İnsanlığı ileriye götürmek adına atılan bütün büyük adımlar bir düşünceyle başlar. Önce düş kurulur ardından bu düş söze dönüştürülür. Sözün tarihte yer edinme şartı ise kalıcılıktır, yazıya geçirilen söz, tarihte kalmanın en önemli şartını sağlamıştır. Artık çağının dışına seslenmeye hazırdır, yaratıcısı öldükten sonra dahi onun düşüncelerini insanlığa sunmaya devam edecektir.
Edebiyatı tanımlarken, “Düşünce ve hayalleri dil yardımıyla ifade eden sanattır.” şeklinde bir tanımlama yaparsak yanılgıya düşmeyiz. Bu bağlamda geleceği tasvir ederken de başvurulacak en doğru yol edebiyattır. Edebiyat öylesine güçlü bir sanattır ki bilim onun açtığı yoldan ilerler. Kurgu, uygulayım bilimi [teknoloji] ve bilimden hep bir adım öndedir. Bu düşünceyi ünlü bilim kurgu yazarı Arthur C. Clarke şöyle savunur: “Önce fikir üretiriz ve bu fikri romanlarda,[!] öykülerde yazarız. Bize düşen kısmı tamamlamış oluruz. Artık iş zamana kalmıştır, kim bilir belki de gelecekte insanların kullanacağı uygulayım bilimi satırlarımdadır. Bilim kurgu, geleceğin kazı bilimidir.” Clarke gibi gelecekçi yazarlar geleceği hayal ederken, yaşadıkları çağa sadık kalmışlardır. Bu yüzden kurdukları hayaller gerçeklerden uzaklaşmamış ve bu yönleri onları inanılır kılmıştır. Clarke’ın 1968’de kaleme aldığı “2001: Bir Uzay Destanı” adlı meşhur eserinde uzayda bulunan uzay insanlarının [astronot] gazete ve dergi okumak için büyük, taşınabilir, dokunmatik bir ekran[!] kullandıkları yazmaktaydı. Öyle ki aynı yıl çıkacak film[!] için ünlü yönetmen Stanley Kubrick ile beraber, filmde kullanılmak üzere bir tasarım gerçekleştirdiler. Filmde uzay insanlarının kullandığı bu tasarım ile dünya ancak 2010 yılında Apple şirketinin çıkardığı Ipad adlı ürün ile tanışabildi. Clarke edebiyatta kullandığı bir fikir ile tam kırk iki yıl geriden, uygulayım bilimine öncülük etmişti. Yine aynı şirketin 2001 yılında tasarladığı dünyanın ilk kulak içi kulaklık fikrini o tarihten tam kırk sekiz yıl önce, Amerikan bilim kurgu yazarı Ray Bradbury “Fahrenheit 451” adlı kâbuskent [distopya] eseriyle edebiyata kazandırmıştı. Sadece bilişim alanında değil, sağlık alanında da gerçekleştirilen yenilikler üretim tarihlerinden çok önceleri edebiyatta kendilerine yer edinmişti. İlk bilim kurgu romanı kabul edilen, Mary Shelley’nin 1818 yılında tamamladığı “Frankheisten”, başarılı ilk uzuv [organ] naklinden tam seksen sekiz yıl önce yazıldığı halde uzuv naklini konu edinmişti. Yine sağlık alanında ilk DNA genetik işlemi 1972’de gerçekleştirildi. Oysa bu fikir, Aldous Huxley tarafından 1932 yılında yayımlanan kısa öyküde ilk kez ortaya atılmıştı. Yine Huxley’e ait bilim kurgu edebiyatının en meşhur; kâbuskent kurgusunun ise en yetkin eserlerinden biri “Cesur Yeni Dünya”, 1950 yılında piyasaya sürülen mutluluk haplarından [antidepresan] henüz 1932 yılındayken bahsediyordu. Edward Belamy’nin 1888’de okurlarıyla buluşturduğu en ünlü düşkent [ütopya] romanı “Geçmişe Bakış”, 1887 yılında uykuya dalan ve 2000 yılında uyanan Julian West’in geleceğin Amerika’sına tanıklığını anlatıyor. Romanda, gelecekte paranın yerini küçük kartların[!] alacağı yazılıdır. İlk kredi[!] kartı bu eserden tam altmış iki yıl sonra hayatımıza girdi. H.G Wells “Efendi Uyanıyor” (1899) kitabında gelecekte kapıları açmak için herhangi bir çabanın gerekmeyeceğini ileri sürdü, üstelik bunu duyargalı [sensör] kapının icadından tam altmış bir yıl önce yazdı.
