Su birikintisinde kendi yansımasını görebiliyordu. Çamurlu suyun ağzında bıraktığı tada alışıktı. Rahatsız eden biri olmadığından emin olmak ister gibi kafasını bir sağa bir sola çevirip suyunu içmeye devam etti. Zayıf bacakları vücudunu zar zor taşıyordu. Kirli sulara alışmıştı alışmasına ama karın açlığına dayanmak epeyce zorluyordu onu. Zaten hiçbir zaman tıka basa yemek yiyememişti ki. Bulduğu pis kokulu bir yemek artığı onun mutlu olmasına yetiyordu. Hayat onun için oldukça basitti. İki şeye ihtiyacı vardı. Karnını doyurmaya ve sevilmeye. Su birikintisinin yakınındaki ahşap oturağa yerleşirken bunu düşünüyordu. Yorgunluğu düşüncelerinden ağır geldiğinde gözlerinin kapanmasına izin verdi. Üzerinde kestirdiği ahşap oturağa birileri gelmişti. Şimdi orada istenmediğini ve gitmesi gerektiğini biliyordu ama aç karnıyla başka bir yere gitmek eziyet gibi geliyordu. Oturaktan kendini yere bıraktı. “Burada olmam bir sorun yaratmaz herhalde” diye düşündü. Bilmiyordu ki şu koca dünyaya sığamamıştı insanoğlu. Zemin ona kucağını açmıştı açmasına ama soğuk içine kadar işliyordu. Havada nefesinden çıkan buharı görebiliyordu. Gözlerini tam yeniden yummuştu ki izin vermediler uyumasına. Hop bir tekme. “Git, git buradan, pis şey seni.” Kendi kendine söylendi. “Ben zaten buradaydım, sen geldin sonradan, sen gitsene yahu.” Ama o da biliyordu doğanın kanununu, büyük balık küçük balığı yiyordu. Kalkmaya yeltendi yeltenmesine de doğrulmadan hop ikinci tepik geldi. Söylene söylene, kafası eğik, koruluktan aşağı doğru yürüdü. Rüzgârın fısıldamasını duydu. “Bari sen yapma, zaten kötü günümdeyim.” dedi. Buna sinirlenen rüzgâr daha da kuvvetli esti. Ardından yağmur bulutları sardı etrafını. Yağmur damlaları yeryüzüyle buluştuğunda adımlarını hızlandırıp en yakın dükkânın altına sığındı. Dükkânın önüne yerleşmiş, yağmurun dinmesini bekliyordu ki dükkân sahibi elinde sopayla çıka geldi. “Defol git, pis şey, leş gibi kokuyorsun.” Sopayla dürtmeyi de ihmal etmedi. Bizimki durur mu yapıştırdı cevabı “Asıl pis sensin, yemedik canım bakkalını.” Yağmur çiselemeye devam ederken homurdanarak kalktı dükkânın önünden. Yan taraftan birilerinin, “Yazıktır amca, yapma!” dediklerini duydu ama eyleme dökmedikten sonra ne değeri vardı kelimelerin.
Yağmur bulutları gökyüzünden çekilmiş, ardında soğuk bir hava bırakmıştı. Evlerin, dükkanların önünden geçti ve çöpleri karıştırdı yiyecek bir şeyler bulmak umuduyla. Dükkan kapılarının altından gelen sıcaklığı hissedebiliyordu. “Ah şimdi içeride olsam, karnım tok sırtım da pek olsa.” diye düşündü. Ama oralarda bir yere, bir köşeye kıvrılmaya bile cesaret edemiyordu. Tekrar dayak yiyeceğini biliyordu. Yemek bulacağından emin olduğu bir yer vardı. Fakat oraya gitmeye de korkuyordu. Çünkü bu sefer de orada onun gibi evsiz olanların savaşı başlıyordu. Bizimkisi ne yapsın, zayıf, çelimsiz bir şey, kimseye sözü geçmiyordu ki, şu koca dünyada yapayalnız kalmıştı. Artık bu açlığa dayanamayacağını anlayınca kararını verdi, koyuldu yola. İstediği yere varınca ilk önce uzaktan kolaçan etti etrafı, kimseciklerin olmadığına emin olduğunda koşa koşa karşıya geçti. Tam beklediği yerde buldu yemeğini. Tatlı bir teyze hep yemeğini paylaşırdı onunla. Hızlı bir şekilde doyurdu karnını. “Oh, bugün bu bize yeter.” Arkasından yükselen sesi duyunca döndü yerinde. Onun gibi aç olan bir başkası gelmişti. Bizimki yenilgiyi hemen kabul ederek kaçtı oradan. Mahalleden ayrılmadan önce arkasını dönüp kolaçan etti aynı yeri. “Ben doyurdum sen de doyur bakalım karnını.” diye seslendi. Yeni bir azar yemeden tüydü hemen oracıktan.
