“Melâli anlamayan nesle aşina değiliz.” Ahmet Haşim
Merhaba sevgili seyirciler. Geçmişten Gelenler isimli serimizin[!] bir yeni bölümüyle daha ekranlarınızdayız.[!] Geçen hafta konuştuğumuz Veba salgını günlüklerini sonlandırıp Melâlden Kaçınma salgını ile devam ediyoruz. Biliyorsunuz ki 21. yüzyıl bu hastalıkla yanıp kavrulmuştu. O yıllardan elimize Ajlan adında on yaşlarında bir kız çocuğunun günlüğü ulaştı. Haydi birkaç sayfa okuyalım, bakalım neler anlatıyor acemi yazar.
Tarih 14 Mayıs[!] Cuma
“Sevgili günlük, bugün seni almamın sıfırıncı yıldönümü. Umarım bir ömür mutlu ve çok mutlu yaşarız. Annem diyor ki mutlu olmayanların aklından zoru varmış. Gerçi annem yazmamı da pek istemiyor ya, neyse… Umarım kimse seni sakladığım yerden bulup okumaz. Şimdilik hoşça kal, mutlu geceler.”
Tarih 18 Mayıs Salı
“Sevgili günlük, bugün anne ve babama derste yaşadığımız ilginç olayı anlattım. Sana da anlatayım. Sınıfta pis bir çocuk var, yani varmış. Hiç fark etmemiştim bugüne kadar. En arka sırada oturuyormuş. Biz çalışkanlar ön sıralarda otururuz. Neyse, dersteydik. Önce bir inleme sesi duyduk. Ama aldırış etmedik. Sonra hıçkırıklar başladı ve yükselerek devam etti. Çocuk resmen ağladı sevgili günlük. Ne kadar iğrenç bir şey! Ben onun yerinde olsam bir daha okula gidemezdim. İyi ki daha önce fark etmemişim şu pis çocuğu, öyle değil mi günlük?”
Tarih 19 Mayıs Çarşamba
“Merhaba günlük, bugün nedense dünkünden biraz daha az mutluyum. Annem ve babam sınıfımı değiştireceklerini söylüyorlar. Mutluluğumu engelleyen şeyler varmış. Hep şu ağlayan terbiyesiz çocuk yüzünden… Oysa arkadaşlarımdan ayrılmak hiç istemiyorum.”
Tarih 21 Mayıs Cuma
“Sevgili günlük, bugün hiç yapmamam gereken bir şey yaptım. Pis çocukla göz göze geldim. Sence bana da ağlama hastalığı bulaşmış mıdır?”
Tarih 24 Mayıs Pazartesi
“Merhaba günlük. Dün yazmayı unuttum. Bugün olduğu gibi dün de çok mutluydum. Okulda çok eğlendik.”
İşte size Melâlden Kaçınma, bir diğer değişle mutluluk hastalığına güzel bir örnek. Görüldüğü üzere, Ajlan mutluluğunu neredeyse gözümüze sokarcasına belli etmeye çabalamakta. Ama tahmin edersiniz ki küçük yazarımız bunları bizler okuyalım diye yazmadı. Belki de bu sözleri kafasının içinde dolaşan sesleri bastırarak mutlu olduğunu kendine kanıtlamak için kaleme aldı. Anne ve babası ise çocuklarına salt mutluluk aşılayarak onu hüzünden uzakta korunaklı bir kalede yetiştirdiklerini sanıyorlar. Oysa kızları, o kalenin içinde bir savaş veriyor. Okumakta olduğumuz günlük ise küçük kızımızın zoraki mutluluk halini canlı tutabilmek gayretiyle kendisiyle verdiği savaşın bir ürünüdür. Haydi bu gidişatın nerede yön değiştirdiğine göz atalım.
Tarih 27 Mayıs Perşembe
“Sevgili arkadaşım günlük. Çok utanıyorum. Ağlayan çocuk benimle konuştu. Adı Melâl’miş. Anneme söylesem mi?”
Tarih 31 Mayıs Pazartesi
“Günlük, galiba hastalık bana da bulaştı. Boğazımı biri sıkıyormuş gibi hissediyorum. Bir şey daha var… Uzaklara giden kedimi hatırlayınca, of biliyorum hatırlamak kötü bir şeydir ama ne yapayım birden hatırladım ve gözümden bir damla sıvı aktı. Buna ağlamak diyebilir miyiz?”
