“Fakat artık çocuk olmadığımı kanıtlamak, özgürlüğüme kavuşmak istiyordum.”
Bu cümleyi okuduktan sonra genç kadın uzun uzun düşündü. Zaten çok uzun zamandır düşünmeyi ihmal ediyordu. Sahi özgürlük neydi? Çocuklar özgür olamaz mıydı? Ya da kendisi özgür müydü? Bu cümlenin karşısına çıkması kader miydi? Yoksa bir tesadüf mü? Zihninde dönüp duran soruların cevabını yine kendisi bulmalıydı. Fakat şimdilik buna hazır değildi. Hayatı boyunca hiçbir zaman da bu fırsat ona verilmemişti. Çünkü hep çocuk kalmıştı. Sorumluluklar ve hayatın gerçeğiyle yüzleşmek Ayla’ya acı veriyordu. Evet, kahramanımızın adı Ayla. Evin tek çocuğu. Doğduğu ailenin içinde çok sevilen kız çocuğu. Fazla sevgiden ve iyimserlikten kendini keşfedemeyen bir kadın. Düşünmekten ve yüzleşmekten korkan çoğu insan gibi o da sorunlarından kaçmaya devam ediyordu. Öğretilmemiş duygular, insanın omzunda derin acılar bırakabilir. İnsan bilmediğinden korkar. Ayla da düşünmekten korkuyordu. Fakat kitapta okuduğu alıntıda kendine dair bir şeyler bulmuştu. Ona geçmişini hatırlatan bir şeyler… Kahramanımızın iç dünyasına daha fazla girmeden önce nasıl bir ailenin içine doğduğunu öğrenebiliriz.
Ayla, anne ve babasının çok sevdiği, gözünden sakındığı bir çocukluk geçirmişti. Arkadaşlarıyla dışarıda oynarken üstü tozlanır diye eve geri çağrılan, uzak bir yere gidemeyen, belirli doğrular etrafında büyüyen bir çocuktu. İstediği okula gidememişti çünkü ailesinin doğru bildiği bir okul vardı. Yeni arkadaşlar edinememişti çünkü ailesinin seçtiği arkadaşları vardı. En sevdiği rengi hiçbir zaman bilemedi. Ne renk olursa olsun severdi, o. Böyle bir çocukluk geçiren bir kadın, çevresinde ailesinden kimse kalmayınca hayatın aslında çok da kolay olmadığını öğrendi. Çünkü sizin elinizden hep birileri tutarsa aklınıza düşme ihtimaliniz gelmeyebilir. Fakat yolun yarısında elinizi bırakanlar olursa düşe düşe yürümeyi öğrenirsiniz. Ayla çok geç yaşta öğrendi yürümeyi. Yaşamak ne kadar kolay diye düşünürdü hep. Ona çizilen yollardan yürümek kolaydı. Fakat yürüyecek bir yolu kalmayınca kendini kaybetti. Anne ve babası vefat ettiğinde okulunu bitirmişti. Ne yapacağını, yaşama nasıl tutunacağını hiç bilemedi. Dünyası başına yıkılan bir insan ne yapabilir ki? Bir ağ sayfasında şöyle bir yazı okumuştum:
“İnsan, yaşamında bir kez de olsa kendine şu soruyu sorup yanıtlamalıdır:
‘Sahip olduğum her şeyi yitirdiğimde, beni ayakta tutacak şey nedir?’” Bu soru her insanın kendine sorması gereken bir soru. Özellikle de sahip olduklarına sıkıca bağlı kalan insanların daha sık sorması gereken bir soru. Ayla bu soruya vereceği cevabı bulmuştu. Anne ve babasından kendisine kalan en değerli şey okuma alışkanlığıydı. Bulduğu her metni okuyordu. Üzerinde hiçbir şey düşünmeden sadece okuyordu. Günler, haftalar, aylar ve yıllar bu şeklide geçmişti. Anne ve babasından kalan bir miktar parayla yaşamını sürdürüyordu. Sahi bu muydu yaşamak? Sorunlara çözüm bulamadan, meselelerin sadece üzerini örterek yaşamak insanı nereye kadar mutlu edebilirdi? Değişmek ve gelişmek yeni bir yaşam macerasına atılan insanlar için önemli bir eylemdir. Bu eylemin gerçekleştirilmesinde kişinin kendine duyduğu güven çok etkilidir. Ayla uzun bir süre değişim gösteremedi çünkü kendine güvenmiyordu. Hikâyenin sonu nasıl bitecek diye düşünüyor olabilirsiniz. Ayla değişti mi, değişmeli mi? Ya da bu değişim için nelere ihtiyacı var? Ayla’nın değişmek için kendini tanımaya ve fikirlerini tanımlamaya ihtiyacı var. Okuduğu kitapları anlamaya ihtiyacı var. En önemlisi de kendini gerçekten sevmeye ihtiyacı var.
