Yunanca “tele” ve “phone” sözcüklerinin oluşturduğu, Graham Bell’in iletişim çağına damga vuran meşhur buluşu “telephone”, dünya kamuoyuna 1878 yılında girdi. Tüm dillere yazıldığı gibi aktarılan bu aygıtın ismi, Osmanlı Türkçesine de telefon olarak geçti. 1881 yılında ilk hattın çekimiyle, diğer hatlar da birbirini takip etti. II. Abdülhamid döneminde gelen birçok yasakla birlikte “telefon yasağı” da gerçekleşti. II. Meşrutiyet dönemi telefonun daha yaygın kullanımı için bir başlangıç oldu. 1909 yılını takiben birçok telefon dağıtım merkezinin (santral) kurulması telefon talebini yeteri kadar karşılayamadı. Çünkü önceleri sadece devletin kullanımını karşılayan telefon, varlıklı aileler ve özel kuruluşların da ilgi odağı haline gelmişti. Böylelikle Posta Telgraf Nezareti, telefon sorumluluğunu kendi üzerine aldı ve Posta Telgraf ve Telefon Nezareti bünyesinde Dersaadet Telefon Anonim Şirketi resmen kurulmuş oldu. Neredeyse tüm İstanbul’u kapsayan bölge; Amerikan, İngiliz ve Fransız şirketlerinden oluşan uluslararası ticaret birliğinin kurduğu İstanbul Telefon Şirketi’nin işletmesine verildi.
Dersaadet Anonim Şirketi’nin 1913 yılında kadın memureler için bir başvuru ilanı yayınlaması, bizim hikayemizin temel taşını oluşturuyor. Çünkü bu duyuru, dönemin kadın hakları savunucusu (feminist) düşünce etrafında toplanan Kadınlar Dünyası Dergisi’nde yayınlanıyor. Fakat dergi okuyucularının bu haberle pek de ilgilenmemesi, dergi yazarlarından Emine Seher Ali Hanım’ın sert bir eleştiri yazısı yazmasına neden oluyor. Kadınların bir an önce çalışma hayatına atılmasını savunan yazar, dergi okuyucularından telefon memureliği için gönüllü bir kişi bile çıkmayınca, bütün mücadelenin sadece sözde kaldığını, “Erkeklerimizde olduğu gibi yalnız söz söylemesini biliyormuşuz, faaliyet bizde dahi yokmuş.”¹ diyerek belirtiyordu. Emine Seher Ali Hanım’ın yazısı ilerici ve kadın hakları savunucusu Müslüman Osmanlı kadınlarını harekete geçirecekti. Nitekim Bedrâ Osman Hanım, derginin yöneticilerinin teşvikiyle ilana başvurmayı kabul ederek, çalışmak isteyen dört arkadaşıyla birlikte Telefon Şirketi’nin Nafıa Nezareti’ne (Bayındırdık Bakanlığına) bağlı olduğunu düşünerek bu nezarete başvurdular fakat Nafıa Nezareti çalışanları başvurunun kendileriyle bir ilgisi olmadığını söyleyince, Bedrâ Osman ve arkadaşlarını Şehremaneti’ne (Belediye Başkanlığına) gönderdi. Oradaki yetkililerden de bu konuda bilgileri olmadığı cevabı alındı. Bunun üzerine, Kadınlar Dergisi’nin de ortak kararıyla, dergide, neler yaşadıklarını anlatan bir mektup yayınladılar. Bedrâ Osman Hanım kendilerini karşılayan, tercüman olarak tahmin ettiği Sürenyan adında Ermeni asıllı bir vatandaşın kendilerini Müslüman oldukları için göreve layık olmadıklarını söyleyerek aşağıladığını ve bu nedenle de dilekçelerini kabul etmek istemediğini, İslam kadınlarından ziyade kendi dindaşlarının başvurmasını ima ettiğini anlatıyordu. Tekrar başvurduklarında ise bu sefer de Fransızca ve Rumca bilmenin şart olduğu söylenmişti. Başvurularının iletilip iletilmeyeceğinden şüphe eden Bedrâ Osman, bir ay sonra yapılacak olan İngiliz müfettişlerin değerlendirmesine katılmak amacıyla, Sürenyan Efendinin tüm caydırmalarına karşılık yine de başvurularını şirket yönetimine sunduklarını belirtiyordu. Kadınlar Dünyası Dergisi’nin bu duruma tepkisi haliyle sert olmuştu. Devletin resmi dili Türkçe olduğu halde Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’da kurulan telefon şirketinin Fransızca ve Rumca lisan bilen çalışanlar arıyor olması ve orada çalışan memurun din ayrımı yapması doğal olarak tüm telefon şirketinin suçu olarak görülüyordu. Şirket çalışanlarını düzgün seçmeliydi ve işleyişi takip etmeliydi. Bu nedenle bir yazı yayınlanarak İstanbul Telefon Şirketi’ni bir açıklama yapmaya davet etmişlerdi. Fakat karşılığında ne telefon şirketinden ne de Osmanlı basınından olayla ilgili bir yanıt gelmeyince, tekrar “İzahat bekleriz, Tarziye İsteriz” başlığıyla bir yazı yayınlandı. Yazıda, kendilerini desteklemeyen Osmanlı basınına da eleştiride bulunuyorlardı.
