Kitaplar, satır arası okumalarıyla mana kazanırlar. Okuyucunun gözünün önünde gerçekleşen olay zinciri, kitaptaki simgelerin tahlili ile zenginleştirilmelidir. Bu simgeler aracılığıyla kitabın yazıldığı dönemin siyasi, toplumsal, mali durumu ve yazarın düşünsel yatkınlığı [ideoloji] hakkında çıkarımlarda bulunmamız mümkündür. Sevgi Soysal’ın 1970’lerin başında, hapishanede tutuklu bulunduğu dönemde yazdığı ve çeşitli sınıftan insanların yaşantılarından kısa kesitler sunan Yenişehir’de Bir Öğle Vakti isimli kitabı tam da bu çerçevede ele alınmıştır. İşbu metinde, kitap boyunca konu edinilen simgeler, “Tarih ve Düşünce Topluluğu”nun değerlendirmesi doğrultusunda incelenmiştir. Ne var ki, incelemenin yapılabilmesi için kitap kahramanlarının bir özetinin sunulması gerekmektedir. Eserde yer alan kahramanların hepsinin tahlilini yapmak mümkün olmayacağından yalnızca Ahmet, Şükran, Hatice Uzgören, Necip Bey, Mevhibe Hanım, Salih Bey, Ali ve Kapıcı Mevlüt’ten bahsedilecektir.
Kahraman dizelgesinin[liste] başında yer alan Ahmet, dış görünüşüne oldukça önem veren ve sevgilisi Şükran’ı bir et parçasıymış gibi gören bir kişilikle karşımıza çıkar. Şükran ise Ahmet kadar sığ bir görüntü sunar. Yaşam gayeleri, gelecek tasarıları sanki dar bir delikten hayata bakıyorlarmış gibi sınırlıdır. Bu iki sevgiliden diğer kahramana geçişimiz bir sokakta gerçekleşir. Tezgâhtar Ahmet, Hatice Uzgören’e çarpar ve özür dilemeksizin yoluna devam eder. Biz de Hatice Teyze’nin gençlik hakkında söylenmeleriyle onun düşünce dünyasına gireriz. Hatice Teyze, toplumun başına gelen türlü talihsizliklerin suçlusu ilan ettiği yeni nesilden şikâyete başlar. Pahalılıktan, ahlaksızlıktan, insanların kendisine gereken önemi vermemelerinden yakınan Hatice Teyze girdiği dükkânda kimsenin görmediği bir anda cebine birkaç küçük eşya sıkıştırıverir. Aman canım, buna hırsızlık denemez! Hatice Hanım o ana kadar kendisinden alınan ya da çalınan şeylerin hesabını kesmiştir. Sözünü ettiği ahlaksızlığı yayanlardan biri olduğunu fark etmeden cebinde çaldıklarıyla dükkândan çıkar. Ne var ki, karşıdan gelen ve selam vermek üzere şapkasını[!] çıkaran beyefendiyi fark etmez. Necip Bey, Hatice Hanım tarafından görmezden gelinmiştir. Bunun üzerine Hatice Hanım’ı bencil dünyasına gönderir ve yaptığı kibar hareketten pişman Necip Bey ile yürümeye başlarız. Kibar Beyefendi, Hatice Hanım benzeri görgüsüz insanlardan bıktığını oysa eğitim gördüğü Avrupa’da hiç böyle olaylar yaşanmadığını anlatır ve Avrupa-övücülük yaparak yurdun halini eleştirmeye başlar.
Kitabın önemli kahramanlarından biri de Mevhibe Hanım’dır. Tarih ve Düşünce Topluluğu, Mevhibe’nin babasının bir zamanlar devleti yönetmiş Cumhuriyet Halk Fırka’lı bir siyasetçi olması ve kızın babaya öykünmesi nedeniyle Mevhibe’yi devletin/Cumhuriyet Halk Fırkası’nın bir temsili şeklinde değerlendirmiştir. Ayrıca, Mevhibe Hanım’ı incelerken babasına atfettiği kutsallık dikkat çekmektedir. Hâlbuki Mevhibe’nin beybabası eşini aldatmış, onu terk edip başka bir kadına gitmiş, çocuklarına gerekli özeni göstermemiş sert çehreli bir kişidir. Bu noktada diyebiliriz ki Mevhibe’ye göre Beybabanın(yani devletin) doğru ya da yanlış fark etmeksizin gösterdiği tutuma(yani izlediği siyasete) eleştiri getirilmemeli ve riayet edilmelidir. Beybaba yapıyorsa vardır bir bildiği! Babasını örnek alan Mevhibe Hanım çocuklarına, eşine, hizmetinde çalışanlara aynı sertlikte davranır. Dünyaya sol çerçeveden bakan Sevgi Soysal, Mevhibe’nin, yani devletin; çocuklarına, yani halka karşı tavrını bu benzetme ile ortaya koymuş olabilir. Ayrıca, devrilmeye yüz tutmuş kavak ağacının Mevhibe Hanım’ın apartmanının[!] bahçesinde köklendiği belirtilmelidir. İlerleyen bölümlerde bu konu daha açık bir şekilde tartışılacaktır.
