Evrenkent Kalemleri, millet olma şuuruna erişmiş insanları birbirine kenetleyen en önemli ögenin lisan olduğuna kanaat getirmiş bir topluluktur. Gerek dergimizde gerek ise yeni basın hesaplarımızda [sosyal medya] Türkçe konuşmak ve Türkçe yazmak üzerine hazırladığımız çalışmalarımızı sizlerle paylaşmaya devam etmekteyiz. Ayrıca çalışmalarımızda ve üretim süreçlerimizde zaman zaman sizlerden aldığımız soruları toplantılarımızda tartışmakta ve değerlendirmekteyiz. İşte bu toplantılarımızda siz takipçilerimizin, okuyucularımızın bazı konularda kafa karışıklığı yaşadığınızı fark ettik ve sıklıkla karıştırılan lisan-yazı kavramlarını “Harf İnkılâbı” bağlam ında ele alarak açıklamak istedik. Sizlere “Dil Devrimi”ni ve “yabancı kelime” anlayışımızı da izah eden bir yazı dizisi hazırlıyoruz, iyi okumalar dileriz.
BAŞLARKEN
İnsanlar fikirlerini aktarabilmek için dile, fikirlerini zaman ve mekan atlatabilmek için ise yazıya ihtiyaç duymuşlardır. Bu ihtiyaç neticesinde kilide uygun açkı [anahtar] üretir gibi lisanlara uygun o dili en iyi şekilde yazıya dökebilecek abeceler [alfabe] türetilmiştir. Her ulusun kendi dilini ifade etmek için icat edip kullandığı abece, tabii ki en başarılı neticeyi yine kendi diline ait sözcüklerin yazılmasında ve ifade edilmesinde gösterir. Dolayısıyla Arap abecesiyle Arapçayı kusursuz ifade edebilir; fakat Türkçe kelimelerin Arap abecesiyle simgeleştirilmesinde çeşitli sorunlar ile karşılaşırız.
Sanayi Devrimi’nin ardından, çağdaş dünyada eğitimli insanlara ve iletişime duyulan ihtiyaç okuma-yazma bilme oranının artmasını sağlamıştır.
19. yüzyılın ortalarından itibaren Türkiye’de de geniş halk kitlelerinin okur-yazar duruma getirilmek istenmesi ise yüzyıllarca Türkçenin simgeleştirlmesinde, yazılmasında kullanılan Arap abecesinin Türkçeyi ifade edebilme yeterliliğinin tartışılmasına sebep olmuştur.
Özetle; önce ıslah-ı huruf yani harflerin iyileştirilmesi sonra ise tebdil-i huruf yani harflerin değiştirilmesi anlayışıyla ortaya çıkan yazı tartışmaları esasında bir imla sorununa çözüm arayışıdır. Tanzimat Dönemi’nde başlayan bu çözüm arayışları 1928 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün uygun zaman ve ortamı bulmasıyla neticelenmiştir. 3 Kasım 1928 tarihinde gerçekleştirilen Harf İnkılâbı; Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi, içtimai, iktisadi tarihini etkilemiş ve özellikle kültürel[!] alanda toplumun değişim ve dönüşüm yaşamasını sağlamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti lisan konusunda Karagöz ve Hacivat’tan birini seçeceği sürece ilerlerken adeta istikbaldeki yeni kilidi kanırtmadan açacak ona uygun bir açkı üretilmiştir. Bu açıdan bakıldığında Dil Devrimi’nin bir parçası, Harf İnkılâbı; “yeni Türkçe”ye uygun türetilen “yeni Abece”dir.
YAZI HAKKINDA
Yazı ses ile ifade edilen sözcüklerin göz veya bazen de el ile takip edilebilen hâlidir. Kültürün nesilden nesile aktarılması ve bilginin yayılması hususunda önemli bir yere sahip yazı bu önemli niteliği nedeniyle bazı eski kavimler tarafından tanrısal bir yaratılış hikâyesiyle kutsal bir değer kazanmıştır.
Eski mısırlılar yazıyı tanrı Thot’un, İskandinavlar ise tanrı Odin’in bulduğuna inanmışlardır. Çinlilere göre yazının mucidi ilhanları [imparator] Fu-hi, İbranilere göre ise Enoch, Hz. İbrahim ve Hz. Musa’dır. Eski Meksikalıların ve Peruluların inancına göre de yazı yine tanrısal bir güç tarafından bulunmuştur.¹
Türk-İslam Medeniyeti’nde de Arabi-Farisi abeceye Kuran yazısı olması hasebiyle saygı gösterilmiştir. Geçmişte saygı duyulan ve kutsiyet yüklenen yazının günümüzdeki hâline gelmesi ise uzun yıllar almış ve beş aşamada gerçekleşmiştir. İlk aşamada amaç çeşitli maddeler ile anlatılmıştır. Taş ve kemik gibi doğal nesnelerin kullanıldığı yazının bu ilk dönemine madde yazısı adı verilmiştir. İkinci aşamada ise yazı şekil hâline dönüşmeye başlamıştır. Üçüncü aşamada fikir yazısı ya da resim yazısı denilen aşama yer almış dördüncü aşamada ise fikir yazısından hece yazısına geçiş sağlanılmıştır. Son aşamada nihayet hece yazısından harf yazısına geçilmiş ve günümüzde kullanılan yazı meydana gelmiştir.²
OSMANLI GELENEKSEL DÖNEMİ’NDE ABECE
Göktürk ve Uygur abeceleri Türklerin İslamiyet’i seçmeleriyle birlikte Müslüman türk toplulukları arasında hızla kullanımdan çıkmış ve bu abeceler yerine Arap abecesi kullanılmaya başlanmıştır. Önceleri Arap abecesiyle az sayıda Arapça kökenli kelime kullanarak yazılan Türkçe, Türklerin Araplarla ve dini ilimlerle ilişkilerinin artması sonucunda daha fazla Arapça kökenli kelime içermeye başlamıştır. Selçuklular’ın ve Osmanlılar’ın ilk dönemlerinde Anadolu’da harekeli ve kısmen daha yalın yazılan yazı özellikle İstanbul’un fethinden ve hilafetin Osmanlılar’a geçmesinden sonra harekesiz ve ağdalı bir hâl almıştır. Devletin yazıya verdiği değer ise yazının adeta bir sanat hâline gelmesini sağlamıştır. Devlet geliştikçe Arap harflerinin görünüşü de gelişmiş ve daha güzel bir görünüm almıştır. Yazıya ve dolayısıyla Arap harflerine verilen bu değer, Kuran-ı Kerim’in de bu alfabeyle yazılmış olmasından dolayı zamanla bir kutsiyet kazanmıştır. Öyle ki hattatların hem Arap abecesiyle yazı yazmaları hem de yazı yazarken nefeslerini tutmaları nedeniyle uzun ömürlü oldukları bile ifade edilmiştir. Osmanlı’da yazıyla ilgili bu hassasiyet, “Kuran-ı Kerim Mekke’de inmiş, Mısır’da okunmuş, İstanbul’da yazılmıştır.” sözünün söylenilmesini de sağlamıştır.³
Yazı dizimizin devamı sonraki sayımızda…
1) Harf Devrimi’nin 50. Yılı Sempozyumu, Ankara 1981, s. 3
2) Harf Devrimi’nin 50. Yılı Sempozyumu, Ankara 1981, s. 3
3) Cengiz Dönmez, Tarihi Gerçekleriyle Harf İnkılâbı ve Kazabımları, Ankara 2009, s. 65
(Derginin On İkinci Sayısını Okumak İçin Tıklayınız)