi. Dönmüştü işte olmuştu. Kâbusları rüyaya evrilmişti. Her şey geçmişteki kadar gerçekti. Kadının yanına uzandı ve sarıldı,
-Neyin var tatlım?
-Bilmiyorum sadece iyi hissetmiyorum. Benimle kal.
-Derse geç kalıyorum ama.
-En azından ben uykuya tekrar dalana kadar. Lütfen.
Kaskatı kesilmiş yatağın ucunda duruyordu. Ağlaması durmuştu. Artık gülüyordu, yaşadığı mutluluk on iki yıldır çektiği acı kadar gerçekti. Sarsıntı epey şiddetli başladı, Çok geçmeden zamana hükmetmiş iki aşık karanlık altında kaldı.
***
Güneş’in hüzmeleri demir perdenin aralıklarından odayı diliyordu. Toz zerreleri, Güneş ışığının kesitlerinde kargaşa halindeydi. Profesörse masasının üstüne serpiştirilmişçesine duran kağıtları toplarken bir yandan da açtığı şarkıya eşlik ediyordu. O esnada şarkının sözlerinden birine takıldı, başını kağıtlardan kaldırdı ve duvardaki takvime baktı, 21 Şubat’ı gösteriyordu. Tam o anda gözü uçuşan tozlara ilişti. Kapının tıklatılmasıyla dalgınlığını terk etti. Kapının eşiğinde zoraki bir gülümsemeyle bekleyen yardımcısı,
-Günaydın hocam, bugün nasılsınız.
-Günaydın İlker, iyiyim de senden bir istirhamım olacak.
-Tabii hocam buyurun.
-En kısa zamanda odamı temizler misin? Şu uçuşan toz taneleri beni çok rahatsız etti.
-Tabii nasıl isterseniz. Öğle yemeği için ne düşündünüz.
-Bugün öğle yemeği yemeyeceğim. Kendimi pek iyi hissetmiyorum. Erken çıkarım.
-Peki hocam, ben bekleme odasındayım bir isteğiniz olursa seslenmeniz yeterli.
-Bugün 21 Şubat, Takvimimizde önemli bir şey yoktu değil mi?
-Hayır efendim, sıradan bir gün.
Kafasıyla onayladı, yardımcısı çıktıktan sonra dinlediği şarkının sesini açarak eşlik etmeye devam etti.
“Zaman sofrandaki en lezzetli mühim yemek
Azaldıkça aç kalmanın korkusuyla kuruyacaksın
Bu sebeple yaşlanacaksın
Çünkü sen de baştan olmak üzere sonlanacaksın
Savaşı kes, barışacaksın
Kendinle aynalarında birebir anlaşacaksın…”