İnanmayanların da inananlar kadar iç huzuru vardır. Peki ya kuşkuda kalanlar?
“Dies İrae Dies İlla”(“)
“- Mutlu görünmüyorsunuz.
– Değilim.
– Yorgun musunuz?
– Evet.
– Neden?
– Canımı sıkan biriyleyim.
– Silahtarınız mı?
– Hayır, o değil.
– Kim O zaman?
– Kendim.”
İki büyük, yıkıcı dünya savaşı tecrübe eden insanoğlu; Soğuk Savaş Dönemi’nde yıkımın yarattığı korku, anlamsızlık ve acı ile kendi zihninin içinde kendisiyle baş başa, yapayalnız kalmıştır. Yeni bir çekirdeksel [nükleer] savaş ve ögecik [atom] patlayıcısı tehdidi, korku, endişe içinde yaşama mecburiyeti ve savaşlarda kaybedilenlerin acısı insanlara hayatın anlamını tekrar sorgulatır. Neden yaşıyoruz, Tanrı var mıdır, Tanrı bunca yıkıma, acıya ve ölüme nasıl göz yumabilir?
İngmar Bergman’ın 1957 yılında Cannes Beyaz Perde [sinema] Şenliği’nde seçici kurul özel ödülü kazanan “Yedinci Mühür” isimli filmi soğuk, soluk, kurşuni bir havada, deniz kenarında, dalga sesleri, at kişnemeleri, martı çığlıkları ve tedirgin edici bir müzik eşliğinde başlar. İçimiz ürperir, bir şeyler olacağını sezeriz. Bu endişe edici sahnede silahtarıyla birlikte Haçlı Seferi’nden dönen bir şövalye[!] sabah duası eder. Fırtına öncesi sessizliği iliklerimize kadar hissederiz ki “ölüm” insan suretinde görünür.
Tanrı adına savaşmış, kutsal topraklara gitmiş, Tanrı için sabah duası eden şövalye ölümle burun burunadır. Haçlı Seferi esnasındaki neticesiz, anlamsız savaşları, Avrupa’yı kasıp kavuran, insanları çaresizlikle, korkuyla baş başa, yapayalnız bırakan vebayı, cadılıkla suçlanarak diri diri yakılan insanları gören şövalye; mutlu değildir, korku, anlamsızlık ve acı ile kendi zihninin içinde kendisiyle baş başa, yapayalnız kalmıştır. Ölümle karşı karşıya kalan şövalye hayatın anlamını tekrar sorgular. Neden yaşıyoruz, Tanrı var mıdır, Tanrı bunca yıkıma, acıya ve ölüme nasıl göz yumabilir?
Tanrı adına savaşan, Tanrı’ya dualar eden şövalye; Tanrı’nın varlığından şüpheye düşmüştür, artık Tanrı’nın varlığına inanmak değil Tanrı’nın varlığını bilmek istemektedir.
“İnsanın duyularıyla Tanrı’yı kavrayabilmesi o kadar imkânsız mı? O neden yarım vaatlerin ve görülmeyen mucizelerin ardına saklansın ki? Kendimize inancımız yoksa başkasına nasıl inanç duyabiliriz? Benim gibi inanmak isteyen ama yapamayanlara ne olacak ya inanmayan inanamayanlar? İçimdeki Tanrı’yı neden öldüremiyorum?”
Silahtar gördükleri karşısında kararını vermiştir. O bir bilinemezcidir, [agnostik] Tanrı’nın var olup olmadığının bilinemeyeceğini düşünmektedir. Oysa şövalye, şahit olduğu şeyler neticesinde varlığına inandığı Tanrı’dan kuşkulanmıştır. Tanrı’nın varlığını bilmek istemekte ölümün deyimiyle “güvence” beklemektedir.
“Ben bilgi istiyorum, inanç ya da varsayım değil, bilgi. Tanrı’nın elini uzatıp kendini göstermesini, benimle konuşmasını istiyorum.”
Şövalye varoluşçu sorularının cevaplarını bulmaya başlar ve Yedinci Mühür çözülür. Acılar ve korku dini anlamlı kılar, ölüm ise yaşamı. Hayatın anlamı; ölüm ve mutluluktur.
Hayatın anlamını ve mutluluğu katıldığı savaşlarda, Haçlı Seferi’nde bulamayan şövalye; karşılaştığı bir gezgin sanatçı aile sayesinde Yedinci Mühürü çözmeyi başarır. Mutluluk bir kâse süt ve yaban çileklerindedir. Hayatın anlamı temiz havada nefes almak, baharı sevmek, süt içmek ve yaban çileği yemek gibi basit ve küçük şeylerde gizlidir.
Yedinci Mühür çözüldüğünde, şüpheye düşen fakat sonunda Tanrı’ya inanan şövalye de bilinemezci silahtar da ölür. Yaşayanlar savaşçılar değil yalnızca sanatçılardır.
“tanrım bir yerlerde olmalısın. Bize merhamet et.”
(1) Dies İrae Kıyamet Günü anlamına gelen, filmde de kullanılmış Latince bir Hristiyan ilahisidir.