Kadın hareketleri (feminizm) 19.yy. başlarında kadınların toplumsal alanda haklarını aramak için başlattığı bir harekettir. Zaman içinde değişime ve gelişime uğrayarak günümüze kadar devam eden bu hareket, her dönemin kendi şartlarına uygun yorumlanmak üzere dört kuşağa ayrılmıştır.
Birinci kuşak/dalga kadın hareketleri 1840-1920 yılları arasını, ikinci kuşak kadın hareketleri 1960-1988 yılları arasını, üçüncü kuşak kadın hareketleri 1988-2010 yılları arasını kapsamaktadır. Dördüncü kuşak kadın hareketleri ise 2010 yılında başlayan ve günümüze uzanan süreci ifade etmek için kullanılır. Yaymacanın bu dört kuşak üzerinde olumlu ve olumsuz birçok etkisi vardır.
Birinci kuşak kadın hareketleri 19.yy’da temelde kadınların seçme ve seçilme hakkına erişmek istemesiyle başlamıştır. Bu hakka erişmek istemelerinin en temel sebebi ise seçme ve seçilme hakkının bir vatandaşlık hakkı olması ve dolayısıyla kamusal alanda erkeklerle eşit haklara sahip olmak için en temel etkenin seçme ve seçilme hakkı olduğunu düşünmeleridir. Kamusal alanda erkeklerle eşit olma gayesiyle yola çıkan kadınlar önemli yaymaca faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Bu faaliyetler 19.yy. başlarında ABD’de durgun direniş, kamu toplantılarını bölme gibi faaliyetlerdir. Bu faaliyetleri gerçekleştiren, kadınların seçme ve seçilme haklarını savunan kadın hakları savunucularına “süfrajet” (İngilizcede oy kullanma anlamına gelen “suffrage” kelimesine küçümseme anlamı katan “ette” eki getirilerek oluşturulan kelime) adı verilerek küçümseyici bir yaklaşım sergilenmiştir. Bu kuşaktaki tüm yaymaca faaliyelerine “süfrajet hareketi” adı verilmiştir. 1893’te başta Yeni Zellanda’da ve sonra bazı batı ülkelerinde kadınların seçme ve seçilme hakkı elde etmesiyle birinci kuşak kadın hareketleri amacına ulaşmıştır. Bu durum kadın hareketlerini durağanlaştırmıştır. Bir hedefe ulaşmanın getirmiş olduğu bu durağanlaşma dönemi 1960 yılında başlayan ikinci kuşak kadın hareketlerine kadar devam etmiştir.
İkinci kuşak kadın hareketleri 1960 yılında ABD’de ortaya çıkmıştır. İkinci kuşak kadın hareketleri Birinci kuşaktan tamamen farklıdır. Birinci kuşakta kamusal alandaki haklarını arayan savunucular bu kuşakta özel alandaki haklarını aramaya başlamışlardır. Kadınların ev içindeki toplumsal cinsiyet rollerinden kaynaklı uğradıkları eşitsizlikler, kürtaj hakkı, doğum hakkı gibi konular bu kuşağın temelini oluşturan konulardır. Bu kuşakta yaymaca eserler aracılığıyla yapılmıştır. Simone de Beauvoir’in yayımladığı İkinci Cins eseri İkinci kuşak kadın hareketlerinin başlamasında etkili olmuştur. Betty Friedan’ın 1963’te yayımladığı Kadınlığın Gizemi eseri ise bu kuşaktaki kadın hakları savunucularının sesini daha fazla duyurmuştur.
Üçüncü kuşak kadın hareketleri, daha önceki kadın hareketlerinin eksik bir yanı olan ırk kavramına odaklanmıştır. Nitekim bu kuşağa kadar kadın hakları sadece orta sınıf beyaz Amerikalılar için aranmıştır. Kadınların sadece orta sınıf beyaz Amerikalılardan ibaret olmadığını kadınların ırk, kültür[!], inanç gibi farklılıklarının olduğunu savunmuşlardır. Afrika’da zor şartlarda yaşayan, ucuz iş gücü gibi görülen kadınların hakları da aranmaya başlanmıştır. Aynı zamanda cinsiyet kavramı da konuşulmaya başlanmıştır. Bu kavramın konuşulmaya başlanmasının en büyük sebebi 1990 yılında Judith Butler’in yayımladığı “Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi” adlı eseridir.
Dördüncü kuşak kadın hareketleri günümüzde uygulayım biliminin gelişmesiyle kullanılan yeni basın hesaplarının etkisiyle ortaya çıkmıştır. Facebook, Twitter, İnstagram gibi yeni basın uygulamalarıyla dünyanın farklı yerlerinde yaşayan kadınlar daha kolay etkileşim kurarak dünyanın farklı yerlerinde de olsalar benzer sorunlar yaşadıklarını anlayarak deneyimlerini paylaşmışlardır. Bu sayede yaymaca faaliyetleri daha kolay ve çabuk yürütülebilir hale gelmiştir. Bu kuşaktaki en önemli yaymaca faaliyeti kadınların “ben de” etiketiyle yeni basın hesaplarında uğradıkları tacizleri anlatmalarıdır. Etiketin başlangıç sebebi ise 2017 yılında Hollywoodlu bir yapımcının setlerde taciz suçu işlediği haberinin yayınlanmasıdır. Bu etiket sayesinde kadınlar hem yalnız olmadıklarını hissetmişlerdir hem de tacize uğradıkları kişilerin ceza almalarını kolaylaştırmışlardır.