“İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar.”¹
Bu cümle sizin zihninizde ne anlama geliyor bilmiyorum ama ben bu cümleyi duyduğum andan itibaren kendimi bambaşka dünyalarda buluyorum. Hayatım boyunca bulunduğum yerlerden ve insanlardan kaçtım. Gerçek dünya dediğimiz yaşam alanlarımızda gördüğüm hiçbir şey bana gerçek gelmemeye başladı. İnsanların yüzyıllardır yaşadıkları evrende her şeyin aynı şekilde devam etmesine şaşırmamaları beni düşündürüyordu. Gerçeklerden, iyi ve kötü tüm davranışlardan kaçmak istememin sebebini de buna bağlıyorum. Nasıl olur da hiçbir şey değişmeden devam eder. Cümlelerimden de anlıyorsunuz ki zihnim çok karışık. Evet, karışık çünkü her şeyin aynı olmasından çok sıkıldım. Çevremdeki çoğu kişi düzenlerinin dışına çıkmıyor. Ya da çıkamıyor. Herkes birbirine çok yakın gözüküyor ama kimse kimseyle yakın değil. Zihnimde beliren sayısız düşüncelerle bu cümleleri yazmaya devam ediyorum. Cümlelerimi tamamlarken aklıma hayallerim geliyor. Aynı mahallede oturduğum arkadaşlarımla istediğim gibi yaşayabileceğim bir dünya hayal ediyorum. Farklı insanlarla tanışıp onlara isimlerini ben veriyorum. Hayatım boyunca aradığım “macera” dolu bir yaşama kendimi hazırlıyorum. Aynı yerde yaşamasak bile aynı düşte buluştuğum arkadaşlarımı görünce mutluluktan kendimi kaybediyorum. Her şeyi zihnimde yaşadığım için “gerçek” dediğim hiçbir şeyin “gerçek” olmadığını düşünüyorum. Aslında benim tüm gerçeklerim hayal dünyamdan oluşuyor. Yazıma başlarken “insan alemde hayal ettiği müddetçe yaşar” demiştim. Evet, ben bu alemde hayal kurarak yaşıyorum.
Zihnimin karışıklığını anlattım ama bir türlü kendimi tanıtamadım. Adımı ya da kendime ait duygularımı ifade ettiğimde hiçbir şey değişmeyecek bunu biliyorum. Adımın veya kim olduğumun hiçbir önemi yok. Beni sadece yazılarımla ve hayal dünyamla tanımanızı istiyorum. Düşler kuruyorum. O düşleri bozuyorum. Üstevren [metavörs] dediğimiz büyülü dünyada kendimi kaybediyorum. Sanal dünyada kendime yeni bir yaşam hazırlıyorum. Mesela orada istediğim kadar yemek yiyebiliyorum. İnsanlar bana kim olduğumu, yaşımı ya da hayata dair düşüncelerimi sormuyor. Sanal gözlüklerimi taktığım andan itibaren kimse beni yargılayamıyor. Kilolu[!] olduğum için insanların kötü bakışlarına maruz kalmıyorum. Farklı düşüncelerim insanlar tarafından yargılanmıyor. Bu dünyada kendimi daha özgür hissediyorum. Özgürüm özgür olmasına ama içimde bir yerlerde eksiklikler hissediyorum. İstediğimi yapabiliyorum ama mutlu muyum bunu bilmiyorum. Son günlerde “mutluluk” konusu üzerine de fazlaca düşünmeye başladım. İnsan istediği her şeyi elde ettiğinde bile mutlu olamayacaksa bu refahın ne önemi var ki? Hiçbir önemi yok. Üstevrende birbirinden çok farklı kişiliğe sahip birçok arkadaşım oldu. Onlarla birkaç defa buluştum, uzun uzun sohbet ettim. Hatta kendime üstevrenden arsa bile satın aldım. Satın aldığım bahçeyi ektim, biçtim ve yeni bir dünyada kendime özel bir yaşam hazırladım. Çok uzun yıllardır uğraştığım evimin inşaatını tamamladım. Tüm bunları tamamladıktan sonra uzun uzun düşündüm. Bilgisayarın başına oturduğumda tüm sorunlarım ortadan kalkıyor. Gelecekten korkmuyor ve daha umut dolu oluyorum. Fakat sandalyeden kalktığımda gerçeklerle yüzleşiyorum. Gerçeklerden uzaklaşmak yerine kendimle ve doğa ile bütünleşsem bazı sorunlarım ortadan kalkabilir bunu biliyorum. Beni cezbeden şeyin ne olduğunun farkına varabiliyorum.
