Küçük bir köyde soluğu almıştı Savcı Mehmet Bey. Gelmemek için direnmişti ancak Ankara’dan tabiri caizse sürgün edildiği için gelmek zorunda kalmıştı. Bu tayin haberi o kadar ani gelmişti ki, Ankara’daki evindeki eşyaları buraya getirmek için nakliye şirketiyle anlaşamamıştı bile. Eşi ve çocukları okul düzenleri bozulmasın diye birkaç ay sonra geleceklerdi fakat şimdiden onları özlemiş, onca ayın nasıl geçeceğini düşünüp durmuştu. Köyün merkezine yakın bir ev kiralamıştı, Ankara’ya göre ucuzdu buralarda evler. Etrafı çok güzel, dereye ne uzak ne yakın bir konuma sahip bu köyün toprağı da verimliydi. Tuttuğu evin ve şehirdeki evinin fiyatları arasındaki fark onu şaşırttı. Bu yüzden, Savcı Mehmet Bey yanındaki muhtara sordu:
– Buralarda evler hep bu fiyatlarda mıdır, yoksa bu evin bir sorunu mu var?
Muhtar Mahmut Bey hafif tebessümle:
– Buranın en yüksek fiyatlı evlerinden biri, tuttuğunuz ev. Burada yaşayan insan sayısından fazla ev var artık, herkes şehre göçtü gitti. Bazıları arada gelir yine gider. Haliyle burada evi tutan da pek çıkmaz.
Savcı Mehmet Bey şaşırarak:
– Burada o kadar bina var Mahmut Bey, bu köy benim görev yaptığım diğer köylerden daha büyük. Binalarda en az iki kişi yaşasa bir köy için oldukça iyi bir sayı elde edilir.
Muhtar Mahmut Bey aynı tebessümle:
– Kim kaldı ki buralarda Savcı Bey! Köyün nüfusu ne kadar az, kimsesiz kaldı köyümüz. O binaların çoğu yazın gelip kışın giden, nefes alıp boğulmaya dönen şehir sevdalılarına ait. Seni buraya yollamasalar sen de durur musun burada? Çıkan ilk fırsatta geri gitmez misin şehre? Evlerin dışı canlı gözükür ama içlerinde yaşam yok, kışın sobanın sıcaklığı yok. Birkaç ay gelip toprağı eker biçerler. Oysa toprak ilgi ister, bakım ister, sevgi ister, sana ekin vermenin karşılığını bekler. Yazın o sana meyve verir, yaz boyunca yoldaşın olur. Kışın da sen ona derman, yoldaş olacaksın.
Savcı Mehmet Bey biraz da üzerine alınarak:
– Evet toprak ilgi ister ancak toprağa göre yaşayamayız. Hayat artık şehirde Mahmut Bey, birçoğumuz para kazanabilmek için şehirde yaşamalıyız. Burada olmayan birçok imkânımız var orada.
Savcı Bey derin bir nefes vererek ekledi, özlediği ailesi ve arkadaşları aklına gelmişti. Yoksa şehrin gürültüsü, hiç bitmeyen telaşesi onun da sevmediği şeylerdendi.
– Evet, şehirler belirli bir düzene sıkıştırıyor insanı ancak şehirdeki imkanlar da burada yok. Burada bir yönetmen, tiyatro[!] oyuncusu ne yapacak? Biri tiyatroya gitmek istediğinde, beyaz perdeye [sinema] gitmek istediğinde, müze[!] gezmek istediğinde nereye gidecek? Muhtar Mahmut Bey ona unuttuğu anıları ve çocukluk hayalini hatırlattığından Savcı Bey’e değil ama hayata kırgın bir şekilde ekledi:
– Doğruyu söylersin Savcı Bey ancak biz de isteriz çocuklarımız da öğrensin, görsün. İmkân bizim yakınımıza gelmiyorsa biz imkânın olduğu yere gidemiyoruz ki.
