Yazılardan, kitaplardan, uygulayım biliminden, ilimden ve bilimden yaklaşık 7 ay uzak kaldıktan sonra tekrar bu sevdiğim evrene geri dönüyorum. Hatta, bu sayıda sizinle güzel bir seyahat gerçekleştirmek istiyorum. Bilimi anlaşılır bir dille işlemek ve anlatmak istiyorum. Evrenkent Kalemleri okuma topluluğumuzda Richard Feynman’ın bir kitabını okumuştuk. Feynman kitabında Einstein’ın çok özel bir sözüne değinmişti. Değindiği söz beni ne kadar çok etkilemiş olmalı ki sık sık aklıma düşer. Einstein’ın söylediği gibi, “Bir şeyi altı yaşındaki bir çocuğa anlatamıyorsanız, anlatmaya çalıştığınız şeyi siz de anlamamışsınız demektir!” Bu yazımda hayallere dalmak, düşünsel deneyler yapmak, dünyaya bambaşka bir açıdan bakmak istiyorum.
Bir zamanlar sayılı insanın hayalinde canlandırabildiği günümüz dünyasında yaşıyoruz. Aklın ve mantığın alamayacağı bu evrendeki güzellikleri keşfetmek ve bir o kadar beraberinde getirdiği kötü olguları fark etmek insana hem çok hayranlık uyandırıcı hem çok endişe verici bir duygu karmaşası yaşatıyor.
Yapay zekanın bu denli geliştirilmesi ve bir insan gibi davranabilme yetisi kazanmaya başlaması, öğecik [atom] altı parçacıkların hareketleri ve dünyada olup biten her şeyi denetim altına alma çabamız, gezegenimizin kaynaklarının tükenmeye başlaması, insan beyninin gelişimi, uzay seyahatleri, uygulayım biliminin ve sanayinin inanılmaz boyutlara ulaşması, oda büyüklüğündeki bilgisayarların cebimize sığan telefonlarda[!] yaşaması, hatta artık arabaların, kulaklıkların, saatlerin, ev süpürgelerinin, gündelik hayatımızda kullandığımız her cihazın akıllanması ya da akıllandırılması yetmezmiş gibi yaşamın sanal evrene, sanalın ötesine taşınması 20-30 senede dünyamızı nasıl evrimleştirdiğimizin bir kanıtıdır.
Daha önceki yazılarımda bahsettiğim gibi bu evrimin hızı, bilimin üstel bir şekilde artmasından kaynaklıdır. 2+2=4, 2+2+2+2+2=10. Lakin, 25=32’dir. Bu sayılar gibi bilim de üstel şekilde çığ hızında yığılarak büyümektedir. Peki, bu çığın yolculuğu nereyedir? İşte bu çığın yolculuğunu oturup düşündüğümüz zaman ufkun ne denli geniş olduğunu anlayıp kendinizle gurur duyacaksınız. Çığın ardındaki uzaya baktığınızda ise kendinizi bir o kadar küçük ve değersiz hissedeceksiniz. Şimdi gelin, bu çığda biraz kayak yapalım.
Geçmişten günümüze bir bilim insanının dünyanın düz olmadığını söylemesi, bir bilim insanının gezegenlerin hareketini açıklaması, bir bilim insanının cisimlerin düzeneksel [mekanik] hareketlerini incelemesi, bir bilim insanının akışkan düzeneğini keşfetmesi, bir bilim insanının dünyayı aydınlatması, bir bilim insanının elektriğe[!] hükmetmesi, bir bilim insanının sihir dolu öğecik altı parçacıkların davranışlarını açıklaması, bir bilim insanının kedisi ve hatta diğer bir bilim insanının küveti[!]bile büyük bir yapbozun eşsiz parçalarıdır. Bu parçalardan bir tanesi dahi büyük resimden çıkarsa tüm dengeler bozulur.
