Yüzyıllardır oynatılagelen Karagöz, farklı nesilleri bir araya getirebiliyor ve kuşaklar arasında dimağlarda aynı lezzeti bırakabiliyor. Sizce Karagöz bunu nasıl başarıyor?
Karagöz, karşısına farklı yeni eğlenceler çıksa da bulunduğu her dönem gündemi yakalamış, o günün mizahını, meselelerini, dertlerini perdesinde konu ettiği için bence güncel kalmış. Son zamanlarda da önceki dönemlerde olduğu gibi “Unutulmaya yüz tutmuş, bir elin parmaklarını geçmeyen icracısı var” söylemlerine muhatap oluyor ama Karagöz hep güzel yerlerde olmuş, toplumda kabul görmüş. Sadece belki yeterince duyulmamış, yoksa köy köy gezen Karagöz sanatçıları dahi olmuş. Ayrıca çocuk da, yüreğindeki çocuk hep var olan da aynı perdeye bakıp gülmüş, eğlenmiş çünkü çocuk kendince gülünç olduğu için gülerken; yetişkin olan sadece gülmemiş, çocukluğu aklına geldiği için, çocukluğunu gördüğü için belki biraz daha buruk bir gülümsemeyle seyretmiş Karagöz’ü. Karagöz, hep bu coğrafyanın sanatı olmayı sürdürmüş bu şekilde bence.
Karagöz oyununa getirdiğiniz birtakım yenilikler var. Başka bir deyişle geleneksel orta oyununa çağcıl bir katkı sunuyorsunuz. Karagöz oyununda ilk defa sizin kullandığınız yöntemlerden bahseder misiniz?
Ustam Alpay Ekler’den tasvir yapımını öğrendikten sonra yaptığım her yeni tasvirde her yeni oyunda yeni bir şeyler yapabilir miyim düşüncesi hakim oldu. Karagöz’ün Denizler Macerası oyunuma Karagöz dışında farklı gölge oyunu yöntemleri eklemiştim. Daha önce farklı gölge oyunlarında kullanılan yöntemlerdi. Ama sanatçı tasvirlerinde bazı yeni yöntemler denediğimi söyleyebilirim. Mesela “Tayvan Yöntemi” dediğimiz bir yöntem var, kuş kanadını hareket ettirmek için kullanılır. Değnek, bir deri parçasından geçip esas hareket ettireceği parçaya sabitlenir. Ben bu yöntemi ilk kez çalgı çalan bir tasvirde “Aşık Veysel” tasvirinde kullandım. Öte yandan “Cem Karaca” tasvirinde de ilk kez benim kullandığım bir yöntem var: Mıknatıs yöntemi. Şarkının sonunda Cem Karaca bileğine yerleştirdiğim küçük mıknatıs parçası ile şapkasına[!] yerleştirdiğim mıknatısını tutuyor ve şapkasını çıkarıp geri takabiliyor.
Karagöz oyunlarınızda kullandığınız tasvirleri kendiniz üretiyorsunuz. Tasvir nasıl yapılır, tasvir yapımında hangi malzemeler kullanılmaktadır?
Kısaca anlatmak gerekirse tasvirleri, şeffaf hale getirilmiş dana derisinden ya da deve derisinden yaparız. Derilerin üzerlerine şekiller çizilir. Sonra deriyi suda bekletince deri yumuşar ve çizilen şekil makasla kesilir. Nevregan dediğimiz küçük bıçaklarla hatlarını belirtmek için ve süslemek için delikler açılır. Açılan deliğin arkasında çıkan fazlalık yine başka bir bıçakla temizlenir. Tasvir işlendikten sonra bir kalıbın içinde düz kalması ve kuruması için birkaç gün bekletilir. Pürüzsüzlüğü sağlanılsın diye zımpara ile zımparalanır. Son olarak doğal ya da ekolin[!] boyalarla boyanır. Oynatım yerlerine göre tasvire değnekler takılır ve perdede oynatılmaya hazır hale getirilir. Bir tasvir, büyüklüğüne, işçiliğinin inceliğine göre bekleme süreleriyle birlikte 3 gün ile 1 hafta içerisinde üretilebilir. Bazı deriler çok kalın olduğu için nevrekan işlemesi epey zor olabilmektedir. Aynı zamanda derinin boyanması da istenilen rengin yakalanması açısından ince işçilik istemektedir.
Siz oyunlarınızda Karagöz, Hacivat dışında hangi geleneksel kahramanları canlandırıyorsunuz? Sizin en sevdiğiniz geleneksel kahraman hangisidir, neden?
Karagöz ve Hacivat’ın dışında, Çelebi, Tiryaki, Beberuhi, Laz, Tuzsuz Deli Bekir, Arap, Yahudi ve Bolulu karakterlerini canlandırıyorum. Aslında onları evlatlarım gibi görüyorum ve insan evlatları arasında ayrım yapamaz ama sorunuza cevap babında benim en sevdiğim geleneksel kahraman Karagöz’ü saymazsak Beberuhi diyebilirim. Belki de en gülüncü olduğu için Altıkulaç Beberuhi’yi en çok seviyorum. Ama Tuzsuz Deli Bekir’in de hakkını yiyemem. Ben böyle hepsini saymadan burada noktalayayım.
