Ustam, sizi tanıyabilir miyiz? Bize kendinizden bahseder misiniz?
Ben Süleyman Dilek, 1965 yılında Samsun, Çarşamba’da doğdum. 1973 yılında ailecek İstanbul’a geldik. Beykoz’a yerleştik. Evliyim, iki çocuk babasıyım. Yıllardır ayakkabı, çanta tamiri yapıyorum, geçimimi böyle sağlıyorum.
Mesleğinizi icra etmeye ilk nasıl başladınız?
İlkokulu bitirdikten 2-3 ay sonra Beyazıt Gedikpaşa’da imalathanede çalışmaya başladım. Yıl 1978 idi. Bizde ayakkabıcılık, baba mesleği değildi, ağabey mesleğiydi. Babam inşaat işleri ile uğraşırdı. Gedikpaşa’da ayakkabı üretim yerleri vardı. Şimdilerde İkitelli’de imalathaneler daha çok var. Ağabeyim Beyazıt’ta ayakkabıcı yanında çıraklığa girdi. Ben de onunla beraber gidip gelmeye başladım. Aşağı yukarı 35 sene Beykoz’dan Beyazıt’a işe gidip geldim. O zamanlar etraf böyle araba da kaynamıyordu. Kışın gidip gelmek çok zor olurdu. Kısacası mesleğe imalathanede işçi olarak başladık. Tuzla’da üretimevinde [fabrika] da çalıştım. 2000 senesinde Yalıköy bayırında kendi dükkânımı açtım. 2000 yılından beri burada kendi işimi yapmaya devam ediyorum.
Mesleğiniz sizi mutlu ediyor mu? Maddi ve manevi anlamda işinizden tatmin oluyor musunuz?
İnsan hiçbir şeyden memnun olmaz, kimseyi de memnun edemez. Çok şükür para kazanıyoruz ama bir yandan harcıyoruz. Yıllardır bu dükkân sayesinde geçimimi sağlıyorum. Her mesleğin bir zorluğu var. Saatlerce yapıştırıcı kokusuna maruz kalıyorum. Her gün yoğurt yerim, kendime dikkat etmeye çalışırım. Dükkânı sürekli havalandırıyorum. Televizyonum[!]yok dükkânda, çalışamazsın ki televizyonla, radyo[!] dinlemeyi tercih ediyorum. Radyoyu sadece dinliyorum ama insan televizyona bakmak istiyor, işi bitiremem bu sefer. İşe odaklanmak gerek. Zorlukları var ama çok şükür işimden memnunum.
Çocuklarınız sizden sonra zanaatınızı devam ettirebilecek mi ya da siz devam ettirmelerini ister misiniz?
Benim iki oğlum var. Benim çocuklar dükkândan içeri girmezler. Tabii onlar da çalışıyorlar, kendi işlerini yapıyorlar. Ama benim işime hiç heveslenmediler. Bu meslekte aç kalmazsın. Ayakkabı, çanta tamirciliği bir nevi altın bileziktir. Her gün az da olsa paranı alırsın, harçlıksız kalmazsın.
Bildiğiniz gibi artık herkes evrenkente [üniversite] gitmek istiyor ve gün geçtikçe nitelikli, işinin ehli usta bulmakta hepimiz zorlanıyoruz. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Hep düşünmüşümdür, Beykoz merkezde bir boya ustası olsaydı çok güzel işini yapar parasını kazanırdı. Huzurla hayatını yaşardı. Ne boyacı var ne usta var, bulamıyoruz hiçbirini. İlla ki bir gün biz de bırakacağız bu işi. 5-6 sene daha işimi yapmaya devam etmek istiyorum. Keşke yetiştirdiğim biri olsa, bulabilsem birini, işi ona bıraksam daha memnun olurum. Size bir şey anlatayım. Bundan 5-6 sene evvel ilkokula giden bir çocuk görmüştüm. Sabah giderken böyle bakıyor, akşam dönerken şöyle bakıyor, yani istekli bakıyor. Bir iki bir iki derken baktım şöyle, “Gel buraya bakayım. Neye bakıyorsun öyle?” dedim. “Ağabey güzel gözüküyor, izliyorum, bakıyorum işte.” dedi. “Tamam, okul bitsin, tatile gir, çırak olarak gel başla yanımda.” dedim. “Kaç para vereceksin bana?” dedi. Bir şey öğreneyim de ilerde lazım olur diye düşünmek yok. Evet, tabii daha çocuktur o ama maalesef artık her şey paraya bakıyor. Şimdi genç olsam yine bu işi yapar mıydım, diye düşünüyorum. Tabii genç gözünden bakabilmek çok başka. Şu anda ben bu işi bildiğim için yapmak istiyorum, derim. Ama bir yerde gençlere de hak veriyorum. Şu da var. Bakıyorsun hiçbir işi yok. Ortalıkta geziyor. Gelip burada bir şey öğreneyim edeyim, demiyor. Bir sanatım olsun demiyor. Gel, çalış, iş öğren. Sadece gez, dolaş, öyle bir dünya yok.
İnsanlar artık bir şeyleri bozulunca veya yırtılınca tamir ettirmek yerine yenisini alıyor. Çok müşteriniz oluyor mu?
İki seneden beri böyle bir şey yok. Bu Salgın Dönemi’yle birlikte pahalılıktan öyle bir şey yok. Eskiden kimi zaman iş olmazdı, burada otururdum, iş gelsin diye beklerdim. Şimdi öyle bir şey yok. Bakın bugün pazar ben yine de geldim işe. Sabah beş buçukta uyanıyorum, en geç yedi de buradayım, akşam dokuzda da eve gidiyorum. Tabii ben de yoruldum artık insan bir süre sonra kaldıramıyor, orası ayrı. İki sene evvel öyleydi, ayakkabılarını çantalarını tamire getiren azdı. Şimdi yeniden getirmeye başladılar, çok yoğunum.
