ÖNSÖZ
(½8.01)
“Hikâyemizi bilen kimse yoksa yaşamış sayılmayız bu dünyada.” Tesiri çok yüksek bir söz değil mi? Sizi bilmem ama benim zihnimi uzun süreler meşgul etti ve bir karar almama sebep oldu. Her hayat bir hikâyedir. Dünyayı da kütüphane olarak hayal edebiliriz. Kanımca dünya isimli kütüphanenin fihristini birisinin hazırlaması gerekmektedir. Aksi takdirde yitip giden yaşamlar olmaktadır ve olacaktır. Kendi omuzlarıma yüklediğim bu sorumluluğu memnuniyetle yerine getireceğim. Buna karşılık sizden tek bir ricam olacaktır. Lütfen beni unutmayın. Benim adım (̶ü̶s̶t̶ü̶k̶a̶r̶a̶l̶a̶n̶m̶ı̶ş̶).
KİM İÇİN
Size koğuştaki ranzamdan[!] yazıyorum. Kim için yazdığıma dair en ufak bir fikrim yok. Aslında bir ailem olsaydı başıma bir şey gelirse diye onlara bırakılabilecek güzel bir karalama [not] olabilirdi. Ne yazık ki arkamdan gözyaşı dökecek tertiplerimden başka kimsem yok. Biliyorum kimsesiz birinin veda metni yazması tezat bir durum. Ancak aklımın odalarını işgal etmiş bu fikirleri bir yerlere aktarmalıyım. Ömrümün kalan kısıtlı zamanını harcıyormuşum gibi hissediyorum. Farklı bir söylemle “toprakla buluşmaya bir melek mesafesindeyim” ya da bu bilinçteki sayılı insandan biri olduğum da söylenebilir. Anlayacağınız bir kâğıt parçasına bir şeyler karalayıp şişenin içine koymak, ardından ummana [okyanus] fırlatmak gibi bir şey yapıyorum. Ancak bu şişeyi ezkaza bir kâşif bulsa bile şişe onu hiçbir hazineye götürmeyecek. Aksine en gayesiz günlerini yaşayan bir askerin sorgulamalarına ve şikayetlerine ulaştıracak.
Ölümden hiçbir zaman korkmadım. Zaten hayat, dünyada fazladan bir gün geçirmek için herhangi bir sebep de vermedi bana. Köklerimi bir türlü dünyanın çorak topraklarının derinliklerine salmayı beceremedim. Bu konuda daha çok yıllık bitkilere benzediğim söylenebilir. Saklamayı ve biriktirmeyi beceremem. Paylaşmak gibi çağdaş dünyada önemini yitiren kavramlara hakimimdir. En azından yetimhanede ve askerde bu şekilde öğrendim ben.
Nasıl ölebileceğime dair kuvvetli tahminlerim var. Ya bir mayına[!] basarım ya da vücuduma yediğim birkaç kurşun ile… Kim için ölebileceğim ise şaibeli.
Aslında beni bir çöp kutusuna bırakıp gitmeseydi anneme sorardım bu soruyu. Sözde insanın ilk hocasıdır ya annesi.
Kışlada televizyona[!] her bakışımda birbirinin canını yakan insanları görüyorum. Müziğin[!] sesini çok açtı diye komşusunu vuranlar, gücü kendisinden zayıflara yetenler, on lira için cana kıyanlar… Ben onları korumak için mi hayatımı tehlikeye atıyorum? En ufak yanlışında garsonları[!] azarlayan insanların bilmesini istediğim bir şey var. Siz rahat uyuyun diye kurşunlar başımın üstünden geçiyorken, dağlarda ne bulabilirsem onu kesip yiyorum.
Farkındayım içinizi kararttım. Cehennemin kapısını biraz araladım ve ortaya çıkan manzaraya bakın. Gerçi bu aralar kendimi eskisi kadar yalnız ve nedensiz hissetmiyorum. Kendime benzeyen birisiyle tanışabildim. Dostluğumuz her geçen gün daha da çok pekişiyor. İsminin Murat olduğunu söyledi. Göğsündeki isimliğinde de Akman yazıyordu. İtiraf etmek gerekirse yazma fikri onun başının altından çıktı. Kendisi de bir mektup yazmış ve bölük yazıcısına emanet etmiş. Onun da yalnızlık konusunda benden aşağı kalır yanı yok.
(15.06)
Bugün yazdıklarımı Murat’a da gösterdim. “İnsanlara karşı bu kadar öfkeli olma. Her şeye rağmen ben onlardan razı oldum.” dedi.
(Derginin Birinci Sayısını Okumak İçin Tıklayınız)