Türk halk edebiyatı içerisinde değerlendirebileceğimiz ozanlık geleneği, Türklerin binlerce yıllık tarihine şahitlik etmiştir. Ozanlar içinde bulundukları toplumu; siyasi, iktisadi, toplumsal ve tarihsel açıdan ele alırlar. Saptamalarını kendi kişisel anlayışlarından süzerek saz eşliğinde dile getirirler. Türklerde İslamiyet öncesinde kutsal sayılan ozanlar, İslamiyet’in kabulüyle birlikte “Hak Âşığı” şeklinde anılmışlar ve geleneği sürdürmeye devam etmişlerdir. Kutsallıkları, halk arasında farklı şekillerde tecelli etmiştir. Türk kimliği ile doğan ozanlık geleneği kendine has kültürü sayesinde gelişim sağlamış, farklı söyleyiş ve kalıplarla günümüzde de icracı bulabilmiştir.
Ozanlık geleneğinin seyrini İslamiyet’in kabulü öncesi ve sonrası olmak üzere iki bölüme ayırmak, İslamiyet’in halk edebiyatımıza ve icracısı konumunda bulunan ozanlarımıza etkisini kavrayabilmemizi sağlar. Gök Tanrı dininde kam kelimesiyle adlandırılan din adamlarının Tanrı ile iletişim kurabildiğine inanılırdı. Kamlar Tanrı ve yaratılmışlar arasında kutsal konumdaydı. Kamlar aynı zamanda ozanlık geleneğinin de temsilcileriydi yani kadim Türklerde ozanlar aynı zamanda din adamıydı. Gök Tanrı dininde, din adamlığı olgusunun günümüzden daha farklı ve semavi olduğu unutulmamalıdır. Hâliyle ozanların kopuz eşliğinde söyledikleri destanlar kutsal birer metin özelliği de taşımaktadır. Türkler arasında, bahsettiğimiz inancın tesiri günümüzde de kendini göstermektedir. Öyle ki Kırgızistan’da hasta kişilerin başında iyileşeceğine inanılarak Manas Destanı okunmaktadır. Anadolu’da ise hasta kişilerin yanında Kur’an okunması, eski inançlarımızın İslamiyet’e uyarlanmasıyla açıklanabilir. Ozanların rüya veya ruhani seyahat vasıtasıyla atalarla iletişime geçtiklerine, ozanlık yetkisinin atalar tarafından kendilerine verildiğine yahut doğrudan Gök Tanrı tarafından yetkilendirildiklerine inanılırdı. Ozanlığı icra eden kamlar aynı zamanda şifacı, otacıydı. Sayrılık giderici otlara hakimlerdi ve otların hangi hastalığa hangi yöntemle iyi geldiğini de bilirlerdi. Çeşitli ayinler yaparak hastalıklara sebep olan kötü ruhları uzaklaştırırlardı. Dolayısıyla ozanlar toplum düzeni içinde önemli bir konumdaydılar. Her Türk boyunun kendi ozanı bulunurdu ve boy mensupları içerisinde ozanın yeri muhteremdi.
İslamiyet öncesi ozanlık geleneğinde “ak ozan” ve “kara ozan” şeklimde iki farklı ozan türü karşımıza çıkar. Ak ozanlara aru neme, kara ozanlara ise kara neme yardım eder. İslam öncesi Türk inancında “Neme” İslamiyet’teki cinlere karşılık gelmektedir. Türk esatirinde [mitoloji] kötülüğün ve küfrün temsilcisi “Erlik”tir. Erlik ise İslamiyet’teki şeytanın Türk esatirindeki karşılığıdır. Yaratılış Destanı’na göre, Erlik, Ülgen’e itaat etmez ve yerin altına gönderilir. Erlik, Ülgen’in yarattığı insanları kötülüğe inandırmaya ve onları küfre sokmaya söz verir.[1] Kadim Türklerin toplum hayatında, Erlik’e inanan ve insanları ona iman etmeye çağıran kamlar da vardır. Bu kamlara “kara ozan” denilmektedir. Kara ozanlar kötülüğün, karanlığın çağırıcısıdır. Onların Erlik ve kötü ruhlarla iletişim hâlinde olduklarına inanılır. Ak ozanlar ise iyiliğe yani Ülgen’e iman etmiş kamlardır ve iyilik adına sanatlarını icra ederler.