Mevhibe Hanım’ın eşi Salih Bey, sevgi ve güvenden bîhaber büyümüş bir kişilikle karşımıza çıkar. Salih Bey’den kimseye güvenmememiz gerektiğini, herkesin hırsız kimliği taşıdığını, insanları sevmenin ve sevdiklerimize zaman ayırmanın bireyin çıkarına ters düştüğünü öğreniriz. Çevremizdeki insanlar, annemiz-babamız, hatta ödevine yardım isteyen küçük kardeşimiz bile hedefimize giden yolda bir engeldir. Onlarla vaktimizi boşa harcamamamız, onları dünyamızdan soyutlamamız, tek başımıza yola devam etmemiz gerekmektedir. Ne var ki, toplumdan kendini soyutlayan Salih Bey her ne kadar amacına ulaşmış, bir profesör[!] olmuşsa da insanlarla ilişkisi kitaplardan ezberlediği cümleleri tekrar etmekten öteye geçememiştir. İnsanlarla ilişki kurmada yaşadığı zorluk, başarısının tadını çıkartmasını engellemektedir. Didinerek yarattığı dünyasında bir yabancıya dönüşmüştür.
Bir kişi hariç, kitabın kahramanlarının genel özelliği herkesin herkesten şikayetçi olması ve kimsenin özeleştiri yapmamasıdır. O yegâne kişi de Ali’dir. Bu genç, dünyanın düzenini çözmüştür ve insanların davranışlarının nedenini anlamakta, onları yargılamamaktadır. Mevhibe Hanım Cumhuriyet Halk Fırkası’na/devlete benzetilecekse, Ali bilincini kazanmış işçi sınıfını temsil etmektedir denebilir. “Bu açıdan bakıldığında Sevgi Soysal kişilerin inşası sürecinde koruduğu nesnelliği kendi düşüncesine yakın gördüğü Ali’yi tasarlarken kaybetmiştir.” Söz, işçi sınıfından açılmışken kitap kahramanları içinde Ali’nin zıttı bir konuma oturtulabilecek Mevlüt’ü de tanıtmamız lazım gelir. Mevlüt, Mevhibe Hanım’ın apartmanında kapıcı olarak çalışmaktadır. Lakin “onu işçi olarak sınıflandırmak doğru olmaz. Çünkü, Kapıcı Mevlüt şahsiyetini değiştirmiştir. Mevhibe Hanım’a(yani devlete) yaranmak adına onun sözünden çıkmayan bir robota[!] dönüşmüştür.” Bunun yanı sıra, Mevlüt ve Ali arasındaki bir diğer fark Mevhibe Hanım’ın kahramanların ikisine karşı tutumunda gözlemlenebilir. “Mevhibe baştan beri Ali’den hazzetmemiştir. Mevlüt’e karşı ise böyle bir duvar örmemiş hatta onu kendi safında görmüştür.”
Yukarıdaki kahraman tanıtımından faydalanarak kitap hakkında bazı çıkarımlarda bulunabiliriz. Bu çıkarımların ilki Mevhibe Hanım’ın evinin bahçesinde yıkılmaya yüz tutmuş kavak ağacı, ikincisi ise kitaptaki devlet eleştirisi ile alakalıdır. Denebilir ki, “kavak, yozlaşmış toplumun bir simgesidir.” Peki nedir bu yozlaşmış toplum? Kültür[!] yozlaşması, rıza sonucu gerçekleşen özün kaybolması hikayesidir, Bu kaybolma, kitapta üst sınıfa aitlik ifade ediyormuşçasına cümle aralarına İngilizce kelimeler yerleştirilmesi, insanların batı tarzı giyim kuşam, filmler[!] ve müziklere[!] yönelmesi, Batı’nın tanımladığı şekilde Doğu’yu görmeleri örnekleriyle açıklanmaktadır. Bunun yanı sıra, yaşlıların genç nesilden şikâyeti ve yaşanan bozuk düzenin gençlerin eseri olduğunu düşünmeleri; kadın-erkek ilişkilerindeki açmaz ve “kadının erkeğe bağlı bir varlık olduğu, erkekten ayrı düşünülemeyeceği fikrinin zihinlerdeki inşası” da yozlaşmanın diğer yüzüdür. Yozlaşmanın, bugün hala etkinliğini sürdürdüğü dikkatten kaçmamalıdır. Öyle ki kitapta plakçıların,[!] sokakta gezen seyyar satıcıların ve Sümerbank’ın bahsi geçmese Sevgi Soysal’ın günümüzü anlattığı sanılabilir.
Bunun yanı sıra, “kavak, yozlaşmış toplumun bir simgesidir” fikri temel alındığında, ağacın devleti temsil eden Mevhibe Hanım’ın apartmanının bahçesinde bulunması ve göz göre göre yıkılmaya yüz tutması toplumun yozlaşmasına seyirci kalan devletin bir eleştirisi olabilir. Dahası, bu eleştirinin yalnızca kavak ağacı üzerinden yapılmadığı fark edilmiştir. Tarih ve Düşünce Topluluğu’na göre, “yazar, devletin sevmediği özelliklerini bazı kahramanlar arasında pay etmiştir.” Mevhibe Hanım’ın çalışanlarına ve ailesine gösterdiği sert tutum, Salih Bey’in güvensizliği, Hatice Uzgören’in hem eleştirip hem de eleştirdiği şeyi yapması, Tezgahtar Ahmet’in Şükran ile birlikteliğindeki çıkarcılığı bu özellikler arasında gösterilebilir.
Sözün özü, Yeni Şehir’de Bir Öğle Vakti’nde daha nice benzetmeler bulmak mümkündür. Fakat yazının uzayıp gitmesini engellemek adına iki simge ile sınırlı kalınmıştır: Devlet ve toplum. Belki önümüzdeki sayılardan birinde diğer kahramanları merkez alan bir inceleme yazısı çıkar karşınıza. Bir öğle vakti okursunuz. Kim bilir?
(Derginin Beşinci Sayısını Okumak İçin Tıklayınız)