“Kadınlarımızın hedef olduğu bu muameleye erkekler hedef olsa idi, acaba İkdam, Tanin, Sabah, Tasvir-i Efkâr, hatta Alemdar, Tercüman sükût ederler mi, bizim sorduğumuzu pek çok haklı gürültülerle sormazlar mı idi? Sorduklarına cevap alamazlar mı idi?”²
Yazı, “Hak haktır, verilmeyince alınır.”³ sözleriyle bitiyordu. Yayınlanan yazıya tek cevap İctihad Dergisi yazarı Abdullah Cevdet’ten geldi. Abdullah Cevdet, farklı lisanlara hâkim memurelerin istenmesini haklı buluyordu. Bununla beraber kadınların çalışma özgürlüğünün olmasını istediğini, bunun ise ancak kadınların azmi ile gerçekleşeceğini, reddetmeleri (boykot) gerektiğini söylüyordu. Fakat bu reddetmenin, başkaldırının da Kadınlar Dünyası Dergisi’nin yeni çıkmış olduğunu belirterek, pek de başarılı olamayacağını düşünüyordu. Kadınlar Dünya’sının Abdullah Cevdet’e cevabı pek de gecikmemiş, derginin sahibi ve başyazarı Ulviye Mevlan “İctihad kâfi değil, İzahat İster, Tarziye Bekleriz” yani günümüz Türkçesi ile “Hüküm yeterli değil, Açıklama İster, Özür Bekleriz” başlıklı yazısını yayınlamıştı. Abdullah Cevdet’i sertçe eleştiren yazar, “Biz kadınlar hukukumuzu kendimiz, bizzat kendi ‘ictihad’ımızla müdafaa edebiliriz.”⁴ diyerek Osmanlı Müslüman kadınlarını desteklediğini söylediği halde, ilk girişimlerinde, tıpkı diğer gazete ve dergiler gibi kendilerini savunmadığını hatta engel olduğunu ima ediyordu. Yazının sonunda tekraren, bu hakarete uğrayanlar erkek olsaydı diğer gazetelerin harekete geçeceği vurgulanıyordu. Ulviye Hanım’ın yazısına Abdullah Cevdet Bey’den cevap gelmese de nihayet İstanbul Telefon Şirketi şikayetleri dikkate almış, durumu çözmek üzere Kadınlar Dünyası Dergisi’ni ziyaret etmişti. Ertesi gün “Kadınların da Kamuoyu var imiş” başlıklı bildiri yazısı ile durum halka duyurulmuştur. Bununla birlikte bugünkü Türkçe ile Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğünden gelen özür mahiyetli bir bildirinin yayınlanması, Kadınlar Dünyası Dergisi’nin yalnızca İstanbul Telefon Şirketi’ne karşı değil, Osmanlı kurumlarına karşı da Müslüman Osmanlı kadınlarını temsil eden bir konum kazandığını gösteriyordu. Bu da dergi kadınları için büyük bir zaferdi. Bildiride ayrıca diğer lisanlara hâkim olmayan kadınların dil zorunluluğu gerektirmeyen görevlere yerleştirileceği haberinin verilmesi ayrı bir konudur. Zira görülüyor ki Fransızca ve Rumca şartı ancak telefon dağıtım merkezi memureleri için geçerli idi. Yani bir bakıma Sürenyan Efendi, Bedrâ Osman ve arkadaşlarını caydırmak amacıyla bu şartı sanki her görevde geçerliymiş gibi göstermiştir.
Bunca mücadeleye rağmen Bedrâ Osman ve arkadaşlarının İstanbul Telefon Şirketinde işe başlaması hiç kolay ve çabuk olmamıştı. Aradan aylar geçtiği halde başvuruları işleme koyulmamıştı. Bunun üzerine bir de Servet-i Fünun Dergisi’nin telefon şirketinin bütün aramalara rağmen Fransızca ve Osmanlı Türkçesini iyi konuşan telefon dağıtım merkezi memureleri bulmakta zorlandığını içeren, Müslüman Osmanlı kadınlarına “Anadolu’da İslam kadınları tarlada, pazar yerlerinde çalışır da bizim şehirlerde kızlarımız aç duracak fakat böyle görevler kabul eylemeyecekler mi?”⁵ diyerek seslenen bir yazı yayınlaması, Kadınlar Dünyası’nın tepkisine neden oldu. Bedrâ Osman ve arkadaşlarının girişimciliğini vurgulayan, başvuruların zaten gerçekleştiği ancak kimsenin kendilerini desteklemediği ve hatta göz ardı edildiklerini bildiren bir yazı yayınlandı.