Savcı Mehmet Bey biraz da utanarak karşısındakinin haklı olduğunu kabullenerek:
– Haklısınız Mahmut Bey ancak okumuş etmiş insan için okumak, gelişmek fark etmeden alışkanlıkları oluveriyor. Köy ortamında bunlar kesintiye uğruyor ve bazılarına imkân dahi bulunamıyor. Haliyle buraya dönmeyi de istemiyor. Ben de köyde doğup şehirde sıkışan insanlardan biriyim. Siz söyleyene kadar da fark etmemiştim bile, o insanlardan biri olduğumu. Ama biz okurken bile buralarda yaşamanın hayallerini kuramadık, kendimizi kurtarma derdindeydik, bir an önce okumayı öğrendiğimiz kitaplarda bahsedilen yere gitmeliydik. Şehre çıkan yolu takip ettik, o yol da bizi kitaplardakinden farklı bir yere ulaştırdı. Bir süre sonra da şehirde de başka hayaller kurduk, buralar aklımıza geldi, nefes aldığımız zamanlar aklımızdan hiç çıkmadı. Şehir, hırslıydı, acımasızdı, durmadan düşmeden var olman gereken, dertlerle debelenip durduğun bir yerdi. Ama buralar öyle değil derde düşüren de derman olan da burası, toprağın. Sudan çıkmış balıklar gibi kaldık ama suya geri de dönemedik. Böylece şehirde mutlu olamayan, köye de sığamayan bir nesil olduk.
Muhtar Mahmut Bey hâlden anladığını ifade eden bir tebessümle:
– Haklısın burada farklı telaşları oluyor insanın, ben de emekli öğretmenim. Bu köyde kaç çocuk okuttum da onları şehre yolculadım, kaçını hoş gördüm; bilmiyorum. Doğru söylüyorsun, hepsi de arada kalmışlıkla mücadele ediyor. Şehrin imkanlarıyla, memleketlerinin huzurunu sürekli kafalarında mukayese ediyorlar ancak şehir hep galip geliyor. Bu düzen insanı şehre mahkûm ediyor.
Mahmut Bey, içerlenerek söylemişti. Yıllardır dilinden dökülmek isteyen sözcükler Savcı Bey’in de hayata içerlemesine neden olmuştu. Mahmut Bey, birçok öğrenci mezun etmiş. Mezun ettiği öğrencileri, meslek sahibi olup burada görmek, onların şartlarına doğan çocuklara daha iyi imkanlar verebilmek için beraber çalışmayı hayal edip durmuştu. Birçoğu geri dönmemiş, dönenler de geçim derdine düşmüştü. Oysa bu memleket her geçen gün daha iyi bir yer olmalıydı, her saniye daha iyi bir memlekete gözlerini açmalıydı çocuklar.
Köyün, en azından küçük bir beyaz perde odası, tiyatrosu olsun istemişti. Okulun kullanılmayan sınıfının beyaz perde için uygun olabileceğini düşünmüştü ama ne var ki kalın perdeler, ses düzeni, tepegöz [projeksiyon] almak için bir türlü para biriktirememişti. Çocukların bu fikri nasıl da benimseyip sevinç naraları attığını hatırlıyor ve yüreği sızlıyordu. Oysa küçükken onun da en büyük hayallerinden biriydi. Şimdi aynı hayale sahip çocuklar onun gözlerinin içine bakarken nasıl vazgeçmişti bu hayalden.
Birkaç ay geçmiş, Savcı Mehmet Bey ve Muhtar Mahmut Bey gittikçe iki yakın arkadaş olmuştu, Savcı Bey’in ailesi de oraya yerleşmişti. Mehmet Bey’in korkusunun aksine kendisi ve ailesi buraya alışmıştı. Ancak köyün tüm çocukları, yeni gelen arkadaşlarından hayallerini süsleyen beyaz perde tasvirini duydukça Mahmut Bey’in yakasına daha çok yapışıyorlardı. Mehmet Bey artık bu konuyla daha da ilgilenir olmuştu, çünkü kendi çocuklarının da hayali bu beyaz perdeydi artık. İkisi de bir türlü gerekli araçları temin edemiyor, çocukların yüzüne bakmaktan kaçınıyorlardı.
