Medeniyetimizin yükselmesinin temelinde iletişim kabiliyetimiz yatar. İnsanlığın iletişim kurma kabiliyetini, uzun zaman alan bir dizi evrimsel süreç sonunda kazandığını düşünebilir veya bu yeteneğin insana yaratılışındaki mükemmelliğin sonucu ilahi bir bahşediliş olduğuna inanabilirsiniz. Bu iki farklı düşünceden hangisine sahip olursanız olun insanlar arasında iletişimi sağlayan dil, bir şekilde tezahür etti ve nasıl tezahür ettiğiyle alakalı sorular tarih boyunca, sadece dil bilimcilerin değil hemen hemen her insanın zihnini meşgul eden sorulardandı. Ünlü dil bilimci Muharrem Ergin, dili şu şekilde tanımlıyor: “İnsanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıta, kendisine mahsus kanunları olan ve ancak bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar düzeni, seslerden örülmüş içtimai bir müessese.”
“Temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar düzeni.” Bu cümleden kasıt, doğal bir dilde söylenen sözün yalnızca o dili bilen insanların anlayabileceği ses birliklerinden oluşmasıdır. Bir dilde var olan ses birliklerinin zaman içerisinde değişimleri saptanabilse dahi o dilin ne zaman doğduğu saptanamaz, yalnızca tahmin yürütülebilir. Türkçenin bulunan en eski yazılı metinleri incelendiğinde, söz varlığı ve dil özellikleri bakımından hayli gelişmiş bir dil yapısıyla karşılaşılmıştır. Bu durumu göz önünde bulunduran dil bilimciler, Türkçenin anlatım özellikleri bakımından bu düzeye gelebilmesi için en az 3500-4000 yıllık bir zaman diliminden geçerek zenginleşmesini kuvvetle muhtemel görmektedir. Kimi dil bilimciler bu süreyi beş-altı bin yıla çıkarmaktadır. Osman Nedim Tuna ise Altay Dilleri Kuramı adlı kitabında, dillerin yaşını belirlemek için kullanılan hesaplama yöntemlerine dayanarak Türk dilinin 8352 yaşında olduğunu ileri sürmüştür.
Türkçe hiç şüphesiz insanlığın konuştuğu en eski dillerden biri, ancak ilk dilin nasıl ortaya çıktığı sorusunun cevabına ulaşabilmek için yukarıda zikrettiğimiz zamanlardan çok daha eski dönemlere gidilmelidir. Bilgi birikimimiz insanlığın karanlık çağlarını aydınlatacak güçte olmasa da dil bilimciler ilk dilin doğuşuyla alakalı birçok kuram ortaya atarak bu konuya açıklık getirmeye çalışmışlardır. Birçok bilim insanının ortak görüşüyse, cevabın çocukların dil gelişimiyle yakından ilgili olduğu yönündedir. Konuşulan ilk dilin hangisi olduğunu kestirmek adına deneyler de yapılmıştır. Heredot’un kaydettiğine göre milattan önce yedinci yüzyılda Mısır hükümdarı Psammetik, yeni doğmuş iki çocuğu yanlarında konuşturulmadan büyüttürmüştür. Bu deneye göre üç yaşına gelen çocukların ağzından çıkan ilk heceler Frigya dilinde ekmek anlamına gelen “bekos” sözcüğü olmuştur. Benzer deneylerin başkalarınca da yapıldığı ifade edilmekle birlikte yanında hiç söz sarf edilmemiş bir çocuğun konuşması bilimsel açıdan mümkün değildir. Anlaşılacağı üzere Heredot örneğine benzeyen efsaneler ilk dilin doğuşu meselesinin ne kadar eski zamanlardan beri zihinleri meşgul ettiği sonucunu vermekten öteye gidemez.
