Her bakımdan çağcıl bir toplum yaratmanın temeli şüphesiz eğitimdir. Toplumun eğitim seviyesini yükseltmek için okuryazarlığın artması, mevcut okulların yenilenmesi, çağın ihtiyacını karşılayacak yeni okulların açılması, eğitimcilerin yetiştirilmesi ve halkın bilinçlendirilmesi esastır.
Devletler, devamlılıklarını sağlayacak nesiller yetiştirmek amacıyla eğitimden faydalanmışlar ve kendi çıkarlarına göre eğitim siyaseti gütmüşlerdir. Haliyle her devletin kendine özgü eğitim siyaseti ve felsefesi vardır. Artık son demlerini yaşayan Osmanlı Devleti, çağdaşı devletlerden her anlamda geride kalmaktaydı. Devletin içinde bulunduğu büyük buhran, şüphesiz eğitimi de olumsuz etkilemekteydi. Tanzimat ile başlayan çağcıllaşma sürecinde pek çok aydın ve düşünür eğitimin göz ardı edildiğinden şikayetçiydi. Şikâyet edilen eğitimdeki bu ihmalkârlığın izleri Cumhuriyet Dönemi’nde de görülecekti.
Cumhuriyet Öncesi Eğitim ve Okuryazarlık
Osmanlı eğitim düzeneğinde sıbyan mektepleri ve medreseler olmak üzere iki çeşit okul bulunmaktaydı. İlkokul seviyesindeki çocuklara eğitim veren sıbyan okulları, öğrencilere daha ziyade dini bilgileri öğretmekteydi. Selçuklulardan miras alınan medreseler ise 17. yüzyıldan itibaren eğitimde deney ve gözleme dayanmayan, özgür düşüncenin sağlanmadığı, daha çok dini bilgilerin öğretildiği kurumlardı. Medreseler, 19. yüzyıldan itibaren Batılılaşma çabaları sebebiyle ıslah edilmeye çalışıldıysa da başarılı olunamamıştır.
Devletin yaptığı tüm düzenlemelere ve okullaşmayı arttırma çabalarına rağmen başarılı olamamasının nedeni eğitim ıslahının eksik yapılmasıdır. Nitekim eğitimin en önemli aracı dil ve abecedir. Eğitim-öğretim kurumlarında Arapça ve Farsça ile yapılan eğitimin öneminin artması, yazı dilinde Arapça- Farsça kelime ve kuralların Türk dil yapısına uygun olmaması ve Türk dilinin kendine has özelliğini kaybetmesi eğitim kurumlarından mezun olan kesimin halk dilinden uzaklaşmasına ve farklılaşmasına neden olmuştu. Bu farklılaşmanın sonucunda eğitim görmüş tebaa, halkın konuşma ve yazı dili Türkçeyi kaba ve ilkel görmeye başlamıştı.¹ Bununla beraber yazı dilinde kullanılan Arap abecesi Türkçe kelime ve harfleri karşılamıyordu. Eğitimdeki zorlukları gidermek, Türk dilini kültür[!] dili haline getirmek, okur-yazar oranını yükseltmek için bir abece değişikliğine ihtiyaç duyulmuştur. Türkçenin günlük hayata uygun, doğal ve kolay anlaşılabilir olması gerektiği üzerinde durulan Tanzimat Dönemi’nde Türk aydınlarından Ahmet Cevdet Paşa, Münif Paşa gibi isimler Türk dili için Arap abecesinin yetersizliğini ve abecenin yenilenmesi gerektiğini dile getirmişlerdir. (Tanzimat Dönemi abece ıslahı çalışmaları hakkında bir örnek için bkz. Evrenkent Kalemleri Dergisi 13. Sayı “Gürcan Sağlam-Lisan Davamız 2”) Fakat abece meselesi bir eğitim sorunu olduğu halde siyasi ve dini tartışmaların içine çekilmiştir.
