Soğuk, ıssız ve karlı bir sabaha uyanmanın tüm acısını vücudumda hissediyordum. Sıcacık yatağımdan kalkmak ve yapacağım işlere başlamak bana bir eziyet gibi geliyordu. Bazı günler hiçbir şey yapmadan öylece yatmak istiyordum. Gerçi son zamanlarda bu isteksizlik epey bir artmıştı. Sanki ben kalksam yapmam gerekenleri yapsam her şey yoluna mı girecekti? Tabii ki hayır. Bir yerden başlamak ve bunu devam ettirmek düşüncesi bile beni çok yoruyordu. Yarım kalmış onlarca yazı, okunması gereken bir sürü kitap ve benimle buluşmak isteyen arkadaşlarım… Her şeye ama her şeye “Hayır!” demek istiyordum. Kafamın içinde dönüp duran düşüncelerden kurtulmam için yapmam gereken şey çok basitti aslında. Sadece kalkmak. Yatağın içinde dönerken kendime sorular soruyordum. Fakat bu sorulara cevabım nedense hep “Hayır!” oluyordu. Yarım kalan kitaplarımı okumak istiyor muyum? Hayır. Evden dışarı çıkmak istiyor muyum? Hayır. Peki ne yapmak istiyorum? İçimde yaşadığım derin bir sessizlik ve ardından gelen tek bir kelime “Hiç”. Hiçbir şey yapmadan sadece düşünmek istiyordum. Beni mutlu eden anları düşünmek ve o anlarda hapsolmak. Sahi ben en son ne zaman çok mutlu oldum? Yine derin düşüncelere dalıyorum ve evet, buluyorum o anları. Derdimin olmadığı, sokaklarda özgürce koştuğum, kimsenin beni yargılamadığı çocukluğuma gidiyorum. Soğuk, küçük ve yalnızlığı iliklerime kadar hissettiğim odamdan çocukluğuma doğru bir yolculuk başlatıyorum. Başlamasına başlıyor bu yolculuk ama oraya gidene kadar kat etmem gereken çok yolum olduğunu fark ediyorum. Çocukluğuma gelmeden önce evrenkent [üniversite] yıllarıma uğruyorum. Karşıma o zamanlar en yakın arkadaşım olan Ayla çıkıyor. Benimle konuşmaya başlıyor.
– Ah Mine ne güzel yıllarımız geçti seninle. Gerçi okul bittikten sonra pek görüşmedik ama o yılları çok özlüyorum. Okul çıkışında gittiğimiz tiyatrolar,[!] Süreyya Operasında[!] izlediğimiz bale[!] gösterileri, harçlıklarımızı biriktirip gittiğimiz Beyazıt Sahaflar Çarşısı ve daha sayamadığım yüzlerce güzel anı. Sen sormadın ama ben söyleyeyim sana. Okul bittikten sonra tanıdığım bir ağabeyimin yayınevinde çalışmaya başladım. Kitaplarla ve dergilerle ömrümü geçiriyorum diyebilirim. Sahi sen ne yapıyorsun?
Evet, ne yapıyorum ben? Yattığım yerden geçmişime bir yolculuk yapıyorum diyemiyorum tabii ki. Ayla’nın söylediklerini düşünmeye başlıyorum. O yıllarda ne kadar mutlu olduğumu şimdi daha iyi anlıyorum. Çok değil bundan on yıl önce gerçekten mutluymuşum. Okul çıkışlarında arkadaşlarımla gittiğim her yer bana bir başka güzel gözükürdü. Eve hiç girmek istemezdim. Şimdi ise evden çıkmak istemiyorum. İçimde bu kadar düşündüğüm yeter deyip Ayla’ya cevap vermem gerektiğini hissediyorum ve ona sadece şunu diyebiliyorum:
– Hiçbir şey yapmıyorum.
Cevabımdan memnun olmadığını düşündüğüm Ayla, bir anda kayboluyor. Hem zihnimden hem de ruhumdan. Varlığından haberdar olmadığım binlerce insandan biri haline geliyor. Ben ise yolculuğuma kaldığım yerden devam ediyorum.