Birkaç ay daha böyle geçti ve memleket yaz mevsimini ağırlamaya başladı. Köyde, kışın sobası tütmeyen evler, şen kahkahalarla dolmaya başladı. Muhtar Mahmut Bey’in her gün misafiri oluyordu artık, Savcı Bey’le her öğrencisini tanıştırıyor; eskilerden bahsediyorlardı. Mahmut Bey’in eski öğrencilerinden biri bu konuşmaların birinde “Beyaz perde” meselesini açtı ama durum hâlâ aynıydı, meselenin üzerinden bir hayli zaman geçmiş fakat sorun çözülememişti. Bu mesele diğer konular arasında kayboldu gitti. Ancak Mehmet Bey’in aklından bir türlü çıkmadı, çocukları da sağ olsun buna fırsat vermediler.
Aradan zaman geçti, Mehmet Bey’in aklındaki düşünce döndü durdu, tasarıyı aklında olgunlaştırmıştı. Sonunda köy bir beyaz perdeye kavuşacaktı. Yaz mevsimi memleketin üzerinden göçüp gitmeden, Mahmut Bey’in öğrencilerini okulda gizlice toplamayı başardı. Tasarısını, yapılması gerekenleri anlattı. Hepsi bu fikre sıcak bakmışlardı. Bu hayal o köydeki her çocuğa aitti. Mahmut Bey’in öğrencileri; herkese ama en çok Mahmut Bey’e, Mahmut Bey’in içindeki çocuğa küçük, küçücük bir hediye vermek istemişlerdi.
Şehir merkezine inilip, araç-gereçlerin alınıp kurulması birkaç gün sürmüştü ama beklemeye değerdi. Mahmut Bey’in hâlâ hiçbir şeyden haberi yoktu, öğrencilerinin çocukları sağ olsun onu oyalama görevini layıkıyla yerine getiriyorlardı.
Her şeyin hazır olduğu gün herkes bir düğün varmışçasına giyinip süslenmişti. Öyle ki Mahmut Bey gerçekten birinin evlendiğini düşünüp cüzdanına fazladan para koymuştu. Köy meydanına indiğinde sessizliği garipseyerek etrafa bakıyor, bu saatte meydanın neden boş kaldığını anlamaya çalışıyordu. Bir çocuk topluluğunun ona doğru yaklaştığından bihaberdi, çocuklar yanına gelince onu türlü bahanelerle okula sürüklemiş ve bu görevlerini de kusursuz bir şekilde yerine getirmişlerdi.
Okulun içine girdiğinde kalabalığı gördü, alkış seslerini duydu ama kendisi için olduğunu anlayamadı. Hatta arkasına dönüp olmayan gelin ve damadın görüş açısından kaçmaya çalıştı ve bir kez daha cüzdanına fazladan para koyduğu için şükretti. Tam o sırada gözüne bir şey takıldı. Şimdi her şey anlam kazanmış, hayalleri gerçek olmuştu. “Beyaz perde” ve birkaç araç-gereç kurulmuş, kullanıma hazır hâlde bekliyordu. Sadece onun değil, köyün tüm çocuklarının hayali de gerçekleşmişti. Gülündü, ağlandı, beyaz perde ilk izleyicileriyle buluştu.
Mahmut Bey, bu olayda Mehmet Bey’in payının büyük olduğunu bildiğinden ona içtenlikle teşekkür etti. Mehmet Bey’in cevabıysa:
– Şehrin imkanları buralara gelebiliyor da buranın huzuru şehre ulaşamıyor. Haklıydınız ne olursa olsun insanın memleketi gibisi yok. Teşekkür ederim, emekli de olsanız öğretmen olmaktan hiç vazgeçmemişsiniz.