Ehm! ehm!
Pek sevgili ve değerli dergi okuyucularımız, merhabalar efendim. Öncelikle hepiniz dergimizin on yedinci sayısına hoş geldiniz! Bendeniz Elif. Efendim ben dergi yazılarımda ekseriyetle -takip edenler bilir- sayı üst başlıklarının anlamlarını, sayı üst başlıklarının kelime kökenlerini inceler, bazen de kendimce tahliller yapar, sonra da benden sonrası tufan deyip geçer kendi hâlimde dergi tasarımını tamamlarım. Sıkı durun! Çünkü bu sayıda da farklı bir şey yapacağım söylenemez. Yazının ilerleyen kısımlarında yine önceki sayılardaki gibi yeni sayı üst başlığımızı, küreselleşme kavramını, enine boyuna tartışacağız. Efendim “Ee bu sayıda ne oldu da sen bu yazıyı bizimle konuşur gibi yazıyorsun?” dediğinizi de duyuyor gibiyim. Hiç kulak arkası etmeden cevaplayayım. Yahu biz muhabbete aç, karşılıklı iki lafın belini kıramayan insanlar hâline geldik. Yazılarımda da pat pat konuşup bilgileri inci gibi dizip köşeme çekilmek artık içime sinmedi. Zaten artık birbirimize yabancı da değiliz. İlk sayımız çıktığından beri geçmiş koskoca kırk sekiz ay. Yabancılık dediğimiz üçüncü sayıyla birlikte geçti, gitti.
Evet, konumuza gelirsek, efendim bazı kelimelerin dilimize ne zaman ve nerden geldiği o kadar açıktır ki bunu tartışmaya gerek dahi duymayız. Örneğin “televizyon” [!] kelimesi. Bu kelime mutlak televizyon icat edildikten sonra geldi dilimize ve mutlak icat edenlerin dilinden geldi. Ancak soyut kavramların dilimize geliş zamanlarını saptamak televizyon örneğindeki kadar kolay değildir. Her kelime, kaşifinden, kelimenin kullanıldığı kültürden izler taşıyacaktır. Bizim buna itirazımız yok. Bizim derdimiz, bu topraklarda yıllarca kullanılmış sözcükleri beğenmeyip de başka kültürlerin kelimelerine özenenlerle. Neyse konuya geri dönersek; örneğin daha yeni kullanmışken “kültür” kelimesini konuşalım. “Kültür” kelimesi dilimize Fransızcadan girmiştir, kelime kendi memleketinde “ekip biçmek” kökünden gelmektedir. Ziya Gökalp konuyu ele almış ve Durkheim’in toplum bilimi anlayışıyla tanıştıktan sonra “Kültürümüzü muhafaza edelim ama Batı’nın ilminden de mahrum kalmayalım.” derken kültür kelimesi yerine “hars” kelimesini kullanmıştır. Söylenişi kulağa pek ince gelmediğinden midir bilinmez bilahare öz Türkçecilik akımının tesiri ile kültür kelimesinin Türkçe karşılığına “ekin” kelimesi teklif edilmiştir. Aslında anlaşıldığı üzere türetilen Türkçe karşılık doğrudan kültür kelimesinin Fransızca kökeninden alınmıştır.
Cemil Meriç ise “Kültürden İrfana” adlı kitabında kültür kelimesini şöyle değerlendirmiştir. “Kültür, dilimize iki kaynaktan gelmiştir: Fransızcadan, Amerikancadan. Fransızcada kültürün Türkçe karşılığı irfan, Amerikancada kültürün karşılığı medeniyettir.” Demek ki Fransızcada kültürden kastedilen manevi birikim ekindir, irfandır; Amerikanca da ise kültürden anlaşılan Ziya Gökalp’in deyimiyle maddi birikim, medeniyettir. Çünkü Gökalp, “Hars millidir, medeniyet ise beynelmileldir.” Demiş, farklı kavramlar olduğunu kabul ederek ve genellikle hars kelimesini tercih ederek yazmıştır.
