Eskiden sokaklara çıkıp oyun oynamaya korkmazdık. Hepimizin ezan sesini duyana kadar zamanı vardı. Hangi vakit eve dönmemiz gerektiğini bilirdik. Bazen oyun telaşıyla vakti kaçırır, sokağın başından anamızın sesini duyardık. “Babana söyleyeceğim bak, gir kız içeri!” derdi anam bana. Yerimde duramam ya, yürümek ne bilmem, anamın önünden koşarak eve girerdim. Babamın da kızdığını hiç hatırlamam, anam beni kandırırdı. Eğer anam oyunun ortasında gelirse baba maba dinlemezdim. Beni sokaktan koparamazdı. Sokak çocuğuydum ben. Ellerim hiç temiz kalmaz, bacaklarımda çizikler, dizlerimde yaralar hiç eksik olmazdı. Sokağın dilinden anlar, adabını bilirdim. Oyunu kuralına göre oynardım. Kavga edeceğim zamanı da mızıkçılık edeceğim zamanı da iyi bilirdim. Hakkımı yedirmem, kimsenin hakkını da yemezdim. Hepimiz öyleydik, hepimiz sokak çocuklarıydık, hepimiz iyi sokakların iyi çocuklarıydık.
Anamın peşinden eve girdim diye oyun bitecek sanmayın. Rahat durmazdım ki, kimseye de rahat vermezdim, yeni bir oyun başlatırdım. Hele kalabalık ailede gürültü hiç eksik olur mu? Olmaz. Kalabalık dedim diye, bizi 6-7 kardeş sanmayın. Biz üç kardeştik. Üç kız kardeş. Ama 6-7 kişinin gürültüsüne bedeldik. Ben sessizliğin ne olduğunu hiç bilmedim. Arada anam da bizimle çocuk olurdu. Zaten benim garip anam çocukluğunu da pek yaşayamamış. Bazen anamız mı, kardeşimiz mi karıştırırdık. Sadece biz değil, başkaları da karıştırırdı. Anamızı tanımayıp yanımızda gören arkadaşlarımız, ablanız mı, derlerdi. Anam, benim canım anam, ufacık yüzlü, zayıf bir kadındı. Bu üç cadıya o da dahil oldu mu bizde gürültü hiç eksik olmazdı, hâlâ da eksik olmaz. Anam biriktirdiği gazete[!] kuponlarıyla[!] bize bilgilik [ansiklopedi] almıştı. Ablalarımın çok işine yaramış olacak ki o ciltli, kalın kitapları ellerinden hiç düşürmezlerdi. Biri okur, diğeri yazardı. Tabi o aralar ben okuma, yazma bilmezdim. Okuyana, yazana rahat da vermezdim. Ablalarım da benim muzır bakışlarımı gördükleri anda daha fazla çalışamayacaklarını anlarlardı. Atlardım sırtlarına, çalışmalarına izin vermezdim. Ama size dedim, ben rahat durmaz, duramazdım. Yemek yerken bile sağa sola sallanır, ellerimi bir yerde sabitleyemez, bir güzel azarımı işitirdim. Ablalarım bana bağırırlar, çağırırlar, yapma etme derler, sonra kendilerini benimle oyun içinde bulurlardı.
İlk önce sobanın[!] hizasında dizili minderleri bizim odaya toplardık. Bize kalsa oturma odasında sıcakta oynardık da babam gelince evi dağınık görüp kızar diye kendi odamızda oynamak zorunda kalırdık. Soba oturma odasında kurulu olduğu için diğer odalar epey soğuk olurdu ama biz oyun oynarken soğuğu hissetmezdik. Ben oyun oynarken hiç üşüdüğümü hatırlamam. Topladığımız minderleri yan yana, üst üste dizerdik. Güya kendimize ev yapardık, minderler de evin duvarları olurdu. Ama o ev, ne güzel evdi. Tüten bir bacası, pembe panjurları[!] olmasa da kendimi içinde en huzurlu, en güvende hissettiğim ev ablalarımla yaptığım minderden evdi.