Gerçek dünyada yaşadığım her şeyin bir sınırı var. Maddi ve manevi her konuda önüme koyulan sınırlar beni kısıtlıyor. Galiba ben bu kısıtlamadan hiç hoşlanmıyorum. Üstevrende hiçbir sınır yok. Burası sınırsız ama hayal dolu bir dünya. Hayal ettiğim müddetçe yaşıyorum ama bu dünya gerçek değil. Bilgisayarım yanımda yokken kendimi kötü hissediyorum. İnsani duygularım yavaş yavaş azalıyor. Çevremdeki insanlarla konuşamıyorum. Çünkü bu dünyada varlığımı sürdürsem bile buraya ait değilim, bunu biliyorum. İnsan yaşamı boyunca her zaman bir aidiyet duygusuna ihtiyaç duyar. Örneğin; Maslow’un ihtiyaçlar sıralanımında [hiyerarşi] “Sevgi ve aidiyet” isimli bir basamak vardır. Arkadaşlarım ve ailem tarafından sevgi görmediğimi düşündüğümde kendimi kötü hissetmeye başlamıştım. Ben de sevgi ihtiyacımı sanal dünyadaki arkadaşlarımla gidermeye çalıştım. Fakat bir yerden sonra onların gerçek birer insan olmadıklarını anladığımda nerede hata yaptığımı buldum. “Gerçeklik” insanın hayatına devam etmesini sağlayabilen bir kavrammış. Ben de bu kavramı zihnimden attığım için eksikliğini hiç hissetmemişim. Ne kadar istemesem de zihnimin bir yerlerinde bu kavramın var olduğunu düşünüyordum. Sadece bir gün farkına vardığımda geç olmamasını diliyordum. Öyle de oldu. Ben doğadan ve gerçeklikten uzaklaştıkça bilinmeyen bir dünyada kendimi kaybettim. İnsan, uygulayım bilimini [teknoloji] anlamadan önce doğayı anlamalı.
Her şeyin çok güzel gözüktüğü sayısız üstevrenler bulabiliriz. İstediğimiz kadar arkadaşımız olabilir. Üstevrende “hayal” dediğimiz bir kavramın eksikliğini çekemeyiz. Bu da bizi daha çok hissizleştirir. Çünkü insan hayal edemezse yaşamasının bir anlamı olmaz. Üstevrende sınırsızca yemek yiyebiliriz ama üzüldüğümüz zaman sırtımızı yaslayacağımız bir dost omzu bulamayız. Sıcak yemek kokuları mahallemizi saramaz. İyi veya kötü fark etmeksizin bir komşuya selam veremeyiz. Bu insani ihtiyaçları karşılayamadığımızda ise cansız bir varlıktan farkımız kalmaz. Doğanın güzelliklerini görmediğimizde, deniz kenarına gidip yosun kokusunu içimize çekmediğimizde yaşamanın ne anlamı olur ki? Eğer bizler kendimizi geliştirmezsek bilgisayar başında dünyamızın değişeceğine inanmıyorum. Yaşamak ve yaşamayı bilmek birbirinden çok farklı şeylerdir. Her canlı yaşar ama yaşamayı bilen insanlar hayattan daha fazla zevk alırlar.
Ben bu satırları yazarken 2022 yılını yaşıyoruz. Belki de bundan 10-30 sene sonra herkes üstevrenlerde yaşamaya alışacak. Kimse “gerçek” duygulara ihtiyaç duymayacak. Yaşamaktan keyif almayan binlerce çocuk hayalsiz bir yaşam sürdürecek. Hayal etmelerine gerek kalmayacak çünkü her şey ellerinin altında olacak. Bu da onları daha mutsuz edecek. İnsan mutluluk duygusunu kaybettiğinde elde ettiği hiçbir maddi güç ona iç huzuru sağlamayacak.
Üstevrenlerde yaşayan binlerce insandan biri olarak yaşamımı sürdürürken “gerçek-hayal” kavramları arasındaki farkı gözlemlediğimde kendimi yaşadığım evin odasında yapayalnız buldum. Uygulayım biliminden faydalanırken kendime bir sınır koymam gerektiğini hissettim. Benim bir sınırım olmalı ve ben bir yere ait olmalıyım. Çünkü insan kendini bir yere ait hissetmezse hangi dünyada yaşarsa yaşasın mutlu olamaz. Size iki soru sorup yazımı burada sonlandırmak istiyorum. Siz hangi dünyada yaşıyorsunuz? Ve yaşadığınız dünyada mutlu musunuz?
Belki bir gün bu soruları yanıtladığımız yeni bir yazıda buluşuruz. O zamana kadar kendinize “iyi” bakın. Ve unutmayın: “İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar.”
1) Yahya Kemal Beyatlı’nın Deniz Türküsü isimli şiirinden alınmıştır.
(Derginin Onuncu Sayısını Okumak İçin Tıklayınız)