Geleceğe dair fikirlerin insanlık ve tabiat adına en zararlılarını ileri süren gelecekçi yazar şüphesiz Wells’tir. Bilim kurgunun savaş üstadı olarak anılan yazar; Türkçeye çevrilmemiş, 1903 yılında kaleme aldığı ve adını “İranclads Toprakları” şeklinde Türkçeleştirebileceğimiz romanında tank[!] fikrini ileri sürmüş ve titiz bir tasvirine yer vermişti. O tarihten tam on üç yıl sonra ilk kez İngiltere ordusunda bu savaş aleti kullanılmaya başlanacak ve bir İngiliz olan Wells’in İngiltere’ye yaptığı en büyük hizmet olarak gazete başlıklarında yer bulacaktı. Yazarın en ürpertici fikri ise, 1914 yılında eşi benzerine rastlanmamış bir uygulayım biliminden bahsedişiydi. Dünyanın şimdiye dek gördüğü en yıkıcı silah “Özgür Dünya” adlı eserini temeline oturttuğu çekinsel [nükleer] güç ve öğecik [atom] patlayıcısıydı. [bomba] Wells’in bu yıkıcılığının zıttına Jules Verne, insan medeniyetinin en önemli arayışına, gözlerini gökyüzünde gezdirişine öncülük etti. 1865 yılında tamamladığı “Ay’a Seyahat” adlı eserinde insanlığı Ay’a taşıyan bir uzay aracı fikrini ileri sürmekle kalmayıp onu öylesine düzenledi ki sırf romanında kullanabilmek için bilimsel temele oturtulmuş bir taşıt taslağı oluşturdu. Aradan tam 104 yıl geçti ve insanoğlu ilk kez Ay’da Verne’in rüyasını gerçekleştirdi. Ay’a yolculuğu mümkün kılan Apollo 11 adlı uzay aracı, Verne’in o meşhur taslaklarından esinlenilerek, o romanla büyüyen insanlarca tasarlandı. Uzay yelkeni fikri ise yakın bir tarihte, ilk defa 2010 yılında kullanıldı. Yine aynı titizlikle tasarlayıp yazdığı, “Denizler Altında Yirmi Bin Fersah” eseri ilk denizaltının icadından tam doksan yıl önce yazıldı. 1889 yılında yazdığı ve tam bin yıl sonrasını anlattığı “2889 Yılında” adlı kısa öyküsünde ise 2003 yılında hayatımıza giren görüntülü sohbetten bahsediyordu. Edebiyatta yalnızca bilimsel ve uygulayım bilimsel gelişmelere öncülük etmekle kalmayan, bir kâhine yaraşır biçimde geleceği tahmin eden yazarlar da mevcut. Jonathan Swift herkesçe bilinen “Güliver’in Gezileri” adlı ünlü eserinde Mars’ın iki uydusu olduğundan bahsediyordu. 1726 yılında yazılan bu cümlelerin gerçekliği tam 151 yıl sonra bilim insanlarınca tasdiklendi. Morgan Robertson’un 1898’de yazdığı ve az bilinen romanı “Titan”, tam on dört yıl sonra gerçekleşecek ve dünyanın en bilindik kazası haline gelecek Titanik adlı geminin Atlas Okyanusu[!] sularına gömülüşünü hayret verici şekilde birebir anlatmıştı.
Tahmin etmek zordur, mevzubahis gelecekse bu çok daha zordur. İleri süreceğiniz düşünce daha önce var olandan farklı bir soluğa sahip olabilmelidir. İnsan geçmişe yön veremez. Fakat gelecek belirsizdir ve önündedir, önemli olan o belirsizliğe ışık tutmak ve ona yön verebileceğinin farkına varmaktır. Bunun içindir ki edebiyat, kalıcılığıyla ve üreticisinin üretme vasfını yitirişinden sonra dahi onu ölümsüzleştirip çağının dışından okuyucular bulmasını sağlayışıyla bu gelecek tasvirlerinin ilklerine öncülük eder. Bilim, edebiyatın açtığı yolda onu takip ediyor. Bugün okuduğumuz ve günün şartlarına kıyasla imkânsız, deli saçması gelen fikirler yarının gerçeği olabilir. Gelecekte nasıl tezahür edeceğini bilmediğimiz bir düşünceyi söze dönüştürürken unutmamalıyız ki; söz, vücut bulur.
(Derginin Sekizinci Sayısını Okumak İçin Tıklayınız)