Bilindiği gibi düşkentler; gerçekleşmesi olanaksız, ilginç düşüncelerden oluşan, üstün toplum tasarımlarıdır. Peki, bu üstün toplumun yarısını oluşturan kadının düşkentlerdeki yeri nedir ve gerçekte nasıldır? Eski Çağ’ın büyük düşünürü Platon’un devletinde kadının konumu yeteneğiyle belirlenir. Ayrıca Platon, kadını erkeğe nazaran fiziksel olarak daha zayıf bulur. Platon’un Devlet adlı kitabının beşinci bölümünde görüyoruz ki kadınlar da erkekler gibi çalışabilir, sanat ya da sporla meşgul olabilirler. Hatta yetenekleri uygun olan kadınlar erkeklerle aynı eğitimi görerek muhafız dahi olabilir bununla birlikte muhafız kadınlar daha hafif işlerde görevlendirilir. Kadınlar toplumsal hayatta ise daha çok ev işleri ve çocuk bakımı ile yükümlüdür. Kadınların gündelik hayatta evi çekip çevirmesi yetenek gibi görülür. Ayrıca Platon’un devleti kadının doğurganlığını denetler. Zira sağlıklı bir nesil üstün bir devlet için ilk şarttır. Anlaşıldığı üzere devlet; kadının zihinsel, fiziksel ve cinsel dünyasına müdahale hakkına sahiptir. Benzer bir bu durumu George Orwell’ın 1984 isimli eserinde de görürüz. Demek oluyor ki kimilerinin düşkenti, kimilerinin kâbuskenti olabilir…
Toplumsal kadın rolü konusunda Eski Yunan’da Platon’dan, günümüze biraz daha yaklaşmaya ne dersiniz? II. Meşrutiyet Dönemi Türkiye’sinde, yüzyıllar önceki fikirler değişmemiş olmakla birlikte birçok toplumsal dernek kadın hareketinin etkinleşmesini sağlamıştır. Pek çok konuda olduğu gibi siyasette de kadın; düşünen, eleştiren bir konuma gelmiştir. Kadının toplum içindeki konumunun değişmesi iktisadî olarak zayıflayan Osmanlı Devleti’nin toplumun diğer yarısını oluşturan kadını daha çok harekete geçirme isteğinden kaynaklanmış olabilir. O dönemde, çoğunlukla İttihat ve Terakki yönetimine yakınlık duyan kadınlar tarafından kurulan derneklerle birlikte kadın kurumsal alanda kendini göstermeye başlamış ve mücadeleci kadın imgesi oluşmuştur. Örneğin; kadının anne konumuyla daha saygın görülmesi, dönemin kadın yazarları ve düşünürleri tarafından tartışılmıştır. Osmanlı aydınları, Fransa’nın etkisiyle Batılı kavramları kendi ülkesine aktardığı halde geçmişten gelen alışkanlıklarını koruyarak kadınlar arasında ev kadını, meslek kadını ve dünya kadını olmak üzere sınıflandırma yapıyordu. Bu sınıflandırmayla tıpkı Platon’un eserinde olduğu gibi annelik övülüyor, ‘’Kadının önceliği aile kurmaktır.’’ düşüncesi tekrarlanıyordu. Bazı aydınlar ise kadının emeğinin iktisadi alana yansıması için ilk olarak ataerkil bakış açısının yarattığı “Kadının saçı uzun, aklı kısadır.” gibi söylemleri dilden kaldırmanın gerekliliğini savunuyordu. Bunlara ek olarak kadın hareketinde kadının “erkek gibi” olmasının “gücü”, erkeğin “kadın gibi” algılanmasının “zayıflığı” temsil etmesi sorun teşkil ediyordu. Bu görüşte Platon’un kadının eksikliği ve erkeğin güçlülüğü düşüncesi göze çarpmaktadır.
Değişen ve dönüşen dünyada Rönesans, Reform, Aydınlanma ve Sanayi Devrimi kadınların hak arama mücadelesini etkilemiş, toplumsal yaşamda kadın erkek eşitliğinin sağlanmasına önayak olmuştur. Türkiye’de II. Meşrutiyet ile birlikte kadın hareketi, aydınlar ve cemiyetler tarafından toplumsal cinsiyet rollerinin düşünülmesine neden olmuştur. Kadınlarla ilgili evlilik, giyim kuşam, cariyelik, miras gibi konularda hukuki düzenlemeler yapılmıştır. Yine aynı dönemde eğitim kadınlar için en çok tartışılan konulardan biri olmuş ve kadınlara yüksek öğrenim imkanı sağlanmıştır. Tartışmalarda ileri sürülen görüşler, devrin fikir akımlarıyla ilişkilendirilebilir. Bir başka deyişle toplumun iki ayrı parçası olan kadın ve erkek eşit haklara sahip olmalı görüşünü savunan kadınlar hem iktisadi görevlerini hem de ev işi vazifelerini yerine getirmeye çalışmıştır. Böylece kadın hakları söylemi 20. Yüzyıl’da fikrî ve siyasî olarak önceki dönemlere göre daha üst seviyeye gelmiştir.
Değerli okuyucu, ben değindiğimiz olgulara sahip olduğum kültür ve bakış açısına göre mümkün olduğunca nesnel bakmaya çalıştım. Platon’un düşkenti ile II. Meşrutiyet Türkiye’sinin gerçeğinde kadının konumunu değerlendirdim. Eski Çağ’da Platon’un düşkent olarak değerlendirdiğimiz fikirlerinin 19. Yüzyıl kadınının ihtiyaçları bakımından yetersiz kaldığını tespit ettik. II. Meşrutiyet dönemi kadınının bu anlamdaki haklı isteği, adına kadın hareketi dediğimiz mücadelenin yaşanmasına sebep olmuştur. Bu mücadele sonucunda içinde bulunulan yüzyılın da etkisiyle kadınlar kağıt üzerinde önemli haklara sahip olmayı başarmışlardır. Fakat kağıt üzerinde sahip olunan haklar gerçek dünyada kadınların istediği eşitliği ve adaleti sağlamaya yetmemiştir. Üzülerek belirtmeliyim ki bu başarı günümüzde de kadınların Platon’un düşlediği toplum tasarımındaki kadın konumundan farklı bir yerde olmasını sağlayamamıştır. Görüyoruz ki asıl önemli nokta sahip olunan hakların hayata geçirilmesinin mümkün kılınabileceği düşünce yapısının sağlanmasıdır.
Kaynaklar
KURNAZ, Şefika, Cumhuriyet Öncesinde Türk Kadını (1839-1923), TC Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1991
AKAGÜNDÜZ, Ümit, II. Meşrutiyet Dönemi’nde Kadın Olmak, Yeni İnsan Yayınevi, İstanbul,2015
Platon, Devlet, Hasan Ali YÜCEL Klasikler Dizisi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul,2018