Dostoyevski: “Edebiyat bir resimdir, daha doğrusu hem resim hem de aynadır. Duygunun ifade edilmesidir, ince bir eleştiridir, öğretici bir belgedir.” demiştir. Fransız edebiyatçı Stendhal ise; “Bir roman[!] yol boyunca gezdirilen ayna demektir.” ifadeleriyle edebiyatı tanımlamıştır. Peki, sizce edebiyat nedir?
Bence edebiyat bir yaşama tarzıdır. Hava gibi, su gibi olmazsa olmazlarımızdandır. Daha açık söylemek gerekirse “söz”ün terbiye edilmesidir edebiyat. Söz’ün yerinde, zamanında tam da gerektiği gibi söylenmesidir, kullanılmasıdır, yazılmasıdır. Ama edebiyat denen bu büyülü algının zaman zaman değişmesi, dönüşmesi kaçınılmazdır. Her devrin, her öğretinin, [ideoloji] hatta her topluluğun kendine göre bir edebiyat anlayışı vardır. Bu yüzden söylenen ve yazılan hiçbir şeyden kulağımızı kaçırmamalıyız. Acele etmezsek ve okumaya devam edersek bizim de edebiyat dünyamız, yazar dostlarımız, kitap yoldaşlarımız kendiliğinden birikiverir. Bunun için yolda olmaya devam etmek gerekir.
Son söz, edebiyat insandan insana giden tek ve en etkili, en güzel yoldur. Bu yolu açık tutmak gerekir.
Günümüzde çok satılan bazı edebî eserlerin yoğun ilgi görmesinde “yaygın [popüler] kültürün[!]”etkisi olduğu düşünülmektedir. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Söylenen bir yere kadar doğrudur. Hepimiz zamanın çocuğuyuz, bir zamanın içine doğarız. Bu yüzden yaygından bütünüyle kaçınmamız mümkün değildir, ama bize dayatılan beğenilerin, eğlence anlayışlarının, okuma metinlerinin tutsağı da olmamamız gerekir. Bu da nitelikli olana usanmadan ve yorulmadan kulaç atmakla mümkün. Yani az önce söylediğimiz gibi yolda olmakla mümkün. Yetinmemekle, aramakla mümkün… Yaygın olmayan iyidir demek de yaygın bir anlayış değil mi?
Hayat, sanat ve halk arasındaki ilişkiyi “edebiyat” üzerinden nasıl açıklayabiliriz değerlendirebilir misiniz ?
Bu üç unsur birbiriyle ilgisi olan ve birbirlerini tamamlayan parçalar olarak görülmeli. Hayat sanatı, sanat insanı, insan başka insanları besler. Yahya Kemal, “İnsan insanın ufkudur.” der. Öyledir. O ufkun aydınlık şafağıdır edebiyat. Edebiyat hayattan beslenmeli ama hayatın tutsağı olmamalıdır. İnsana yaslanmalıdır, ama onu sarsmalıdır da…
Son söz, sanatla beslenen ve güzelleşen bir hayat ve insan…
Şüphesiz ki Türk edipleri, edebiyatın hemen her alanında önemli eserler vermiştir. Bu eserler ve sanatçılar aracılığıyla Türk edebiyatı, dünya edebiyatında kendine kıymetli bir mevki sağlamıştır. Sizce geçmişten bugüne hangi yazar ve şairlerimiz hangi eserleriyle bu konumu elde etmiştir?
Ben şairsever değil şiirseverim, romancısever değil romanseverim, öykücüsever değil öyküseverim. Bu yüzden yazar adı söylemeyi sevmem, ama bu ilkemi hatırınız için kırayım.
Şiirde, Fuzuli, Şeyh Galip, Nedim, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Mehmet Akif, Arif Nihat, Nâzım Hikmet, Ahmet Muhip Dıranas, Turgut Uyar, Yavuz Bülent bende yeri ayrı olanlar. Romanda Tanpınar’cıyım. Öykü saymakla bitmez, Sait Faik, Tahsin Yücel, Haldun Taner, Abdullah Harmancı ilk aklıma gelenler.
Bir sene Bosna’da kaldım. Türk yazarları pek tanımıyorlar mesela. Ve kitapları dillerine çevrilen bir tek Orhan Pamuk’a rastladım.
Biz edebiyatımızı gerçek anlamda sevmiyoruz. Sevmeyen sevdiremez.
Türkiye’de okuma-yazma oranı her ne kadar arttırıldıysa da okur-yazar olma oranı arttırılamadı. Kültürel okur-yazarlık, düzenli ve bilinçli okuma, okuma üzerine düşünme gibi zihin faaliyetleri ne yazık ki okuma-yazma öğrenmeyle birlikte ilerletilemedi. Türk insanını gerçek anlamda okur-yazar yapmak için neler yapabiliriz, nelere ihtiyacımız var? Bir toplumun kendi edebiyatını okuyup anlamaya çalışmamasını ne tür eksikliklerin tezahürü olarak görüyorsunuz?
Okuduğunu anlama oranını yükseltmemiz lâzım. Bunun için de ölçü Tanpınar. Tanpınar’ı sözlük yardımı olmadan okuyup anlayandır benim gözümde okuma yazma bilen. Bunun yolu düzenli kitap alınan ve okunan evlerin sayısını artırmaktan geçer. Dünyada oldukça az kitap alınan, satılan ve okunan ülkelerden biriyiz. Türk dili ve edebiyatı bölümünde okuyanlar bile okumayı sevmiyor, bu çok acı…
İngilizce ve Fransızca ile Arapça ve Farsça’yı aynı kefeye koyanlar var. Bizim bakış açımıza göre İngilizce ve Fransızca kökenli kelimeler yabancı kelimelerken Arapça ve Farsça kökenli kelimeler Türkçe’dir. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Günümüzde yabancı kelimelerin dilimize nüfuz etmesinde ne gibi sebeplerin etkili olduğunu düşünüyorsunuz?
Size katılmıyorum. Bir Türkçe vardır bir de diğerleri. Diller birbirlerinden kelime alırlar verirler. Bunda aşırıya kaçmamak şartıyla fazla sorun yok. Sorun düşünce biçimini, söz dizimi, [sentaks] algıyı aktarmak. Arap gibi Fransız gibi düşünerek yazmak. Yazdıklarımızın acemi çevirmenlerin çevirileri gibi çiğ olması. Asıl sorun bu…
“Bilgi çağı” getirdiği birtakım kolaylık ve imkâna rağmen birçok konuda insanları bilgisizliğe itiyor. Gençler, üretmekten ve yazmaktan imtina ediyor. Bir akademisyen[!] olarak siz, gençlere üretme ve yazma konusunda teşvik edici ne gibi tavsiyelerde bulunur ve hangi yöntemleri önerirsiniz?
Gençler büyüklerinden ne görürlerse onu örnek alırlar. Dolayısıyla en masum olanlar, onlar. Ben büyüklerin eğitilmesi gerektiğine inanıyorum. Çünkü son kararı onlar veriyor, gençler vermiyor ki. Büyüklerin gençlere kızmasını ayrı bir büyüklük olarak görüyorum. Kızmasınlar örnek olsunlar. Çocuğuna kızan değil kitap hediye eden anneler, babalar görmek istiyorum. Elbette bunlar da var, ama daha çok olmalılar.
Büyüklerin öğrenmeye ve değişmeye kapalı olduğu dünya cehenneme dönüşür zamanla. Hani iki günü birbirine eşit olan ziyandaydı? Bunu söylüyoruz, ama gereğini yapıyor muyuz?
(Derginin Beşinci Sayısını Okumak İçin Tıklayınız)