“Yozlaşmadan uzlaşmak” adlı kitabınızda medeniyet ve kültür[!] üzerinde çok durduğunuzu görüyoruz. Hatta bir bölümde kültür kelimesinin medeniyetin eş anlamlısı olduğundan bahsediyorsunuz. Acaba siz medeniyeti nasıl tanımlıyorsunuz? Sizin medeniyet tanımınızda ne gibi unsurlar bulunuyor?
Kültür, Ziya Gökalp’in “Hars” dediği kavramın karşılığıdır. Mesela Türk Kültüründen, İran Kültüründen bahsedebiliriz. Fakat İslam dininin ortaya çıkmasından sonra İran Medeniyeti; Türk Medeniyeti yerine İslam Medeniyeti demek daha doğru olur. Fakat her zaman Türk Kültürü, Irak Kültürü, İran Kültürü gibi deyimleri kullanmamız mümkündür. Çünkü Medeniyet demek benzerlikleri fazla ve ortak yönelişleri olan kültürlerin bileşimi demektir.
Sizce küreselleşme, kültürleri ne kadar tehdit ediyor? Dil ve tarih muhafızlığı yapmak mümkün mü? Eğer mümkünse nasıl bir yöntem uygulamak doğru olur?
Küreselleşme “hars”ların kendi özelliklerini rendeliyor ve kültürleri bir örnekleştiriyor. Her kültürün kendi üyeleri kendi kültürlerini korumalıdır. Bunu yapamıyoruz. Bunun için toplumda samimi bir istek olmalıdır. Bu olmadıkça her hareket göstermelik kalıyor. Göstermelik hareketler de kültürü korumak yerine bazı yoz âdetleri yerleştiriyor. Tasavvuf saygısı olmadan yapılan sema törenleri bir eğlence yeri hâline geliyor veya bir et parçasını gaddarca tokatlamak Türk harsı oluyor.
İngilizce ve Fransızca ile Arapça ve Farsçayı aynı kefeye koyanlar var. Bizim bakış açımıza göre İngilizce ve Fransızca kökenli kelimeler yabancı kelimelerken Arapça ve Farsça kökenli kelimeler Türkçedir. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Osmanlıcadaki Arapça ve Farsça kökenli kelimeler atılmamalı, sözlüğümüzün zenginliği halinde tutulmalı, onların yerine önerilen yeni kelimeler de kullanılmalı ve zenginlik kabul edilmelidir. Mesela, “Eleştiri” de “Tenkit” de “Ehemmiyet” de “Önem” de korunmalıdır.1950’li yıllara kadar dilimiz bu anlayışı sürdürürken Nurullah Ataç Türkçe sevgisini “Türkçe Savaşı” hâline getirdi. Fransızca ve İngilizce kelimelere gelince bilim dilinde gerekiyorlarsa kullanmalıyız. Günlük konuşma dilinde ise onların yerine önerilmiş ve sevilmiş bir Türkçe kelime varsa onları seçmeliyiz: Işın, ışınım, bilgisayar, bilişim, konum gibi güzel Türkçe karşılıkları seçmeliyiz.
Türkçe kökenli kelimeleri ve yaşadığımız coğrafya gereği bu topraklarda ortaya çıkmış kelimeleri kullanmaya özen gösteriyorsunuz. Peki, sizce toplum olarak dilimize gereken hassasiyeti gösterebiliyor muyuz, dili nasıl kullanmamız gerektiğine dair bizlere birkaç tavsiye verir misiniz?
1954-1990 arasında Türk Dili bir savaş alanı görümündeydi. Bana göre buna sebep olan Nurullah Ataç ve yandaşları oldu. Çünkü bu kişilerin dil sevgisi yoktu. Nurullah Ataç emir verir gibi kelime uydurmaya başlamıştı. Türk Dil Kurumu içinde bir iktidar değişikliği yaparak 1950’lere kadar Türk Dil Kurumuna hizmet etmiş olan Prof. Dr. Ahmet Ateş, Besim Atalay gibi üyeleri kurumdan ihraç etti. Bu olay Ataç’ın ölümünden otuz yıl sonrasına kadar devam etti ancak 1990’dan sonra sağduyu geri döndü.
Bugünlerde biz gençlerin, kendini içinde yaşadığı kültüre ve medeniyete ait hissetme noktasında sorunları olabiliyor. Siz bu konu hakkında neler düşünüyorsunuz ve çözüm önerileriniz var mı?
Nazım Hikmet, Orhan Seyfi Orhon, Sabahattin Ali, Ahmet Hamdi Tanpınar, Hilmi Ziya Ülken, Reşat Nuri Güntekin, Attila İlhan gibi edebiyatçı ve düşünürleri siyasi görüşlerini ayrı tutarak (Başka örnekler de var tabii) benimser ve sıklıkla okursak kaybettiğimiz 30-70 yılı yeniden kazanırız.
“Üniversite” kelimesinin Türkçe karşılık teklifini yalnızca Oktay Sinanoğlu’nda “Evrenkent” olarak bulduk. Siz bu konuyu Oktay Sinanoğlu ile bizzat görüştüğünüzden bahsetmiştiniz. Sinanoğlu bu konuda ne düşünüyordu ve siz nasıl düşünüyorsunuz? “Üniversite” kelimesinin yerine başka bir Türkçe kelime öneriniz var mı?
Üniversite[!] kelimesi “Univers+City” kelimelerinden türememiştir. “University” tek bir kelimedir. Hem sayısal hem sözel bilgileri inceleyen yüksekokula İslam memleketlerinde “Medrese” veya daha sonra “Dârülfünun” yani “Fenler Yurdu” adı verilirken Batı ülkelerinde her türlü bilim yani “bilim evreni” yurdu olarak “Üniversite” denmiştir. Öz Türkçede karşılık aramaya gerek yoktur. Üniversite diyebiliriz. Sinanoğlu ile 1990’lı yıllarda 4 defa karşılaştım. Bunların ikisinde “Evrenkent”in uygun karşılık olmadığını söyledim. Bir cevap vermedi, düşüneceğini söyledi.
Edebiyatın çeşitli alanlarında eser vermiş oldukça üretken bir yazarsınız. Çalışma ve üretme yöntemlerinizden bahseder misiniz? Bilmek, öğrenmek ve öğrenileni hafızada tutmak üzerine deneyimlerinizi bizlerle paylaşır mısınız?
Öncelikle öğrenme ve okuma sevgisi gereklidir. Mesela Nazım Hikmet kendisini eğlenceye kaptırmış bir paşazade olmamıştır. İbnülemin Mahmut Kemâl de Mühürdar Emin Paşa’nın oğlu olarak doğmuş fakat kültürümüzün muhafızı rolünü üstlenmiştir. Bu bakımdan hem kalıtımın hem de çevrenin etkileri önemlidir. Bu ilk etken oluşmuşsa motor[!] çalışır gerisi direksiyon[!] eğitimidir ve bu da yolda öğrenilir.
(Derginin Beşinci Sayısını Okumak İçin Tıklayınız)