Başvuru sonuçlanıyor!
Aylar sonra, Kadınlar Dünyası Dergisi’nin yıldönümü dolayısıyla cemiyetin hedef ve başarılarını anlatan bir yazının içinde Bedrâ Osman ve arkadaşlarının da mücadelesi konu edilmiş ve nihayet Bedrâ Osman ve altı arkadaşının dergi çerçevesinde verdiği uğraşlarla işe alındığı duyurulmuştur. Bu isimler: Bedia Şekib, Mistress Mintr, Nezihe Mustafa, Hamiyet Derviş, Mediha, Vefika Mustafa ve Seniha Hikmet Hanımefendilerdir. Fakat yine de bu durum başyazar Ulviye Hanım’ı tatmin etmemişti. Çünkü bu bir yıl süre zarfında şirkete başvuran 200 Müslüman kadından yalnızca 7 tanesinin işe kabul edilmesinin yanı sıra, aynı süreçte 120 gayrimüslim kadının işe alınması şirketin dinsel ayrımcılık yaptığını açıkça gösteriyordu.
“Telefon Şirketi düşünmelidir ki bu memleketten para kazanacaktır. Anlayamadığımız bu taassubu bırakması, İslam kadınlığına hürmet ve kolaylık göstermesi lazımdır. Şirketin İslam kadınlığına olan muamelesini biz bütün kuvvetimizle ayıplar ve hükümetimizden şirketin şu umursamazlığına karşı la-kayd kalmamasını ümid ve temenni ederiz. Memleketimiz bir Türk memleketidir. Lisanımız Türkçedir. Biz bunu böyle bilir ve iman ederiz.”⁶
Telefon şirketinin yabancı sermaye oluşu Posta Telgraf ve Telefon Nezareti’nin elini kolunu bağlamıştı. Bu nedenle Müslüman Osmanlı kadınlarına yapılan ayrımcılıklara ses çıkarılmamıştı. Fakat yaşanan olaylardan ders çıkarılmış olmalıdır ki, İstanbul Postanesi’nde çalışacak kadınlar seçilirken daha dikkatli davranılmış hatta Müslüman Osmanlı kadınlarına öncelik tanınmıştır. İlk olarak pul satış memuresi Feride Yaver Hanım’ın göreve başlaması, ardından arkadaşlarının çalışma hayatına girmesi, özellikle I. Dünya Savaşı yıllarında devlet hizmetinde çalışan kadın sayısının artmasını sağladı. Bu da kadınların, aynı işi yapan erkeklere oranla daha az maaş alması sorununu açığa çıkartınca çalışan kadınlar ayaklanmaya başladı. Erkek bir posta çalışanı, sözlerinin yanlış anlaşılmaması adına kadın hareketinin (feminizm) pek tabi “kadınların” kurtuluşu olduğunu düşündüğünü söyleyerek bu maaşın çok bile olduğunu, erkeklerin “daima evin reisi olduğundan” daha yüksek maaş almaları gerektiğini savununca, Kadınlar Dünyası dergisinden tepki gecikmedi. Kadın hareketinin yalnızca kadınların değil bütün insanlığı mutlu etmesini amaçladığını vurgulayan yazar “Zira bir ailenin reisi erkek ise aile, hayat-ı aile yok demektir.”⁷ diyerek posta çalışanını eleştirmiştir.
İstanbul Telefon Şirketi’ne Bedrâ Osman ve arkadaşları dışında, başka Müslüman Osmanlı kadınları da katılmayı başarmış ve farklı görevlerde çalışmışlardır. Türkiye Cumhuriyeti 1930 yılından itibaren uyguladığı devletçilik siyaseti kapsamında İstanbul Telefon Şirketi çalışanları ve işleyişi ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne devredilmiştir.
1) Karakışla, Yavuz Selim, Osmanlı Kadın Telefon Memureleri (1913-1923), Aralık 2014, s.27
2) Karakışla, Yavuz Selim, age., s.36
3) Karakışla, Yavuz Selim, age., s.37
4) Karakışla, Yavuz Selim, age., 2014, s.43
5) Karakışla, Yavuz Selim, age, Aralık 2014, s.79
6) Karakışla, Yavuz Selim, age., Aralık 2014, s. 87-89
7) Çakır, Serpil, II. Meşrutiyet’e Osmanlı Kadın Hareketi ve Kadınlar Dünyası Dergisi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul 1991, s.475