Kitaplar ve kitaptan uyarlama filmler[!] hakkında buz dağının görünen ve görünmeyen kısmı benzetmesi yapıldığını duymuşuzdur. Kimi zaman konunun daha ilgi çekici hale getirilmek istenmesi, kimi zaman da asıl metnin zamanın getirilerine uydurulmaya çalışılması yüzünden kitaplar senaryolaştırıldığında[!] özgün halini koruyamayabilir. Bu yazıda, Robinson Crusoe’nun ıssız ada hikayesi bahsedilen bağlamda incelenecektir. Yazı boyunca kitap ve film karşılaştırması yapılırken Hristiyan[!] inancına dair göndermelere ve başkahramanımızın omuzlarındaki Beyaz Adam’ın yüküne değinilecektir. Şu da belirtilmelidir ki kitaplar ve filmler arasında bariz bir fark olduğu gibi aynı kitabın farklı yayın evlerinden çıkan basımlarında da değişikliğe rastlamak mümkündür. Benzer durum kitabın farklı yıllarda çekilen film uyarlamalarında da karşımıza çıkar. Bu nedenle incelemenin yapıldığı kitap ve film haşiye [dipnot] halinde verilmiştir.
Kitap, dünyayı bilmek aşkıyla tutuşan genç Robinson’un yaşadıklarını anlatmasıyla başlar. Dünyaya karşı merakı öyle büyüktür ki, anne ve babasının sözünü çiğner, onların karşı olduğu deniz aşırı yolculuklara çıkar. Kitaptaki bu söz dinlemez delikanlı filmde yerini bir aşığa bırakır. Öyle ki Robinson, onun sevdiği kadınla evlenmek isteyen adamı yanlışlıkla öldürür ve mevtanın ailesi peşine düşmesin diye deniz yoluyla ülkesinden kaçar. Üstelik filmin ilk sahnelerinde görürüz ki işlediği cinayetin sorumlusu olarak sevgilisini göstermektedir. Görüldüğü üzere kitap ve film arasında yolculuğun nedeni konusunda bir ayrım vardır. Yine de, bu iki farklı olay örgüsüne bakıldığında benzer bir kaynaktan beslendikleri söylenebilir: Hristiyan inancı. Hristiyan inancına göre Âdem ve Havva’nın cennetten kovulmalarının nedeni yasak elmayı yemeleridir. Bu elma bilgelik ağacının meyvesidir ve onu yedikleri anda Âdem ile Havva’nın gözleri açılır, adeta benliklerinin bilincine varırlar. Yani, bilgelik meyvesi ikiliye merak aşılayarak onları kendine çekmiştir. Cennetin sakinleri Tanrı’nın yasağına karşı gelerek bilme aşkına kanmışlardır. Tıpkı kitaptaki anne-babasının sözlerine kulak asmayan ve dünyayı keşfetmeye açılan Robinson gibi. Diğer yandan, denilir ki Havva Adem’i kandırmış, elmayı yemesi için onu ikna etmiştir. Dolayısıyla Âdem’in bu suçu işlemesi bir kadının, Havva’nın suçudur. Bu durum da filmdeki örgüyle benzerlik taşımaktadır. Robinson’un cinayeti bir kadın için ya da bir kadın yüzünden işlediğini söylemesi ve ülkesinden kaçması; Havva’nın suçlanması ve ikilinin cennetten kovulmasıyla benzerlik göstermektedir.