Çoğunluğun Müslümanlardan oluştuğu Osmanlı toplumunda, Kuran’ın Arap harfleriyle yazılmasından ötürü Arap harflerinin kutsal gibi görülmesi, harf devrimini mümkün kılmamış hatta harf ıslahını gündeme getirenler dahi dine karşı gelmekle suçlanmıştır. Bu nedenle II. Meşrutiyet’in ilanı sonrasında iktidara gelen Enver Paşa hükümeti de harf inkılâbı konusunda başarılı olamamıştır.
Yeni Abece Kabul Ediliyor
Dilde çağdaşlaşma gerektiği yönündeki görüşler ve tartışmalar Cumhuriyet Dönemi’nde de devam etmiştir. Bu dönemde Mustafa Kemal Paşa, Arap harflerinin Türkçeye uygun olmadığını savunmuştur. 1928 yılının başlarına gelindiğinde Mustafa Kemal Paşa’nın isteğiyle Türkçe’nin yapısına uygun bir abecenin saptanması için Dil Encümeni kurulmuştur. Milletvekili Ruşen Eşref (Ünaydın), Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), Falih Rıfkı (Atay) gibi üyelerin bulunduğu encümen, Latin abecesinden hareketle yeni Türk abecesini hazırlamış ve Mustafa Kemal Paşa’ya sunmuşlardır.
“Atatürk bana sordu:
“Yeni yazıyı tatbik etmek için ne düşündünüz?”
“Bir on beş yıllık uzun, bir de beş yıllık kısa mühletli iki teklif var.” dedim. “Teklif sahiplerine göre ilk devirleri iki yazı bir arada öğretilecektir. Gazeteler[!] yarım sütundan başlayarak yavaş yavaş yeni yazılı kısmı arttıracaklardır. Daireler ve yüksek mektepler için de tedrici bazı usuller düşünülmüştür.”
Yüzüme baktı:
“Bu ya üç ayda olur ya hiç olmaz.” dedi.
Hayli köktenci [radikal] bir inkılâpçı iken ben bile yüzüne bakakalmıştım:
“Çocuğum” dedi. “Gazetelerde yarım sütun eski yazı kaldığı zaman dahi herkes bu eski yazılı parçayı okuyacaktır. Arada bir harp, bir iç buhran, bir terslik oldu mu bizim yazı da Enver’in yazısına döner. Hemen terk olunuverir.”² (1 Ağustos 1928)
Mustafa Kemal Paşa, 9-10 Ağustos 1928 akşamı Gülhane Millet Bahçesi’nde Cumhuriyet Halk Fırkasının düzenlediği halka açık toplantıda yeni Türk harflerinin kullanılacağını kamuoyuna açıklamıştır. Harf inkılâbının başarısı için izlenilecek yolu ise şöyle özetlemiştir:
“Şimdi sözden ziyade iş zamanıdır… Çok işler yapılmıştır, amma bugün yapmaya mecbur olduğumuz son değil lâkin çok lüzumlu bir iş daha vardır. Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmelidir. Vatandaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu vatanperverlik ve milliyetperverlik vazifesi biliniz. Bu vazifeyi yaparken düşününüz ki, bir milletin yüzde onu okuma yazma bilir, yüzde seksenden fazlası bilmez nevidendir. Bundan insan olanlariçin utanmak lazımdır. Bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir. İftihar etmek için yaratılmış, tarihini iftiharla doldurmuş bir millettir… Artık mâzinin hatalarını kökünden temizlemek zamanındayız. Hataları tashih edeceğiz. Hataların tashih olunmasında bütün vatandaşların faaliyetini isterim. En nihayet bir yıl, iki yıl içinde bütün Türk heyet-i ictimâiyyesi yeni harfleri öğreneceklerdir. Milletimiz, yazısı ile, kafası ile, bütün âlemi medeniyetin yanında olduğunu gösterecektir.”³
Türk halkının yeni harfleri hızlı ve kolay benimsemesi için harf inkılâbı ile ilgili yapılacak bütün çalışmalar konusunda halk bilgilendirilmiş ve Mustafa kemal Paşa bizzat yurt gezilerine çıkarak halka dersler vermiştir. Memleketin her yerinde dershaneler açılmış, yayınevleri yeni harflerle kitaplar basmış, resmi yazışmalarda yeni Türk abecesinin kullanılması amacıyla harflerin memurlara çabuk öğretilmesi için çalışmalar başlatılmıştır.