Ozanlığın en önemli özelliklerinden ikisi, kopuz eşliğinde ezgili söyleyebilme ve doğaçlama yapabilme yetisidir. Tarihin ilerleyen safhalarında yazılı edebiyatın da gelişmesiyle birlikte kalem ozanları ortaya çıkar. Saz çalan ozanlarımız kalem ozanlarımızı yerer ve geleneğin gerçek temsilcilerinin kendileri olduklarını dile getirirler ki halk nezdinde de bu düşüncelerinin karşılık bulduğunu söylemek mümkündür. İslamiyet’in Türkler arasında yaygınlaşması ve Karahanlılar’ın da İslamiyet’i benimsemesiyle birlikte edebiyatımızın seyri değişmiştir. Yaşanan değişimden ozanlık geleneği de nasibini almıştır. Ozanlık geleneğinin icracısı kamların, kabul edilen yeni din ile toplumsal hayattaki mevkileri değişime uğramıştır. İslamiyet’in yeniden inşa ettiği düzende kamların geçerliliği kalmamış ozanlar ise kutsallıklarını İslami esaslara göre açıklamak zorunda kalmışlardır. Bu safhada âşıklık karşımıza çıkmaktadır. “Ozanlık” ve “Âşıklık” öz bakımından aynı niteliklere sahiptir. İslamiyet öncesindeki Türkçe kökenli ozan kelimesi, yerini Arapça kökenli âşık kelimesine bırakmıştır. Ozanlar kendilerine “Hak âşığı” demiş ve şiirlerinde İslami imgeleri kullanmışlardır. Rüyada atadan yahut doğrudan doğruya Gök Tanrı’dan alınan yetki, artık bade içme imgesiyle karşımıza çıkar. Rüyada bade içirilen âşık uyandığında artık saz çalabiliyor ve doğaçlama şiir söyleyebiliyordur. Şüphesiz ki bade içme gibi imgeler sanatçıların yeteneklerini kutsallaştırma çabasının ürünüdür. Yine bu dönemde Türkler, nazım ve nesir türlerinde edebi ürünler üretirken Allah ve peygamber sevgisinin işlendiği şiirler de âşıklarca söylenmektedir. İslamiyet ile eskiden kutsal kabul edilen ozanlar, artık kutsal ve ruhanî özelliklerinden sıyrılmış yalnızca sanatçı kimlikleriyle öne çıkmışlardır. Gelenek yüzyıllar içerisinde gelişmiş, usta çırak ilişkisiyle devamlılığı sağlanmış ve mahiyetini yitirmemiştir. Âşıklar, ustalarından öğrendikleri söyleyiş biçimlerini kendi yetiştirdikleri çıraklara da aktararak geleneğin devamlılığını sağlamışlardır. Ozanlarımız içerisinde bulundukları toplumun iktisadi, ahlaki, dini, kültürel ve siyasi değerlerini sorgulamışlardır. Toplumu ilgilendiren her konuda duygu ve düşüncelerini açık şekilde dile getirmişlerdir. Halkın duru dilini ustalıkla işleyen ozanlar, içerisinde bulundukları toplumun töre ve adetlerine uygun ürünler vermişlerdir. Ozanların Türk yaşayışındaki önemine Dede Korkut şu şekilde değinmiştir: “Kolca kopuz yükseltip elden ele, beyden beye ozan gezer. Erin cömerdini erin cimrisini ozan bilir. Karşınızda çalıp söyleyen ozan olsun. Azıp gelen kazayı Tanrı savsın. Yerli kara dağların yıkılmasın.”[2]