Karnı da doyduğuna göre geriye sadece rahatsız edilmeden, güvenle uyuyacağı bir yer bulmak kalmıştı. İyi birilerine denk gelmek için dua ediyordu. “Bugünlerde ne kadar az karşılaşır oldum iyi kimselerle.” diye düşündü. Bir aşağı mahalleye indiğinde oraya daha önceden hiç gelmemiş olduğunu fark etti. Daha önce görmediği evler, bahçeler uzanıyordu yol boyunca. “Şu bahçelerden birine girsem ne olur ki.” diye düşündü. Gözüne kestirdiği güzel bir evin bahçe duvarından içeriye atladı. “Akşama kadar burada uyurum, sabah olmadan da giderim.” diye düşündü. Bulduğu bir köşeye, güzel kokulu, yumuşak çimlerin üzerine kıvrıldı. Yağmurdan sonra, yeni biçilmiş çimlerin kokusu da ayrı bir güzel oluyordu. Yıldızlı bir gecede gözlerini uykuya teslim etti. Sabah olduğunda alışık olduğu çığlık sesini duydu ama bu sefer daha farklıydı, neşeliydi. Üzerine gelen bir şey olduğunu hissederek ürkek gözlerle yerinden fırladı. Küçük bir kız çocuğu sevgi dolu gözlerle ona bakıyordu. Ama o kadar korkmuştu ki ürkmeden edememişti. O korkuyla hemen bahçeye geldiği yerden geri kaçtı. Atladığı duvarın dibinde bekleyip diğer taraftan gelen sesleri dinledi. “Ya çok tatlıydı, kaçtı.” diye konuşan o cıvıl cıvıl kız çocuğunun sesini duydu ama anlamlandıramadı. Sevilmeye alışık değildi ki, nasıl tepki vereceğini bilememişti.
Küçük kız peşinden gelir korkusuyla, o güzel bahçeyi arkasında bırakarak koşmaya başladı. Birkaç adım gitmişti ki bir durdurucu [fren] sesi duydu ve kendini yerde buldu. Canı o kadar acımıştı ki ayağa kalkacak gücü zor buldu. Ağlamaklı çıkarttığı sesle, korkak bakışlarla, arabasıyla ona vuran adama bakıyordu. Adamın endişeli bakışları öfkeli bakışlara dönüşmüştü. “Sabah sabah başıma iş açacaktı ya, iyi ölmemiş bari.” diyerek, oflaya puflaya arabasına binen adamı izledi. Dolu dolu bakan gözleriyle topallayarak yürümeye başladı. Acısı açlığını unutturmayı bile başarmıştı. Farkında olmadan az evvel kaçtığı o bahçenin önüne geri dönmüştü. Demir bahçe kapısının önündeki yemek ve suyu görünce ileri atıldı. Biraz olsun sakinleşmiş ve acısı dinmişti. O küçük kızın yemeği özellikle onun için bıraktığını düşünerek minnettar hissetmişti kendisini.
Karnının tokluğuyla ve ayağındaki acıyla kapının önünde uykuya daldı. İlk defa yumuşak dokunuşlarla, huzurlu uyandığını hissetti. İlk defa sevilerek uyandırılıyordu. Küçük kız ışıldayan gözlerle ona bakıyordu. “Ama sen çok tatlısın.” Küçük kız minik avuçlarına bizimkinin yüzünü sığdırmıştı. Unuttuğu acısını hissederek ağlamaklı bir ses çıkardı. Bacağındaki yarayı fark eden küçük kız korku ve üzüntüyle annesine seslendi. Küçük kızın annesi durumun aciliyetini fark etmişti. Bizimki önünde açılan araba kapısına baktı. İçine binmesini istediklerini anlayabiliyordu. Arabaya binmek çok farklı gelmişti ona. Rahat koltukları, istediğinde açılıp kapanabilen camları, rüzgarla yarışmayı, önünden gelip geçeni izlemeyi çok sevmişti. Vardıkları dükkânın neresi olduğunu bilmiyordu, daha önce gelmemişti hiç oraya. İçeriye girdiklerinde onun gibi başka evsizleri gördü. Küçük kıza ve annesine içi ısınmıştı ama tedirginliğini durduramıyordu. Daha önce böyle evsizleri toplayan bir arabadan kaçmıştı. Duymuştu ki binenleri bir daha gören olmamıştı.
“Yoksa ben de mi geri dönemeyeceğim?” diye düşündü. Kendisinden önce içeriye girene üzgün gözlerle baktı. Biraz zaman geçtiğinde umudunu kesmişti ki içeriye giren arkadaşının içeriye girdiği gibi yine aynı halde dışarıya çıktığını görünce derin bir nefes verdi. Korkulu gözler yerini meraklı gözlere bırakmıştı şimdi. İçeriye girme sırası ona geldiğinde odaya hevesle girdi. Odadaki güler yüzlü kadın, onu kolları arasında taşıyarak bir yere oturttu. Kadın, yaralı ayağına dokunduğunda acıyla inledi. Ama onlara bir kere güvenmişti ya o oturağa iyice yayıldı. Sakince bekledi, dinledi ve etrafı izledi.
“Artık gidebilirsiniz, dediklerimi yapın lütfen.” Gitme zamanı geldiğinde boynuna bir gerdanlık taktılar. “İlk defa biri bana hediye veriyor.” Minnet dolu gözlerle küçük kızın annesinin gözlerine baktı. Arabaya geri döndüklerinde verdikleri ilacın etkisiyle küçük kızın kucağında uyuya kaldı. Rüyasında o güzel bahçede koştuğunu ve küçük kızla oynadığını gördü. Gelecekteki hayatında yaşayacakları rüyasına sızmıştı.