Eskiden mesleğiniz nasıl icra ediliyordu? Ya da ayakkabı ustası olmak isteyen biri nasıl yetiştiriliyordu? Uygulayım biliminin [teknoloji] gelişmesi işinizi nasıl etkiledi?
Eskiden mesleğimiz daha zor icra ediliyordu. Her şeyi tamamen ellerimizle yapıyorduk. Bu makineler,[!] aletler falan yoktu. Örneğin şu arkanda gördüğünüz zımpara makinesi… Eskiden bu makine bizim imalathanede yoktu. Zımparamızı elle yapıyorduk. Şimdi ayakkabıyı makineye takıyorsun, zımparayı yapıyor. Eskiden bununla saatlerce uğraşıyorduk. O zamanlar da sanayileşme vardı ama şimdiki gibi değildi elbet. Bilirsiniz, Beykoz’da Deri Kundura[!] üretimevi vardı. Beykoz’un büyükleri hep oradan emekli olmuştur. Ama bu üretimevleri bir iki taneydi, fazla değildi. Şimdiki gibi bir üretim yoktu tabii. Ben haftada elli çift ayakkabı yapardım. Ama şimdi bir üretimevini düşünün, kaç bin çift ayakkabı üretiyor. Biz çekirdekten, sıfırdan yetiştik. Şu ayakkabı kalıplarıyla ustam kafama vururdu. Kötülüğünden değil tabii, iş öğreneyim diye hafifçe vururdu kafama. İyi ki de vurmuş.
Mesleğinizin iyi ve kötü yanlarını söyler misiniz?
İyi yanı, maddi anlamda hiç parasız kalmıyorsunuz. Kötü yanı ise gün boyunca ilaç kokusu, ayakkabı derisi kokusu soluyorsunuz. Ben bundan tiksinmiyorum, gocunmuyorum ama sağlığa zararlı sonuçta. Her sabah erkenden kalk buraya gel. Yıllardır aynı düzen. Bir de son iki senedir çok yoğunluğum var, sıkı çalışıyorum, kendimi zorluyorum. Sağlığım yerimde çok şükür. Geçenlerde belime bir ağrı girdi hâlâ da ağrıyor ama buradayım çalışıyorum. Mahallenin ayakkabıcısı olmak da çok güzeldir. Bir aile gibiyiz burada. Komşunun anahtarı bende, yazlığa gider gelirler, çiçekleri ben sularım. Böyle mahalle kültürü[!] de birçok yerde kalmadı. Buraya dışardan gelen giden, “Ah ne güzel mahalle.” diyor hep. Böreğim, çöreğim hiç eksik olmaz.
Mesleğinizde yaşadığınız ilginç bir olay oldu mu ya da önemli bir kişiyle tanıştınız mı?
Avrupa Yakası’nda oynayan Yavuz vardı, Yavuz Seçkin… O geldi. Buralarda da çok dizi çekilir. Resmimiz de var birlikte. Dükkânın önüne arabasını çekti. Aşağıda vakıf var, oraya gelmiş. Baktım şöyle bir, “Sen misin?” dedim, “benim.” dedi. Tamir etmem için ayakkabısını da verdi bana. Adamın işi gücü var tabii. Ayakkabıyı geri almayı unuttu. Öyle yaşadığım çok ilginç bir olay yok. Kanlıca, Kavacık, Tokatköy, Beykoz civarından müşterilerim geliyor. Müşterimiz de çok Allah’a şükür. Bana güveniyorlar sağ olsunlar. Kendimi övmek için söylemiyorum ama gerçekten yaptığım işe dikkat ediyorum. Elbette bazen gözden kaçırdığım hatalar oluyor ama müşterime o güveni bir kere verdim. “Sen işini güzel yapıyorsun.” diyorlar.
Son olarak bizlere, gençlere söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Gençlerimiz en fazla maddiyatı umursuyor. Gezeyim, tozayım diyorlar ama para kazanmadan bunlar olmaz. Bir sanat icra edeyim, bir şeyle uğraşayım demek lazım. Bir zanaatı iyi icra edersen paranı da kazanırsın, istediğini de yaparsın. Bakıldığında ben bu işi büyütmüyorum. Çalışırsanız, emek harcarsanız daha da büyütürsünüz, yenilikler katarsınız. Bu gördüğünüz makineler çok eski, bunların yenileri, daha hızlıları var. Gençler daha yenilikçi bir hale getirebilir bu işi. Benim yanımda güvenebileceğim bir insan olsaydı ben de büyütmek isterdim işimi. Örneğin memlekete gitmek istiyorum, gidince dükkânı bir hafta kapatıyorum. Yanımda biri olsaydı gözüm arkada kalmazdı. İşi büyütürdüm. Zaten benim asıl işim sıfırdan ayakkabı yapmaktı. bugün de yapabilirim, isteyen de oluyor ama benim buna zamanım olmuyor, tamiratı zor yetiştiriyorum. Benden bazı şeyler geçti artık. Bundan sonra ancak birinin yetişmesine önayak olabilirim. Gençlerimiz çalışsınlar, çabalasınlar, bir şeylerle ilgilensinler, hiçbir şeyin peşini bırakmasınlar, başladıkları işi de yarım bırakmasınlar.
(Derginin On İkinci Sayısını Okumak İçin Tıklayınız)