Babam eve gelene kadar biz minderler arasında evcilik oynardık. Akşam kapı zili çalınca babamızın geldiğini bilirdik. En önde ben, ablalarımla kapıya koşardık. Babam her gün eli, kolu torbalarla dolu halde içeriye girerdi. Torbaları yere bırakır, tok bir sesle, selamünaleyküm, derdi. Bizde kıkırdayarak torbaları kurcalamaya başlardık. İçinde bizim için bir şeyler olduğunu bilirdik. O zamanlar anlamazdım, babam gerçekten bozulur muydu, bizimle mi şakalaşırdı, hâlâ da bilmem. Biz babamla ilgilenmeden torbalara koşunca, yahu beni hiç gören yok, diye söylenirdi babam. Biz yine kıkırdardık. Çikolatalarımızı[!] bulup içeriye kaçardık. Babam da arkamızdan, eşek oğlu eşekler, diye bağırırdı. Zaten ben babamın ağzından başka da kötü laf duymadım. Ne birine küfür ederdi ne de beddua. Ama sinirlendiğinde epey bağırırdı. Gerçi bizim ev çok gürültülü olduğu için alıştık mı nedir, hepimiz günlük konuşmalarımızda bile çok bağırarak konuşurduk. O yüzden bizim kavgalarımızı ve sohbetlerimizi birbirinden ayırmak epey zordu.
Babam işten gelince hep birlikte yemeğimizi yerdik. O vakitler benim durulma zamanımdı çünkü babamdan azar işitmekten korkardım. Ben sakinledim mi ablalarım da ödevlerini yapmaya koyulurlardı. Annem de şişlerini eline alır, bize kazak[!] örerdi. Sadece kazak da değil. Benim anam öyle marifetli bir anaydı ki elinden her iş gelirdi. Kazağını, patiğini,[!] oyasını, eteğini, her birini kendisi işlerdi. Çarşıya inerken bayırın kenarında yün satan küçük bir dükkân vardı. Tabi, o dükkân artık yok. O küçücük dükkân tavana kadar ip yumaklarıyla doluydu. Ahşap, eski, sürgülü bir kapısı vardı. Dükkân sahibinin yüzünü hatırlarım da orta yaşlarda olmasına rağmen kırış kırıştı. Çok karanlık, bunaltıcı, kasvetli bir dükkandı. Ama anam o küçük dükkânda renk renk iplere bakıp hangisini alsam diye düşünürken çok keyifli görünürdü. Anam keyifli olunca ben de keyiflenirdim. Dükkân sahibinin somurtuk yüzünü görmez, duvarlardan gelen rutubet kokusunu almazdım. Sanki anlıyormuşum gibi anamın bacakları arasında ben de alt raflardaki ipleri kurcalardım. Bu dükkâna sadece alışveriş için gelmezdik. Bazen anam ördüğü lifleri, patikleri getirir bu dükkâna satardı. O zamanın parasıyla iyi mi alırdı kötü mü alırdı hiç bilmem. Ama kendine harçlık yapardı. Gerçi kendine harcamazdı ya yine bize harcardı. Böyle de hamarat, eli lezzetli, tuttuğunu koparan, hızlı bir kadındı. Anam iş yaparken hep aynı ezgiyi mırıldanırdı. Hâlâ kulaklarımda anamın sesini duyarım. Ne radyoda[!]ne de televizyonda[!]denk geldim o şarkıya… Sadece anamdan dinledim. Sanki bir ninni gibi iş yaparken mırıldanır dururdu. Sözleri de yoktu. Kimin, neyin şarkısıydı, hiçbir zaman öğrenemedim. Aklımda anamın şarkısı diye kaldı.