Şimdi siz bir bilim insanı olun ve düşünün. Ne ile ilgileniyorsanız ilgilenin, bırakın ve bir an durun. Bir çay[!] ya da kahve yapın kendinize, sizi rahat hissettirecek bir kıyafet seçin; ister evinizde oturun ister yürüyüş yapın. Nasıl rahat hissedeceksiniz öyle davranın. Bedeninizi ve zihninizi boşaltın ve rahatladığınız anda düşünmeye başlayın. Dünü, bugünü ve yarını düşünün. İnsanlara, çevrenize, işinize, dünyaya, kâinata bambaşka bir açı ile bakın. Düşünsel bir seyahate çıkın ve seyahate çıktığınız o geminin kaptanı[!] siz olun, geminn pusulası[!] ise düşünceleriniz olsun. Gözlerinizin dolacağını, mutluluktan ayaklarınızın yerden kesileceğini, korkudan tüylerinizin ürpereceğini ve farklı duygular yaşayacağınızı size temenni ederim.
Şimdi seyahat biletimi[!] sizinle paylaşmak istiyorum. Lütfen kabul edin ve çok yakın iki arkadaş gibi birlikte seyahate çıkalım. Seçimlerimizin dışında bir yolculuk yapmaya karar verelim. Her seçim yaptığımızda, başka bir koşut [paralel] evren oluşturduğumuzu varsayalım. Yani her bir olasılığın kendi içinde olası bir evren yarattığını düşünelim. Bu olayı eksiciklerin [elektron] a noktasından b noktasına doğru ilerlerken olası bütün yolları kullanarak olasılık bulutu şeklinde ilerlemesine benzetebiliriz. Peki, çift yarık deneyini hiç duymuş muydunuz?
Bu deneyi ilk kez İngiliz bilgin Thomas Young, ışık parçacıklarının doğasını incelemek için yapmıştır. Daha sonra Clauss Jönsson eksicikler ile bu deneyi tekrar denemiştir. Bu deneyde üzerinde çift yarık bulunan bir düzlemek hazırlanmış ve bu düzlemeğin arkasına bir perde yerleştirilmiştir. Düzeneğe fırlatılan eksiciklerin çift yarık ile karşılaştıktan sonra ışık dalgası gibi davranarak perdede çizgisel tasvirler oluşturdukları gözlemlenmiştir. Çift yarık deneyine kadar kütlesi olan bir maddeymiş gibi bilinen eksicikler, deney esnasında birer ışık dalgası gibi hareket etmişlerdir. Bu deney esnasında bir eksiciğin her iki yarıktan da aynı anda geçtiği ya da her iki yarıktan da geçmediği gözlemlenmiştir. Günümüze kadar bu deneyin birçok tekrarı yapılmış ve her seferinde yepyeni açılar keşfedilmiştir. Eksiciklerin bu davranışlarını gözlemleyen bilim insanları eksiciklerin çift yarığa tek tek fırlatmayı da denemiş olmalarına rağmen sonuç değişmemiştir. Nasıl oluyor da bir eksicik her iki yarıktan da aynı anda geçebiliyor?
Bilim insanları hangi eksiciğin nereden geçtiğini tam olarak saptamak için yarıkların yanına bir ölçüm cihazı koyarak da deneyi tekrarlamışlardır. Gir önceki deneyde, az önce ışık dalgası gibi davranan eksicikler, ölçüm cihazı takılınca maddeymiş gibi davranıp yarıkların arkasındaki perdede iki tepecik oluşturmuşlardır. Deneyde gözlemlenen bulgular bilim dünyasında çığır açmıştır. Eksicikler insanlar gibi bir zekaya sahip mi ki bir gözlemci tarafından denetim altına alındıklarında farklı davranış sergileyebiliyorlar? Hayır, bu davranışın sebebi olasılığı bire indirmektir. Eksicikler olasılık bulutu şeklinde ilerliyor ve olası bütün yolları kullanıyorlar. Bizler, eksiciği bir seçime zorladığımızda artık diğer olasılıklar ortadan kalkıyor. Peki, biz bir seçim yaptığımızda acaba diğer olasılıklara neler oluyor? Diğer olasılıklar tamamen ortadan kalkıyor mu yoksa başka bir evren mi oluşturuyor?