Düşler ve düşünceler benimle oyun oynuyor sanki. Kiminle konuşsam kimin yanına gitsem diye düşünmeye devam ediyorum. Hayatım boyunca yaşadığım ve asla unutamadığım anlara gidiyorum ve kendimi bir zamanlar okuduğum lisede[!] buluyorum. Yaşadığım ilçede bulunan okulum aslında benim için çok özeldi. Çünkü hayata orada başlamıştım. Kitapları, insanları ve yalnızlığı orada öğrenmiştim. O yıllarda herkesin herkesle çok yakın olduğunu, kimsenin kimseye zarar vermediğini hatırlıyorum. Evrenkent zamanlarım kadar hareketli olmasa da o yılları çok seviyorum. Benim için sevgi dolu ama bir o kadar da yalnız geçen yılların anılarıyla yüzleşmeye hazırlanıyorum. Evet, hazırım her şey için. Şimdi kiminle karşılaşacağım derken karşımda Derya’yı görüyorum. Ah, zihnimde ve yaşamımda büyük yaralar açan Derya… Şimdi neden çıktı ki karşıma? Sanki deminden beri hazırım diyen kişi ben değildim. Zihnim hazır ama ya ruhum. Yok hazır değilim. Onunla konuşmayacağım. Eğer konuşursam yattığım bu yataktan ömür boyu kalkamayacağımı biliyorum. Derya da biliyor mudur acaba bende nasıl yaralar açtığını. Bilmem, belki de benden haberi bile yoktur. Yüzünde derin ve anlamlı bakışlar görüyorum. Okul kıyafetlerinin içerisinden bana bakan bir çift mavi göz… Göz göze gelmeye daha fazla dayanamayıp merdivenlerini koşar adım indiğim denize bakan okulumdan uzaklaşıyorum.
Hâlâ çocukluğuma ulaşamadım. Okuduğum okullar arasında gidip gelmekten yattığım yerde yoruldum. Belki de şu anda yaşadığım hayattan memnun olamamamın en büyük sebeplerinden biri her zaman okul hayatımı düşünmem olmuştur. Belki de ben bu yalnızlığı kendi kendime yaratmışımdır. İnsanlarla kuramadığım iletişim yüzünden mutluluğu geçmişte aramaya devam ediyorumdur. Düşler, düşünceler ve hisler şeklinde devam eden bu sonsuz döngüde bir yerden sonra kendimi tutamayıp ağlamaya başlıyorum. Koşar adımlarla uzaklaştığım okulumun aşağısındaki sahile iniyorum. Gözyaşlarım denizle bir oluyor. Derya’nın bana bakan gözleri aklıma geliyor. Sonsuz bir mavilikte yine acılarla boğuşuyorum. Aslında bu yolculuğa mutlu anılarımı bulmak için çıkmamış mıydım? Hani çocukluğuma gidecektim? Özgür ve kalabalıklar içinde hep mutlu olan o kız çocuğuna bakıp gülümsemek benim de hakkım değil miydi? Yeniden mahallenin Emel ablasıyla sohbet etmek, arabanın altına sıkışan topları kurtarmak, yakalanacağımı bilsem de arabanın arkasına saklanmak bana yasak mıydı sanki… Ya da topladığımız paralarla aldığımız yiyeceklerin tadını unutamamam suç muydu? Yok yok ben gerçekten değişmem. Verdiğim sözleri bile tutmam. Daha kendime verdiğim sözleri tutamıyorum. O halde bana verilen görevleri nasıl yapacağım? Evet, buldum. Neyi buldum? Yataktan neden kalkamadığımı. Ben, anılarıyla bile doğru düzgün yüzleşemeyen Mine Ergun. Otuz yaşında ama ruhu hâlâ küçük bir kız çocuğunun ruhu kadar hassas bir kadınım. Acımı, yalnızlığımı bir kış gününde sevinç ve mutluluğa dönüştürmeye çalışırken kendimi daha da mutsuz hissedip başladığım yere geri dönüyorum. Mahallede yaşayan beraber büyüdüğüm çocukluk arkadaşlarıma gitmeyip Derya’yla yüzleşmeye çabalıyorum. Annemin ekmek almam için gönderdiği bakkaldan çikolata[!] almak yerine, sahilde ağlamayı tercih ediyorum. Aslında hayatın bana sunduğu güzel olayları görmeden en kötülerini zihnimde yaşıyorum. İnsan kendini en kötüsüne alıştırır ya ben kötüsünü zaten hep yaşıyorum. Eğer bu satırları okuyorsanız benim mutsuzluğum sizi rahatsız edebilir. Belki sizler bana yeni ve doğru yollar sunarsınız. Mutluluğu bulmam için o yataktan beni kaldırırsınız.