Öyle ya da böyle, Robinson bir şekilde denize açılır ve yolculuk boyunca çeşitli zorluklarla yüzleşir: özgürlüğünü kaybeder, ıssız adaya düşer, yamyamlarla karşılaşır… İşin ıssız ada kısmına gelindiğinde “Medeniyet” ve “Umran” kavramları devreye girer. Robinson, Hristiyan Batı Umranı’ndan çok uzaktadır, geri dönebileceği de kesin değildir. Bu nedenle, adayı ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirerek bir medeniyet inşa eder. Ne var ki, din, dil ve örfi kurallar yaratmasına veya oluşturmasına gerek yoktur. Bunlar hali hazırda kültüründe,[!] yani maneviyatında mevcuttur. Böylece ufak çapta bir Hristiyan Batı Umranı ortaya çıkar ve adanın işleyişini belirleyen kurallar buna göre ayarlanır. Sonradan anlaşılır ki, Robinson’un düştüğü ıssız ada bir kabile tarafından ziyaret edilmektedir ve bu kabilenin üyeleri ele geçirdikleri esirleri adaya getirip yemektedirler. Robinson, kabilenin yemek yeme törenini görünce onları silahıyla korkutup kaçırır ve sonradan Cuma adını vereceği esiri kurtarır.
Issız adaya düşüşten Cuma’nın kurtarılmasına kadar anlatılan olay örgüsü filmde ve kitapta neredeyse aynıdır. Kısaca denebilir ki bu bölüm, Avrupalının coğrafi keşiflere çıkışının, Beyaz Adam’ın Siyah Adam’la karşılaşmasının ve sözde ilkel bu insanlara medeniyet ihraç edilmesinin bir özetidir. Köle-efendi ilişkisi, Beyaz Adam Robinson ve Siyah Adam Cuma tanıştığı anda kurulur. Beyaz Adam’ın Umranı’nın üstünlüğü kabul edilir ve Siyah Adam eğitilmeye başlanır. Öncelikle Cuma’nın insan eti yemesi yasaklanır. Sonra İngiliz dili, silahın nasıl kullanılacağı, tarım ve hayvancılığın nasıl yapılacağı öğretilir. Ardından konu dine gelir. Robinson ve Cuma Tanrılarını birbirlerine anlatırlar. Buna göre, Cuma bir timsaha tapmaktadır; Robinson ise İncil’in Tanrısına… İlerleyen bölümlerde Beyaz Adam, Cuma’yı Hristiyanlaştırmak üzere bazı söylemlerde bulunur. Böylece Siyah Adam tamamıyla “medenî”leştirilir. Kitap ve film arasındaki en önemli fark da burada ortaya çıkar. Filmin sonunda Robinson, Cuma ile eşit olduklarını kabul eder. Denilebilir ki, 1990’larda çekilen film, dönemin getirilerine ayak uydurmak zorunda kalmıştır. Kuşkusuz bu sonuca varılmasında kölelik ve ırkçılık karşıtı fikirlerin payı büyüktür. Halbuki, 1719’da yazılan asıl metinde köle-efendi ilişkisi Cuma ölene dek devam etmiştir. Robinson efendiliğini sürdürmüş, Cuma ise onca eğitime rağmen kölelikten kurtulamamıştır. Öyleyse medeniyet ihracı neden yapılmıştır? Madem ki iki taraf eşitlenmeyecektir, ne diye Cuma kendi kültüründen vazgeçmiş, yeni bir dil ve din öğrenmiş ve Robinson’un kültürünün temelini oluşturan örfi kuralları uygulamaya başlamıştır? Beyaz Adam’ın yükü ilkel toplumları geliştirmek ve dünya çapında gelişimi eşitlemek midir yoksa bu görev sömürünün bir örtüsü müdür?
Özetle ifade etmek gerekirse Daniel Defoe kitabında Robinson üzerinden Batı insanının sömürü yolculuğunu bizlere aktarmıştır. Sömürü karşıtı mıdır yoksa bu durumu olağan mı karşılamaktadır bilinmez, yine de genel çerçeveyi çizmemizde bizlere yardımcı olduğunu düşünüyorum ve ona teşekkür ediyorum. Ben ıssız ada yolculuğumda yanıma Robinson, Cuma ve Umran’ı aldım. Peki ya siz?
(Derginin Yedinci Sayısını Okumak İçin Tıklayınız)