Millet Mektepleri
Harf devrimi ile başlayan okuma-yazma seferberliği halkta yeni harfleri öğrenmeye yönelik bir istek ve heyecan uyandırmıştır. Toplumun büyük bölümü bir an evvel okur yazar olmak için çabalamaya başlamıştır. Bu konuda bir Fransız yazarın şu anıları çok ilginçtir:
“Ankara’dan Diyarbakır’a, Sivas’tan Konya’ya kadar gittim. Hemen her köyde ve kasabada durdum. Büyük bir halk kitlesinin gayretine yakından tanık oldum. Gençlerin ve ihtiyarların yeni yazıyı öğrenmek için gösterdiği gayret pek dokunaklı bir görünüm arz ediyordu. Diyarbakır’da genç bir bahçıvana ders verdim. Bu genç benimle buluşmak ve yeni yazıyı öğrenmek için her gün tam iki saatlik yol yürüyordu.”⁴
Yıllardır istenen ama gerçekleştirilemeyen devrim, en sonunda gerçekleşmişti. Fakat genç cumhuriyetin meyvelerini bir an önce alabilmek ancak onun getirdiği çağcıl, laik, [!] üretken, akla ve bilime dayanan eğitim ile mümkündü. Aydınlar ve memurlar aylardır süren çalışmalardan ötürü yeni harflere zaten hakimlerdi. Burada en önemli husus, halkın eğitimi ve okuryazarlığıdır. Halka yeni harfleri hızlıca öğretebilmek için Genel Başkanlığı’nı ve Başöğretmenliğini Mustafa Kemal’in yürüttüğü Millet Mektepleri açılmıştır.
Millet Mektepleri halka yalnızca yeni harfleri öğretmek için değil aynı zamanda yurt ve sağlık bilgisi, hesap ve ölçüler gibi temel bilgileri kazandırmak amacı ile kurulmuştur. Sabit, gezici ve özel Millet Mektepleriyle hapishanelerden köylere kadar her yere nüfuz etmeye çalışılmıştır. Sabit Millet Mektepleri genellikle okul bulunan yerlerde açılan eğitim kurumlarıdır. Gezici Millet Mektepleri de ihtiyacı olan bölgelere göre okul olmayan köylerde bir süreliğine açılan okullardır. Özel Millet Mektepleri ise sürekli eğitim veren, en az yirmi memur, işçi ve çiftçi çalıştıran kamu ve özel kuruluşların çalıştırdıkları kişilere yeni harfleri öğretmek amacıyla açtığı okullardır.⁵
Yurdun neresinde ve ne kadar mektep açılacağı, mekteplerin öğretim faaliyetleri, halkın ilgisi, mektep mezunları ile ilgili haberler hemen hemen her gün dönemin gazetelerinde yer almıştır. Örneğin 29 Aralık 1929 tarihinde Dahiliye Vekili Şükrü Kaya, Başvekâlete gönderdiği yazısında, Karaağaç Köyü’nden öncesinde okuma yazması olmayan bir çobanın yeni Türk harfleri ile okuma yazma öğrendikten ve ehliyetnamesini aldıktan sonra kendi köyüne muallim olarak tayin edilişinden bahsetmektedir.⁶
Devletin Millet Mektepleri çalışmalarındaki özverisi ve halkı millet mekteplerine yoğun ilgisi harf devriminden verimli sonuç alınmasını sağlamıştır. Öyle ki mekteplerin ilk açıldığı zamanlarda Millî Eğitim Vekâlet’inin Millet Mekteplerine ayırdığı bütçenin[!] ve açtığı sınıfların öğrenci müracaatının fazlalığından ötürü yetersiz kalması halkın yoğun ilgisini kanıtlar niteliktedir. Ayrıca mekteplerde okuma-yazma öğretilmesi ile sınırlı kalınmamış, halkın harfleri unutmaması için Millet Mekteplerine özel Halk Okuma Odaları açılmış ve Halk Dergisi çıkarılmıştır.
