“Tanrı olmasaydı, onu icat etmek gerekirdi.’’ (Voltaire)
Tanrı’nın varlığına inanmayan bir kişinin duyguları Tanrı’ya inanmak ya da Tanrı’yı reddetmek için sürekli bir neden arar. Fıtrattandır. Çünkü tek başına cevaplayamayacağı birçok soru ile baş etmek zorundadır ve bu sorulara cevap bulabilmek için ya da Tanrı’nın varlığını reddetmek için dahi olsa Tanrı’ya ihtiyaç duyar.
“Ve kuzu yedinci mührü açınca göğü bir sessizlik bürüdü. Bu yarım saat kadar sürdü ve yedi melek ellerindeki yedi borazanı çalmaya hazırlandı.”
Yedinci Mühür filminde[!] kahramanımız Antonius Block, Tanrı’ya inanmadığı için acı çekmektedir. Katıldığı savaşlarda Tanrı için savaşmışken onu görememek, varlığından emin olamamak kahramanımızı düşündürmektedir. Tanrı, hiç sorgulamayan ve ona koşulsuz inanan birini yargılamazken inanmak isteyip de inanamayan birini yargılayabilir mi? Filmde de söylendiği gibi inanç hiç gelmeyecek bir sevgiliyi sevmek gibidir. Antonius kalbinin boş olduğunu ve bu boşluğun yüzüne bir ayna gibi tutulduğunu söylüyor. Antonius’a göre Tanrı insanları yaratırken kalplerinde bir boşlukla yaratmıştır. O boşluğu inanç hariç hiçbir şeyle doldurmak mümkün değildir ve kahramanımızın tek istediği Tanrı’ya koşulsuz inanabilmektir. Dolayısıyla film Tanrı’nın yokluğuna değil aksine varlığına inanmayı temel alır.
İncil’e göre kıyametin kopması için ilk önce yedi mühür açılacak, açılan her mühür yedi borazanın çalmasını sağlayacak. Yedi borazan ise yedi kâseyi harekete geçirecek. Sırayla açılan mühürlerin sonuncusu da açıldığında büyük depremler olacak ve gökten kocaman taşlar yağacak. Mühürleri ise bir kuzunun açtığına inanılıyor ve bu kuzunun saflığı ve temizliği ile Hz. İsa’yı temsil ettiği düşünülüyor.
“İnsanın duyularıyla Tanrı’yı kavrayabilmesi o kadar imkânsız mı? O neden yarım vaatlerin ve görülmeyen mucizelerin ardına saklansın ki? Kendimize inancımız yoksa başkasına nasıl inanabiliriz?”
Tarihin hangi döneminde yaşarsak yaşayalım anlam arayışımız değişmiyor. On dördüncü yüz yılda yaşamış bir askerin iç sıkıntısı ile bugünü yaşayan bizlerin benzer iç sıkıntıları bulunabilir. Tanrı var mıdır, iyi-kötü nedir, ölümden sonra yaşam var mıdır gibi sorular her devrin ortak sorularıdır diyebiliriz. Antonius da bu soruları ölümle karşılaştığında düşünür ve geçmiş yaşamını sorgular. Ölümle karşılaşan Antonius, ölümün fanileri yaşamlarının herhangi bir anında bile bırakmadığını hatırlar. Fakat kahramanımızın hemen ölmeye niyeti yoktur. Bu nedenle ölüme satranç oynamayı teklif eder. Oyun boyunca Antonius yaşayacaktır ve oyun oynayarak kazandığı süre boyunca hakikati arayacaktır.
“Bu benim elim. Onu kımıldatabiliyor, içinde zonklayan kanı duyabiliyorum. Güneş yukarıda daha, gökte ve ben, Antonius Block, ölümle satranç oynuyorum.”