Trilyonlarca[!] aynadan diğer seçimlerimizin yansımalarını bulup izinden gidebilir miyiz? Trilyonlarca yansıma bize ait olduğu için her biri bizim gerçeklerimiz midir? O zaman gerçeklik olgusu göreceli midir? Stephen Hawking’in, “Büyük Tasarım” isimli kitabında bahsettiği gibi akvaryumumuzun[!] dışına çıkıp bakmadan hiçbir zaman gerçeklikten bahsedemeyiz. Yani evrenimizi gerçekten görmek için evrenimizin dışına çıkarak onu incelememiz gerekmektedir.
O zaman seçimlerimizi gözlemleyebilmek için bir roket[!] tasarlayalım ve yola koyulalım. Roketimiz öyle güçlü olsun ki ışık hızında gittiğimizi varsayalım ki ışık hızı bile çok yetersiz kalacaktır. Çünkü insan ömrü evrenimizin dışına çıkmak için ışık hızında geçen milyarlarca[!] yıla yetmeyecektir. Bu işi iyice bilim kurgu filmlerine[!] çevirmek istiyorum. Uzayın büküldüğü yerlerde solucan delikleri ile kestirme yollar arayalım. Maalesef bu kestirme yollar da çok yetersiz kalacaktır. Yoksa, hepimiz evrenimizin içine sıkışıp kaldık mı? Kocaman bir akvaryumun içinde yüzen balıklar mıyız?
Son çaremiz kara delikler… Işığın bile kaçamadığı, yoğunluklarından dolayı uzay zamanı delme noktasına geldiği belki de deldiği, içerisinde hiçbir fizik[!] yasasının var olmadığı, zamanın durma noktasına geldiği, saf tekillik olan kara deliğin içine girmekten başka çaremiz kalmıyor. Sonunda kara deliğin o inanılmaz çekim kuvvetini yenip tek parça halinde evrenimizin dışına çıkıyoruz. Trilyonun trilyon üssünden fazla koşut yansımalarımızı buluyoruz. Peki, şimdi ne olacak? Seçimlerimizi gözlemlediğimiz için bir anda olasılık bulutu bozulacak mı? Kâinatın düzeni çökecek mi? Artık bir seçim kalmadığı için yok oluş mu yaşanacak? Evrenler sıkışıp tekrar mı patlayacak? Yoksa hiç akvaryumun dışına çıkmamamız mı gerekli? Bu soruları irdelediğinizde dahi zihninizin ne kadar yorulduğunu hissediyor musunuz? Ne kadar da insanı tatmin eden bir yorgunluk! Peki, insanlık bir gün bu sorulara cevap bulacak mı?
Bazen beş dakikalık bir düşünce seyahatine çıkmak beraberinde yüzlerce soruyu getirir. Bazen de saatlerdir soru girdabının içerisindeymiş gibi hissederken bir bakarsın ki dünya ile iletişimini keseli sadece beş dakika olmuş. Oysa belki de ömrün boyunca dünya ile en fazla iletişimde kaldığın vakit bu beş dakikadır. Kendinize beş dakika ayırmayı ve düşünce seyahatlerine çıkmayı çok görmeyin. Beş dakikalık seyahatinizin ne kadar süreceğini ve nasıl geçeceğini kim bilebilir ki? Einstein’ın izafiyet kuramında bahsettiği gibi zaman göreceli akmaktadır. Sizin saatinizle benim saatim bir akmayabilir.
(Derginin On Birinci Sayısını Okumak İçin Tıklayınız)