Halk için büyük önem taşıyan ozanlar, toplumsal düzendeki aksaklıkları da eserlerinde dile getirir. Türklerin İslam’ı kabulünden sonra ortaya çıkan tekke ve benzeri yapılar ozanların siyasi meselelere yönelmesine zemin hazırlamıştır.[3] Siyasi ve daha ziyade toplumsal alanlardaki bozulmalara dikkat çeken ozanlar artık muhalif bir yanı da temsil etmeye başlar. Osmanlı’da önemli bir biçimde kendini gösteren taşlama geleneği Cumhuriyet’in ilanıyla beraber gözdeliğini yitirmiştir. Cumhuriyet, zorlu şartlarda doğduğundan ozanlar Cumhuriyet’e ve Cumhuriyet’in kurucularına methiyeler düzmüşlerdir. En azından gelenek içerisindeki eğilim bu yöndedir. “Cumhuriyeti kuranlar, iş başına vatanı kurtararak gelmenin saygınlığı içerisinde âşıklar tarafından hem övülmüş hem de alkışlanmışlardır. Her alanda yenilik getirmek isteyen Cumhuriyet, yeni yönetim biçimini halk kültürü üzerine kurmaya çalışmaktadır. Bu kültürün temsilcileri âşıklar başlarda halkevlerine buyur edilir. Hatta aralarından Köy Enstitülerinde[!] usta öğretici olarak istihdam edilenler de olur.”[4]
Ozanlar, sahip oldukları yeteneklerle toplumun önderi ve toplumsal yaşamın vesikalarıdır. Toplumdaki yozlaşma ve mürtecilik ozanın sazında tezahür eder. Ozanlar halkın sorunlarına kayıtsız kalamaz ve doğru uğrunda gerekirse canından vazgeçer. Ozanlık yüksek şuur ve faziletin eseridir. Onlar asırlardır söylenilemeyeni söylemiş, dilsizin dili olmuşlardır. Onlar yaşanan olayları kendi anlayışlarıyla söze çeviren ve uyaklara dayandıran, saz eşliğinde halk ile paylaşarak ölümsüzleştiren kimselerdir. Halkın duru dilini, binlerce yıllık şiir geleneğimizle hece ölçüsünün kalıplarına uydurarak destanlaştıran ozanlarımızın sesi, yüzyıllar sonra da işitilecektir. Ozanlık geleneğinin son temsilcilerinden rahmetli Ozan Arif’in de dediği gibi: “Hakkı bırakıp güya devletten yana tavır koyduğunu sanan Hızır Paşa’lar yaşamıyor, lakin Pir Sultan yazdıklarıyla, söyledikleriyle bugün hâlâ yaşıyor.”
Asıl ölüm unutulmaktır, unutmak ise öldürmektir. Asırları yaş edinmiş ölümsüz ozanlarımıza…
Kaynakça
- ATSIZ, Hüseyin Nihal, Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2014, ss.31
- BAŞGÖZ, İlhan, Türk Halk Edebiyatında Protesto Geleneği, 1986
- BEKİ, Salahaddin, Âşık Şiirinin Siyasallaşması Üzerine Bir Deneme 1960- 1980, 2006
- ERGİN, Muharrem, Dede Korkut Kitabı 1-2, TDK, Ankara 2018, ss.17
- [1] Hüseyin Nihal ATSIZ, Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2014, s.31
- [2] Prof. Dr. Muharrem ERGİN, Dede Korkut Kitabı 1-2, TDK, Ankara 2018, s.17
- [3] İlhan BAŞGÖZ, Türk Halk Edebiyatında Protesto geleneği, 1986
- [4] Salahaddin Beki, Âşık Şiirinin Siyasallaşması Üzerine Bir Deneme 1960-1980, 2006