Masamın üstündeki kağıtları ve kitapları toplarken kahverengi sert kapaklı defterimi buluyorum. Sayfaları çevirirken “Yalnız Oda” isimli bir sayfada duruyorum ve o zamana gidiyorum. Üç yıl önce soğuk bir şubat gününde, iliklerime kadar yaşadığım yalnızlığın verdiği acıyla kâğıda döktüğüm o cümleleri okuyorum. Değişemeyeceğimi, yalnızlığın benim yaşamımda hep varlığını sürdüreceğini düşünüyormuşum. Sanki yalnızlık bir insanmış da ben onu yanımdan hiç ayırmıyormuşum gibi. Nereye gitsem benimle gelen ve ben kovmadığım sürece yanımdan hiç gitmeyecek bir arkadaşım varmış. Arkadaşlarımla buluşmak için neden evden çıkamadığımı şimdi daha iyi anlıyorum. Benim bir arkadaşa ihtiyacım olmamış çünkü kendime arkadaş olarak yalnızlığı seçmişim. Yani aslında hissettiğim olumlu ve olumsuz tüm duygular kendi isteklerim sonucunda meydana gelmiş. Yazdıklarımı ağlayarak okurum diye düşünüyorum ama öyle olmuyor. Ben Mine Ergun. Otuz üç yaşında ruhunda bir yerlerde küçük bir kız çocuğu olmasına rağmen büyümeyi başarmış bir kadınım. Sizlerin bana sunacağı doğru yolları hiç beklemeden kendi yolumu bulmayı başardım. Üç sene önce o yataktan kalkmayı başaramasaydım belki bu cümleleri asla kuramazdım. Ne oldu nasıl oldu bilmiyorum ama girdiğim o düşler, düşünceler ve hisler batağından kurtulabildim. Belki yazmak iyi geldi belki de hiçbir şey yapmadan düşünmek. Ne olursa olsun o yataktan kendimi severek kalktığım için mutluyum. O sabahtan 6 ay sonra tekrardan bir yolculuk yapıp yüzleşmek istediğim herkesle yüzleşmeyi başardım. Unuttuğumu sandığım Ayla ile görüştüm (hayâl değil gerçekten buluştuk ve Süreyya Operasındaki “VİYANA KLASİKLERİ”[!] isimli [!] dinletiye [konser] gittik.) Derya ile okulumuzun aşağısındaki sahile gittik. Uzun uzun denize baktık ve eskilerden konuştuk. Doğduğum, büyüdüğüm mahalleyi yıllar sonra ziyaret ettim. Bunların hepsini “ben” istediğim için yaptım. Kimsenin yardımı olmadan başardım. Artık evde uzun süre yalnız kalmayı sevmiyorum. Yarım bıraktığım işlerimi tamamlıyorum. Hatta en son Tezer Özlü ’nün “Çocukluğun Soğuk Geceleri” isimli kitabını okudum. Yaşamımdan derin izler bulduğum bir kitaptı. Şimdi de yeni bir yazı yazmanın heyecanı içinde masama oturuyorum. Tolstoy’un “İnsan Neyle Yaşar” eserinden bir alıntı yaparak başlıyorum:
“Bütün insanlar kendilerini düşünüp kolladıkları için değil, içlerindeki sevgiyle yaşıyor.”
Ben içimdeki sevgiyi bulduğumu düşünüyorum ve hayatımı istediğim gibi yaşıyorum. Herkesin içindeki sevgiyi bulması dileğiyle. Yeni yolculuklarda görüşmek üzere…
Mine Ergun 2022.
(Derginin Dokuzuncu Sayısını Okumak İçin Tıklayınız)