Herkes bir şeylerle meşgulken vaktin geç olduğunu babamın horlamasıyla anlardık. İstisnasız her akşam yemekten sonra babam televizyonun karşısındaki koltuğa uzanır, orada uyuyakalırdı. Her akşam babamın kükremesini duymamıza rağmen her duyduğumuzda kahkaha basmamak için ablalarımla ağzımızı iyice kapatırdık. Annem babamı yavaşça dürter, hadi yatağına uzan, burada tutulup kalacaksın, derdi. Herhalde babam dışarıda çok yoruluyor, o yüzden hep uyuyakalıyor, diye düşünürdük. Hiçbir gece o koltukta uyuyakalmadığı, bizimle oyun oynadığı, sohbet ettiği olmadı. Halbuki biz hep bizimle oynasın isterdik. Şimdi düşünüyorum da babamla o kadar az vakit geçirmişiz ki… Hafta içi bir yazıhanede muhasebecilik yapardı, hafta sonu da mahalledeki bakkalda kasanın başında dururdu. Bu yüzden babamı hep çalışırken hatırlarım. Biz ablalarımla babamı hep garipsemişizdir. Ya çok neşeli olur, güldürmeyen şakalar yapıp dururdu ya da çok aksi olur yanına yanaşılmazdı, çatacak yer arardı. Öyle sevgi cümleleri sarf eden, yumuşak huylu bir adam değildi ama bizi canından çok sevdiğini hep bilirdik. Kelimelerle arası iyi değildi ama bazen bir dokunuşu bazen bir bakışı kalbindeki şefkati, sevgiyi bize gösterirdi. Birlikte yapabileceğimiz o kadar çok şey vardı fakat biz hepsini kaçırdık. Biz insanlar çok garip değil miyiz? Şu bir kere geldiğimiz fâni hayatta söylemediğimiz ya da yapmak isteyip yapabileceğimiz halde yapmadığımız o kadar çok şeyi geride bırakıyoruz ki.
Ama size anlatmıştım. Babam ne kadar içine dönük bir insan ise anam da bir o kadar cıvıl cıvıldı. Her fırsatta bizi ne kadar sevdiğini anlatırdı. Anamın varlığı bizim kalbimizi öyle bir ısıtırdı ki hiçbir şeyin eksikliğini hissetmezdik. Anam hepimizi yatırır, üzerimizi battaniyelerle örterdi. Ah o battaniyeler, ne de ağırdı. Küçücük bedenimle altında kendimi eziliyor gibi hissederdim. Ama çok da sıcak tutardı. Sabahları kalktığımda babam hiçbir zaman evde olmazdı. İşe zamanında varmak için gün doğmadan evden çıkardı. Anam ablalarımın mavi okul önlüklerini giydirir, oya [dantel] yakalarını takardı. Sırtlarında koca çantaları, ellerinde beslenme çantaları evden çıkarlardı. Ben de televizyon karşısında yerimi alırdım. Kumanda[!] benim elime geçti mi hemen çizgi film[!] açardım. Zaten en güzel çizgi filmler de sabah vakti olurdu. Çizgi film izlerken sıcak sütümü içip tostumu[!] yemek benim için günün en keyifli vaktiydi. Karnım tok bir şekilde koltuğa yayıldığımda yeniden uykuya dalardım. Hem de o uyku ne tatlı olurdu. Ancak zilin sesi beni uykumdan kaldırırdı. Bilirdim ki öğle vakti geldi. Ablalarım okuldan döndü. Benim için yeniden oyun zamanı başlardı.
O zamanlar her şey çok daha güzeldi. Sokaklar da, evlerin içi de farklı kokardı. Yeniden soba başında anamla oturmak istiyorum. Ablalarıma dalaşmak, çalışmalarına engel olmak istiyorum. Babam bakkalda çalışırken gidip ona yardım etmek istiyorum. Mahalledeki arkadaşlarımın elebaşı olmak istiyorum. Ben yeniden sokak çocuğu olmak istiyorum.
(Derginin Sekizinci Sayısını Okumak İçin Tıklayınız)