Çeşitli semtlerde sokak gösterileri yaparak bir geleneği devam ettiriyorsunuz. Günümüzde sokakta gösteri yapmanın zorluklarından bahseder misiniz?
Çoğunlukla insanların güzel tepkileriyle karşılaşıyorum. Hatta bazen çok sevdiklerini kaba kelimelerle izah ediyorlar. “Yuh, oha, vay lan” gibi. Bazen de Aşık Veysel’i görüp küfür eden oluyor. Neşet Ertaş’ın türküsünü duyup hakaret eden oluyor. Ya da perdenin yanına gelip “Ne bu?” diyen de oldu. Bir iki defa yaşadım bunu. Fakat insanların yüzünde tebessüme vesile olunca, o sevdiği sanatçıyı perdede gösterince, türküyü duyurunca olumsuzlukların hiçbir etkisi kalmıyor.
Karagöz oyunu bir sanat olmanın yanı sıra aynı zamanda değerler eğitimi açısından da önemli bir araçtır. Peki, gölge oyunundan bilimsel eğitimde de faydalanmak mümkün mü?
Elbette. Gelenekselleşmiş eski oyunların bazılarında da günümüz oyunlarında da öğretme kaygısı olmuştur. Yaptığım oyunlarda ben de sadece güldürmek değil aynı zamanda derdimi anlatmak istedim. İstanbul Gezgini oyunumda İstanbul’un tarihi yerlerini anlatmak, Karagöz’ün Denizler Macerası oyununda denizin altındaki güzellikleri tanıtmak ve doğaya sahip çıkıp canlıların yaşamına saygı duymayı anlatmak istedim. Bu şekilde pekala Karagöz ile çocuklara istenilen eğitim verilebilir. Çünkü Karagöz öğretici [didaktik] dilden uzak bir eğlence olduğu için çocukların dikkatini çekiyor.
İnsanlar; arkadaşlarından, dostlarından, akrabalarından etkileniyor, bir şeyler öğreniyor. Siz de Karagöz ile çok vakit geçiriyor, hemhâl oluyorsunuz. Cemal Fatih Polat, Karagöz’den neler öğrendi?
Olaylara Karagöz gibi tepki vermeye başlıyorsunuz. İnsanlara bakışınız Karagöz gibi oluyor. Ayrıca hayata daha eğlenceli, daha olumlu yaklaşıyorsunuz. Sokakta tasvirleri oynatmazdan önce daha çok çocuklara oyunlar oynadığınız ve onların kahkahalarına vesile olduğunuz için kendinizi daha neşeli hissediyor ve hayata olumlu bakıyorsunuz. Karagöz perdesinde çok farklı kahramanlar oluyor ve hepsini perdede ağırlayabiliyorsunuz. Farklılıklara bakışınızı da olumlu yönde etkiliyen bir durum bu.
Ülkemizde Karagöz’ü, orta oyununu devam ettirebilmek için neler yapılıyor? Sizce neler yapılmalıdır? Bir “Karagöz sanatçısı” nasıl yetişir?
Kültür[!] ve Turizm[!] Bakanlığı, özel tiyatrolara[!] yaptığı yıllık destekte geleneksel sanatçılara da yer ayırıyor. Mümkün mertebe bu destek miktarı arttırılabilir. Karagöz Derneği de salgın zamanında da salgından önce de şenlikler düzenleyerek Karagöz’e büyük katkılar sağladı. Bu şenlikler sadece İstanbul’da değil, ülkemizin her ilinde hem belediyeler hem de bakanlık vesilesiyle pekala düzenlenebilir. Karagöz izlemeyen çocuk kalmasın düşüncesiyle çalışmalar yapılabilir. Sanılanın aksine ülkemizde çok fazla Karagöz sanatçısı var ama ne kadarı “usta” olup yeni sanatçı yetiştiriyor orası tartışılır. Zira günümüzde “usta-çırak” ilişkisi de eskisi gibi değil. Usta’nın işliğinde [atölye] yatıp, kalkıp işin her türlü çilesini çekme, Ramazan’ın 29 günü Usta’nın perdesini taşıyıp, yardımcılığını yapma düsturu eskisi gibi kalmadı artık. Ne usta Ramazanın 29 günü oyun oynatabiliyor, ne çırağın ustasının yanında çile çekecek sabrı oluyor. Bir iki başarılı örneğin dışında maalesef yeni yetişen çırak yok. Merak edip evinde küçük perdeler kurup oyun oynatan gençler var ama onlar da yeni basında [sosyal medya] gördüğü sanatçılardan hangisini usta seçmek istediğine karar veremiyorlar!
(Derginin Yedinci Sayısını Okumak İçin Tıklayınız)