Millet Mekteplerinin çalışmalarını değerlendirmek için ülkedeki okuma yazma oranını ne ölçüde artırdığına bakmak gerekmektedir. 1927’de kadınlarda %4 olan okuma yazma oranı 1935’te %10,5’e, 1927’de erkeklerde %17,4 olan bu oran 1935’te % 29.3’e çıkmıştır. Genel ortalama ise 1927’de %10,7 iken 1935’te %19,9 olmuştur. 1928 yılında kabul edilen yeni harflerle ilk önce okur yazar oranının büyük ölçüde düştüğü göz önüne alındığında bu dönemde başlayan okumayazma seferberliğinin ve Millet Mekteplerinin 1935’e kadar geçen yedi yıllık dönemde %19,9’a varan bir okuma yazma bilme oranı yakalaması başarı sayılmalıdır. Millet Mektepleri 1936’ya kadar 1.240.210 kişiye okuma yazma öğreterek tarihî görevlerini yerine getirmişlerdir.⁷
…
Türk Milleti, Harf devrimi ve devrimin tamamlayıcısı Millet Mektepleri ile Atatürk’ün önderliğinde şüphesiz özverili bir çalışma ortaya koymuştur. Millet Mekteplerinin bir buçuk milyona[!] yakın insanı -ki bu sayının çoğunluğunun aydın veya memurdan ziyade köy ahalisi olduğunu varsaydığımızda- okuryazar yapması küçümsenecek bir başarı olmasa da istenilen sonuca ulaşıldığı söylenilemez. Ancak ülkenin bir an evvel çağdaşlaşması ve millileşmesi için atılan bu adımlar sırasında meydana gelen 1929 dünya iktisadi buhranının ve uzun yıllar süren savaşlardan yeni çıkan bir ülkenin yarattığı maddi ve manevi olumsuz etkiler göz ardı edilmemelidir.
Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, Türk dili ve Türk abecesinin iyileşmesinde ve yenilenmesinde emeği geçen tüm Türk aydınlarına saygıyla…
1) YILMAZ, Çiğdem, “Erken Cumhuriyet Dönemi Basınında Harf İnkılabı: Sosyolojik Bir Analiz”, Ondokuz
2) ATAY, Falih Rıfkı, “Çankaya” Pozitif Yayınları, İstanbul, ss.509
3) AVCI, Cemal, “Harf İnkılabı ve Millet Mektepleri”, Akdeniz Üniversitesi Akdeniz İnsanı Bilimler Dergisi, III/I, 2013, ss.50
4) A.g.e, ss.53
5) KISIKLI, Emine, “Atatürk Döneminde Cumhuriyet Kültürünü Yerleştirme Çabaları Çerçevesinde Halkevleri ve Millet Mektepleri”, Batman Üniversitesi Yaşam Bilimleri Dergisi, Cilt 1, Sayı 1, 2012, ss.335
6) YILMAZ, Çiğdem, “Erken Cumhuriyet Dönemi Basınında Harf İnkılabı: Sosyolojik Bir Analiz”, Ondokuz Mayıs
7) AVCI, Cemal, “Harf İnkılabı ve Millet Mektepleri”, Akdeniz Üniversitesi Akdeniz İnsanı Bilimler Dergisi, III/I, 2013, ss.43- 60
Görsel Kaynak: KILIÇ, Fahri, “Yeni Türk Alfabesinin Yaygın Eğitim Yoluyla Öğretilmesi”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi Sayı: 61, Güz 2017, s. 207-248