“İrfan” kelimesi “kültür” kelimesine en güzel karşılık gibi geliyor bana çünkü irfan kelimesi bilmek, öze hâkim kalmak, “ülkü”cü düşüncelerle hareket etmek anlamlarına gelmektedir ancak günümüzde Batı’nın ve küreselleşmenin hayatımızdaki etkisi yüzünden bahsi geçen hars, ekin, irfan kelimeleri kullanılmıyor. Kültür kelimesine karşılık bu topraklardan en doğru kelimeyi seçelim derken günün sonunda yine kültür kelimesine kalmışız iyi mi?
Kanımca küreselleşme de böyle bir kelime. Hatta küreselleşme kulağımızda tanıdık bir kelimeyken şimdilerde dönüştürülmeye çalışılıyor. Globalleşme, [!] lokalleşme, [!] glokalleşme[!] gibi birkaç kelime sıklıkla işitiliyor. Şimdi lahana gibi kat kat, sorunlu bir kelimemiz var.
Küreselleşme kelimesinin kökü “küre” kelimesidir. Yabancı karşılığı globalleşmenin kökeni ise Latincedir. “Globe” kökü, bütün dünyayı kapsayan anlamında kullanılırken aynı zamanda top, küre anlamında da kullanılmaktadır. Türkçeye doğrudan bir çeviri görüyoruz aslında.
Efendim, küreselleşme ürünlerin, fikirlerin, kültürlerin ve dünya görüşlerinin alışverişinden doğan bir uluslararası bütünleşme sürecidir. Küreselleşmenin ne zaman başladığı ise bambaşka bir tartışma konusudur. Bu konuda üç farklı görüşten bahsetmek mümkündür. Birinci görüş küreselleşmenin tarihin başlangıcı itibarıyla doğduğunu iddia eder. İkinci görüş ise küreselleşmenin çağcıllaşma [modernizm] ve anamalcılık [kapitalizm] akımları ile ortaya çıktığını savunur. Üçüncü görüşe göre ise küreselleşme sanayi sonrası toplum ile meydana gelmiştir. Her ne kadar küreselleşme kavramı 1980’li yıllardan sonra bütün dünyada yoğun bir şekilde ele alınsa da kavramın ortaya çıkışı çok daha eski dönemlere dayanmaktadır. Tarihte ilk saptanan küreselleşme etkisi 1490 yılında ticaret ile başlamış, sömürgecilikle sonuçlanmıştır. İkinci küreselleşme etkisi ise 1890 yılında sanayileşme ile başlamış ve sanayileşmenin getirdiği yenilikler sonucunda büyük savaşlar yaşanmıştır. Üçüncü küreselleşme etkisi ise 1970 yılında çok uluslu şirketlerin doğması, 1980 yılında iletişim devrinin başlaması ve 1990 yılında SSCB’nin yıkılması ve Batının rakibinin zayıflamasıyla başlamıştır.
Son devirde küreselleşme, daha çok iktisadi gelişmelerle anılmaktadır. Küreselleşme ülkelere iktisadi açıdan gelişmeyi, büyümeyi vaat eder. Bununla birlikte büyük ülkelerin ekmeğine yağ süren küreselleşme, gelişmekte olan ülkelerin iktisadını bir miktar dalgalandıracaktır.
Küreselleşmek kötüdür ya da iyidir gibi kesin yargılarda bulunmak istemem. Her akım gibi küreselleşmenin de mutlak iyi yönleri ve aşırıya kaçtığında kötü yönleri görülecektir. Nasıl ki çağcıllaşma süreci dünya üzerinde kaçınılmaz bir şekilde etkiler bırakmışsa küreselleşme evreleri de iktisattan siyasete kadar birçok alanda izler bırakacaktır. Bu nedenle küreselleşme iyidir ya da kötüdür demek sürecin gidişatını pek etkilemeyecek ve değişim bütün hızıyla devam edecektir. Sanki ebediyete kadar sürecek gibi gelen gelişme sürecimizde yapabileceğimiz en iyi şey fikrimce, içinde bulunduğumuz durumu anlamak ve mütemadiyen çalışmaktır. Küreselleşme nedir, bizdeki etkileri nelerdir gibi konuları daha yeni yeni konuşurken aynı dünyada yaşadığımız pek değerli diğer ülkeler Üsküdar’ı geçmiş durumda ama ne demişler, balık da denizdedir ama deniz nedir bilmez. Sevgiyle kalın.