Kültür[!] yozlaşması, bizi biz yapan niteliklerin yitirilmesi, özün kaybolması anlamına gelmektedir. Değerlerin yitirilmesi ise dış etkenlerin baskısı aracılığıyla olduğu kadar rıza yoluyla da gerçekleşir. Baskı sonucu meydana gelen bir vazgeçişi anlamlandırmak kolaydır, fakat değer kaybına nasıl rıza gösterilir? Bunu anlamak için sömürgecilik, sömürgecilik sonrası [postkolonyalizm] ve tazyik [hegemonya] kavramlarının irdelenmesi gerekmektedir.
Ailemizle evimizde rahatça yaşadığımızı düşünelim. Ne var ki, rahatımız bazı yabancı insanların evimizi basmasıyla bozuluyor. Yabancılara karşı koyamıyoruz çünkü onlar ellerindeki silahlarla bizi susturmayı başarıyorlar. Seneler geçiyor ve kendi evimizde yabancı insanların hizmetçisine dönüşüyoruz. Onların istedikleri yemeği pişiriyor, evimizi onların istediği gibi döşüyoruz. Hatta günlük kıyafetlerimiz bile onların zevkine göre şekilleniyor. Bir gün geliyor ve canımıza tak ediyor. Bir isyan ile bu yabancıları evimizden kovmayı başarıyoruz. İşte, yabancılar gitti. Artık özgürüz ve eski düzenimize geri dönebiliriz. Fakat fark ediyoruz ki yeni kıyafetlerimiz, evimizin yeni tarzı, pişirdiğimiz yemekler artık bizim de hoşumuza gitmekte. Öyle ki, eski düzenimiz ilkel bir yaşam tarzı gibi görünmekte. Sonuç olarak, yeni düzeni idame ettiriyoruz.
Anlaşılacağı üzere anlatılan hikâye sömürgecilik ve sömürgecilik sonrası durumun bir özeti niteliğindedir. Peki, bir zamanlar zorla dayatılan düzeni sonunda rıza ile kabul etmemizde bir sakınca var mıdır ?Cevabımız hayırsa ve ev ahalisinin yeni düzeni kabullenişinde bir yanlışlık görmüyorsak aynı soruyu bir de şu şekilde sormayı denemeliyiz: Birinin zihnimize yerleşip düşüncemizi yönetmesine izin vermemiz bir sorun değil midir? Denilebilir ki, rıza sonucunda oluşan zihin sömürüsü günümüz dünyasının yeni sömürgecilik faaliyetidir. Bu açıdan bakıldığında, Antonio Gramsci’nin “baskın sınıfın boyun eğenlerin izniyle gücü kazanması” olarak tanımladığı tazyik kavramını yeni sömürgecilik bağlamında yorumlamak mümkündür. Tazyik oluşturma yolunda ilerleyen bir devletin başarılı olabilmesi için diğer devletler tarafından “gücün sahibi” şeklinde algılanması gerekmektedir. Devletler arası böyle bir ortak kabul ise tazyik oluşturan gücün kendi fikir anlayışını diğer zihinlere ekmesiyle gerçekleşebilir. Fikir ekimi sürecinde tazyik oluşturan güç kendi kültürünü “dünya kültürü” görüntüsüyle tüm dünyaya aksettirir. Bu oluşumun günümüzde ABD merkezli Batı tarafından Küreselleşme başlığı altında uygulanageldiği görülmektedir. Kültürümüzün, bir başat güç tarafından törpülenip yozlaştırılmasına seyirci kalmamız zihin sömürüsü sorununun ciddiyetini göstermektedir. Bu sorunun çözümü için ise ilk adım farkındalık kazanmaktan geçer. Her şeyden önce, hikâyede bahsedildiği gibi sadece evimizle kalmayıp en mahremimize, aklımıza girmeyi başardıklarının bilincine varmamız şarttır. Ardından kaybolan özü bulma adına kendimizi tanıma yolculuğuna çıkmalı, kültürün, tarihin ve dilin birer bekçisi olmalıyız.
Kaynakça
1) Tosun C. (2005) “Dil Zenginliği, Yozlaşma ve Türkçe” Journal of Language and Linguistic Studies vol.1 no.2 syf. (1-7).(01.02.2021)
2) Aktan, C. (2001). Siyasal Ahlak ve Siyasal Yozlaşma. C. Aktan içinde, Yolsuzlukla Mücadele Stratejileri (s. 51-69). Ankara: Hak-İş Yayınları. (04.01.2021)
3) etimolojiturkce.com (13.02.2021)
4) dspace.kocaeli.edu.tr (13.02.2021)
(Derginin Beşinci Sayısını Okumak İçin Tıklayınız)