Hangi dili ele alırsak alalım, doğadaki sesleri taklit etmeye yönelmiş unsurlara rastlarız. Dilimizdeki miyavlamak, havlamak, melemek, üflemek, horlamak gibi taklide dayalı hayvan ve insan sesleri, zaman içerisinde dilin belli kalıplarından geçerek eylemleşmiştir. Yine söz varlığı içerisinde yer alan takırtı, çatırtı, şırıldamak, gümbürdemek gibi bazı sözcükler belli nesnelerden gelen seslerin betimlenmesiyle ortaya çıkmıştır. İlgi çekici bir şekilde Latince tintinnare ve Arapça tanin sözcükleri, bizim dilimizde “tınlama” sözcüğüyle aynı anlama gelmektedir. Kediler için kullandığımız miyavlamak eyleminin Almanca, miauen ve Fransızca miauler kelimeleriyle betimlenmesi, birçok dilde yansıma sözcüklerin ortak eğilim taşıdığını gözler önüne sermektedir. Alman dilcisi Oehl, dilin doğuşunun temelinde doğadaki seslerin taklidinin yer aldığını ileri sürmektedir. Yansımaları temel alan bu kuramın en zayıf yönüyse, her dilde bu sözcüklerin o dilin söz varlığının çok küçük bir bölümünü oluşturduğu gerçeğidir. Türkçedeki yansıma sözcüklerin sayısı olsa olsa birkaç yüz kadardır ve bu kuram dilde öteki ögelerin varlığını açıklama konusunda yetersiz kalmaktadır.
Kimi bilginlerse dilin doğuşu hususunda ortak çalışma, birlikte iş yapmanın etkili olduğu görüşünü benimseyerek iş ilkesi şeklinde adlandırılan kuramı geliştirmişlerdir. Örneğin L. Noire insanda düşünce ve konuşma yetisini uyandıran etkenin ortak çalışma olduğunu ileri sürmüştür. Bir iş yaparken işi kolaylaştırmak adına bazı dizemli [ritmik] sesler çıkarmakla birlikte bunu çoğu zaman istemsizce yaparız. Ağır bir kaya kaldırırken veya bir kütüğe vururken boğazdan hırıltıyla salınan nefes seslerinin örnek gösterilebileceği bu kuram çok sığ olması nedeniyle üzerinde çalışılmaya değer görülmemiş ve yetersiz kalmıştır. Alman bilgini Wilhelm Wundt’un düşünceleri ve kimi bilim insanlarının ona ekledikleriyle dilin doğuşu meselesinin bazı noktaları aydınlanmıştır. En ilkel insan iletişiminin kasıtlı el, kol devinimleriyle başladığını ve bunu yüz ifadelerinin takip ettiğini ileri süren Wundt, daha sonra ses yolunun da dahil edilmesiyle bağırma denebilecek seslerin bu sürece katıldığını söyler. Dilin ilk aşaması ses yolunun meydana getirdiği fiziksel[!] ve ruhsal anlamlılık taşıyan belirtilerden oluşmuştur. Bu belirtiler önce içgüdüsel iken daha sonra bilinçli hale gelmiştir. Wundt, çocukların dil öğrenmeye başladığında çıkardıkları ilk seslere dikkat çeker. Vendryes’e göre de insan, başlangıçta bazı sesler çıkarmış ve bunların belirtme değerlerini fark ederek seçici biçimde kullanmaya başlamıştır.
Bu kuramların her birinin kısmen haklı olduğu noktalar vardır ancak eldeki verilerin yetersizliği kesin sonuçlar bulabilmemize engel teşkil etmektedir. Geçmişte insanların zihnini meşgul eden dilin doğuşuyla ilgili sorular bugün olduğu gibi gelecekte de sorulacaktır. Anlaşılan bu soruların cevaplanabilmesi için insanlığın karanlık evrelerinin aydınlatılabilmesi gerekmektedir.
1) ERGİN, Muharrem, Türk Dil Bilgisi, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1958
2) KORKMAZ, Zeynep, Oğuz Türkçesinin Gelişimi, TDK Yayınları, Ankara 2013
3) AKSAN, Doğan, Her Yönüyle Dil: Ana Çizgileriyle Dil Bilim, TDK Yayınları, Ankara 1995
4) TUNA, Osman Nedim, Sümer ve Türk Dillerinin Tarihî İlgisiyle Türk Dilinin Yaşı Meselesi, TDK Yayınları, Ankara 1997
(Derginin On Üçüncü Sayısını Okumak İçin Tıklayınız)