Tarih 2 Haziran Çarşamba
“Tatlı günlük. Bir bilsen Melâl neler anlattı. Tabi kimseye söylememem kaydıyla. Ona kedimden bahsettim. Uzaklara gittiğini ve şey… gittiği için üzüldüğümü söyledim. Aman annem duymasın üzüldüğümü. Sonra Melâl dedi ki kedimi özlememde ve üzülmemde bir sakınca yokmuş. Onun anne babası evde böyle şeyleri yapıyorlarmış. Onun anneannesi uzaklara gittiğinde evdekiler hep üzülmüş. Okulda ağlamasının nedeni de buymuş. Ama ağlamak ayıptır ve hastalıklıdır, öyle değil mi?”
Tarih 4 Haziran Cuma
“Sevgili günlük. Ya Melâl doğruyu söylüyorsa? Belki bazı zamanlar üzülmek eğlenmekten daha iyidir…”
Tarih 7 Haziran Pazartesi
“Can dostum günlük. Melâl hep afili şeyler söyleyip duruyor. Keşke onun gibi konuşabilsem. Mesela bugün dedi ki geçmişimizi silersek ruhsuz birer cana dönüşürmüşüz. Hatırlamak ne hoş şey değil mi?”
Tarih 10 Haziran Perşembe
“Günlük, bir bilsen neler oldu! Melâl’le ben her zamanki gibi okulun alt katındaki hademe tuvaletine[!] saklanmış fısıldaşıyorduk. Yaklaşan ayak seslerini duyunca sustuk. Önce hademe sandık, meğerse başöğretmen kaç gündür beni teneffüs aralarında görmeyince meraklanmış. Okulu keşfe çıkmış. Ah öyle korktum ki beni tuvalette yakaladığında. Melâl’e parmak sallayıp beni kolumdan tuttuğu gibi sınıfa götürdü. Sonra sorgulamaya başladı. Ne konuşuyormuşuz, gizli bir şey yapmıyorsak neden saklanıyormuşuz, diğer arkadaşlarımın oynadığı vur-kaç-eğlen oyununa neden katılmıyormuşum… Güzel cevaplar veremedim. Neyse günlük, şimdi annem çağırıyor. Gitmeliyim.”
Tarih 18 Haziran Cuma
“Canım günlük. Kötü haberlerim var. Melâl kaç gündür okula gelmiyor. Bir haftadır diğer mutlu öğrencilerle oynayıp durdum. Eskiden zevk aldığım oyunlardan sıkıldığımı fark ettim. Acaba Melâlleştim mi?”
Tarih 20 Haziran Pazar
“Arkadaşım günlük. Bugün anneme sarıldım ve ağladım. İlk defa böyle bir şey yaşadık. Gözlerimden yaşlar akarken annemin yüzünü görmeliydin. Beni hastaneye götürecekmiş, sanırım teyzeme ne yaptılarsa bana da aynısını yapacaklar. Ah günlük, Melâl’i tanımadan önce teyzeme benzemek isterdim. Oysa şimdi unutmak ve ruhsuz bir can olmak istemiyorum.”
Evet sevgili seyirciler. Sanırım hikayenin geri kalanını tahmin edersiniz. Ailesi küçük kızı hastaneye götürüyor ve hafızasını sildirtiyor. Peki ya Ajlan’ın günlüğü elinize nasıl ulaştı diyeceksiniz… Bilim insanları Mutluluk hastalığından etkilenmeyen nadir kişilerdendi. Bu insanlar hastalığa çare ararlarken fark ettiler ki onların melâlden kaçınma gereği duymamalarının sebebi okumaları, yazmaları ve düşünmeleriydi. Bunun üzerine ne kadar okunacak yazı, yazılacak kağıt varsa devasa bir kütüphanede toplandı. Ajlan kızın günlüğü de bendenizin eline bu kütüphanede dolaştığım günlerden birinde geçiverdi, tesadüfen. Belki de tesadüf değildir. Kim bilir, ruhsuzlaştırılan bir canın ruhu, günlüğü bulmamızı sağlamıştır. Bu sayede hatırlanacak ve ruhuna tekrar kavuşacaktır.
(Derginin Altıncı Sayısını Okumak İçin Tıklayınız)