Ben bu satırları yazarken Ayla kendini çoktan fark etti belki de. Bir yürüyüşe çıktı. Sahilin kenarında oturup, denizden geçen gemileri izledi. En sevdiği musiki türünü buldu. Yaşadığı anlardan kendine yeni öyküler yazdı. İnsanları tanımaya başladı. Türküler dinledi, bir türkünün içinde uyandırdığı hislerle yeni düşler kurdu. En önemlisi hayal etmeyi öğrendi. Bu söylediklerimi yapmış olabilir demiyorum çünkü yaptı. Yapmalıyız, acının bizi hapsetmesine izin vermemeliyiz. Bir günümüz bir günümüzü elbette tutmayacak. Hüzünlerimiz, ayrılıklarımız hiç bitmeyecek. Aklımıza gelmeyecek felaketler yaşayacağız ama yine de hayata tutunacağız. Bir sabah uyandığımızda sevdiklerimizi yanımızda bulamayabiliriz. Ya da her şey çok güzel giderken mutsuzluklar ardı ardına gelebilir. İşte hayat tam da o zaman başlıyor. Hem her vakit mutlu olsak yeni tecrübeler edinebilir miyiz? Ayla da anne ve babasını kaybedene kadar hep mutluydu. Çünkü hiçbir derdi yoktu. Bu yüzden de hayata dair yeni deneyimler elde edememişti.
Şimdi hikâyenin başına geri dönüyoruz. Ayla’nın okuduğu kitapta karşısına çıkan alıntıya… O zaman bu cümleye bir anlam yüklememişti çünkü hiçbir şey düşünmek istemiyordu. Kendisiyle yüzleşmek acı verecekti. Fakat artık öyle değildi. Değişmesi için başka bir felaket yaşamadı ama bazı şeyleri kavrayabildi. Aslında bir değişim için bazen bir eylemden ziyade zaman daha etkili olur. Zamanla bazı yükler hafifler, acılar daha az hissedilir. Çünkü insan unutan bir varlıktır. Ayla yaşadıklarını tam anlamıyla unutamasa da bir gün değişim için ilk adımı atmış dışarıya çıkmıştı.
“Fakat artık çocuk olmadığımı kanıtlamak özgürlüğüme kavuşmak istiyordum.”
Ayla çocuk olmadığını en çok kendine kanıtladı. Yalnız yaşamaya alışarak, sevdiklerini özleyerek ama yaşamına bir şekilde devam ederek çocukluğuna veda etti. Önceden olsa çocukluğuna veda etmek ailesine de veda etmeyi gerektirir, diye düşünürdü. Fakat artık böyle düşünmüyor. Özgürlüğüne kavuşmak ve sevdiklerini kalbinde taşımak ona iyi geliyor.
Aslında hepimiz Ayla’ya benziyoruz. Kendimize güvenmediğimizde, birilerinin yardımıyla hayatımızı kolaylaştırdığımızda, harekete geçmediğimizde ve yaşama bir anlam bulamadığımızda Ayla’dan bir farkımız kalmıyor. Ayla gibi değişim yaşadığımızda ise az çok hayatın anlamını fark ediyoruz. Hayatın gerçeklerini anlamak için her insanın zamana ihtiyacı var. Doğru zaman geldiğinde ve olayları iyi yönlendirdiğimizde kendimizi değiştirmek hiç de zor değildir. Yaşadığımız hayatlar farklı olsa da hepimizin doğru zamanı beklediğini düşünüyorum. Bu yüzden doğru zaman gelene kadar hem öğrenmeye hem de okumaya devam etmeliyiz. Hayatın ne zaman sonlanacağını bilemiyoruz. “Sahip olduğum her şeyi yitirdiğimde, beni ayakta tutacak şey nedir?” sorusunu sorup cevaplar bulmaya başladığımızda ne zaman sonlanacağını bilemediğimiz yaşamın içinde ayakta kalma mücadelemize devam edebiliriz.
Yeni hikâyelerde görüşünceye dek kendinize “iyi” bakın.
(Derginin On Üçüncü Sayısını Okumak İçin Tıklayınız)