Hepimiz Tevrat’taki on emirden haberdarızdır. Emirler, bireyler arasındaki şiddeti engellemek ve yaratıcıya olan bağlılığı idame ettirmek amacıyla düzenlenen taviz verilmeyecek on adet cümlecikten oluşur. İşte bu cümleciklerin kitabın içinden çıkıp hayat bulduğunu düşünün. Polonyalı yönetmen Kieslowski’nin Dekalogları böyle ortaya çıkmıştır. Dekaloglar, her biri yaklaşık bir saat uzunluğunda on kısa filmden[!] ibarettir. Okumakta olduğunuz yazıda odaklanılacak Dekalog 5 “Öldürmeyeceksin” emrine karşılık kurgulanmıştır. Filmde gördüğümüz ölümleri yazımızın merkezine alarak bir eleştiri yapmak daha anlamlı olacaktır.
Dekalog 5’in konusu kısaca ,Jacek Lazar adındaki gencin bir kira arabası [taksi] sürücüsünü öldürmesi ve cezasını çekmesidir. Aslında filmde iki ölü beden görürüz, Devlet yasalara dayanarak idam kararı verir ve ilk ölü bedenin sorumlusu olur. Diğer ölü bedenin sorumlusu ise yasalara karşı gelerek cinayet işleyen Jack Lazar’dır. Daha ilk sahnelerde “Ceza intikamdır. Yasalar kimin için intikam alıyor?” der suçlu gencin savunma avukatı. İntikam alınır. Yetkililer, Polonya Halk Cumhuriyeti adına, Jacek Lazar’ı soygun ve cinayetten suçlu bulmuştur ve gencin cezası idamdır. Cinayeti yasaklayan devletin cinayet işlemesi üzerinde durulması gereken bir mevzudur. Cinayete karşı cinayet zihniyeti, Tevrat’taki göze göz ve dişe diş kuralına ne kadar benzemekte, değil mi? Tevrat’tan bu yana hukuk düzeni gelişmemiş midir?
Devletin insanlar üzerinde yasal bir gözetme hakkı vardır ve insanın hata yapmasını önlemek adına siyaset benimsemek görevidir denilebilir. Fakat devletin yasa koyucularının da hata yapabilen insanlar olduğunu unutmamak gerekir. Dolayısıyla yasa koyucunun hata yapması kaçınılmazdır. Bu sorunun çözüm yolu ölüm gibi telafisi olmayacak kararlardan elden geldiğince uzak durmakta yatmaktadır.
Hukuki kararın yanı sıra incelenmesi gereken bir başka konu da suçlunun ruhsal durumudur. Jacek Lazar’ın kız kardeşi ölmüştür, daha doğrusu ezilerek öldürülmüştür ve Jacek Lazar kendini kardeşinin ölümünden sorumlu tutmaktadır. Bu nedenle Jacek sağlıklı düşünememektedir. Ayrıca hastalıklı bir ruh hali içerisindedir. Onun bu sarsıntılı havası filme de bulaşmış, her sahnede solunabilir hale gelmiştir. Öyle ki bir süre sonra mekânın soğukluğu ve insanların pisliği canınızı sıkıyor, hava alma ihtiyacı hissediyorsunuz. Jacek’in gözlerinde bariz bir şekilde acı, pişmanlık ve özlem okunur. Kız kardeşi Mary ölmeseydi her şey daha mı farklı olurdu sahiden? Bu soruyu Suç ve Ceza okurken de sormuştum. Raskolnikov cinayet işlemeseydi, en yakın arkadaşı ile kız kardeşi birbirlerine kavuşsaydı ve hatta kendisi melek suratlı hayat kadını Sonya’yı kurtarıp onunla mutlu mesut yaşasaydı… Yaşananlar değişebilir miydi? Yoksa Jacek Lazar’ın ve Raskolnikov’un alınlarında işlenmesi kaçınılmaz bir cinayet mi yazılıydı? Kararı vermeden önce bu iki suçlunun hissiyatlarını göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Ruh durumu bozuk diye kişinin işlediği suçun yok sayılmasını savunmuyorum. Fakat suçlunun yaptığı hatayı devletin tekrarlaması ne ölçüde tutarlıdır? Filmde de denildiği gibi “Özellikle zarar vermeyi amaçlayan cezalar, suçu önlemiyor.”
İdam fikrine olan karşıtlığım filmden sonra tekrar alevlendi. Öldürmek bu kadar kolay olmamalı, hayat insanın elinden böyle çalınmamalı. Peki ya suçlu diye hitap edilen kişi yaşamayı hak etmiyorsa dediğinizi duyar gibiyim. O halde şu ana kadar çizmiş olduğum insancıl görüntümü faydacılığa kaydırarak size cevap vereyim. İdam etmek yerine arındırmak ve türlü işlerde çalıştırmak bir çözüm niteliğinde düşünülebilir. Önerdiğim çözüm yolu şu şekilde işleyecektir: Ruh bilimciler yardımıyla suçlular arındırılır. Arındırılmış bu ruhlar üretim yaparak topluma geri kazandırılır. Dediklerim çağcıl köleler yaratmak şeklinde anlaşılıyor fakat kazanılan bir köle yitirilen candan daha iyidir. Çünkü “post mortemnihilest”, yani bundan başka dünya yok. Ruhu yozlaşmış, suça yatkın kimseler bu dünyada iyileşmek ya da iyileştirilmek zorundalar.
Devlet analık-babalık görevini kötüye kullanmamalı, yöneten ve yönetilenler arasında ayrım yapmaksızın korkutmak için değil, iyileştirmek ve yol göstermek için vatandaşlarıyla iletişime geçmelidir. Suçun tamamıyla önüne geçilmesi bir hayal gibi görünebilir fakat mekânın ve bireyin arındırılması adına siyasalar izlenirse suç oranı sıfıra inmese bile gözle görülebilir farklar elde edilebileceğine inanıyorum. Umuyorum ki bu yazdıklarım çocuksu bir hayalden ibaret değildir.
(Derginin Üçüncü Sayısını Okumak İçin Tıklayınız)