1-Yedi İklim, Dil ve Edebiyat, Türk Edebiyatı ve Bir Nokta gibi birçok dergide yazılarınız yayımlanmış. Şu anda da Olağan Şiir dergisinde yazılar yayımlıyorsunuz. Yazarlık serüveniniz nasıl başladı?
Evet, geçmişte Yedi İklim’in mutfağında bulundum, halihazırda Dil ve Edebiyat’ın yayın kurulu üyesiyim, Olağan Şiir’in genel yayın yönetmenliğini yürütmekteyim. Şiir yazmaya ilkokul yıllarında başladım, ilk ve ortaokul yıllarım sürekli kitap okumakla ve bir şeyler yazmakla (şiir, hikâye, deneme vs.) geçti diyebilirim. Edebiyatın, bilhassa da şiirin ana mecrası dergilerdir, ortaöğretim yıllarında edebiyat dergilerinde şiir ve eleştiri yayımlamaya başladım ve süreç bugünlere kadar bu doğrultuda geldi. Edebiyat benim hayatımın merkezinde. Düşünsel [entelektüel] ilgilerim, toplumsal [sosyal] hayatım, meslek hayatım hep edebiyatın çevresinde gelişti.
2- Şiir, inceleme, hikâye ve deneme gibi edebiyatın alt dallarında eserler kaleme almışsınız. Edebiyatla bu kadar yakından ilgilenen birisiniz. Peki, siz “edebiyatı” nasıl tanımlarsınız
Edebiyatın tanımı zamandan zamana, zeminden zemine ve zihinden zihine değişir; bu yönüyle kalıplaşmış bir tanımdan bahsetmek mümkün görünmüyor. Bizim yapmakta olduğumuz söyleşi edebiyatın tanımlarına girer mi mesela? Biri bu söyleşide kurgu olmadığını, kişiler/olaylar/olay örgüleri bulunmadığını, bedii [estetik] kaygıların yer almadığını ifade ederek bu söyleşinin edebiyat dairesine giremeyeceğini söyleyebilir. Bir başkası da pekâlâ bu söyleşide de öyle ya da böyle bir kurgunun mevcut olduğunu, birtakım insanların ya da olayların bu söyleşi özelinde yeniden inşa edildiğini ve yine bedii kaygıların da bu söyleşinin her köşesinde görülebileceğini söyleyip bahsettiğimiz ilk iddiaya itiraz edebilir. Edebiyata dair yapılabilecek her tanımlama mutlaka boşluklar taşıyacak, zaaflar barındıracak ve çürütülmeye çok müsait olacaktır. Dolayısıyla edebiyatı tanımlayıp daraltmaktan ziyade edebiyatın evrenini genişletmeye yönelik çabaları daha olumlu karşılıyorum.
3- Yeni basın [sosyal medya] sayesinde okuyucular dergilere ve kitaplara kolaylıkla ulaşabiliyor. Bu sayede edebî metinlerin okunma oranlarının arttığını söyleyebilir miyiz? Yeni basının edebiyat dünyasını olumlu anlamda etkilediğini düşünüyor musunuz?
Kitap bahsini tam kestiremiyorum ama yeni basının edebiyat dergilerine erişimi kolaylaştırdığına dair elimizde bir veri yok, zaten halihazırda 5-10 yıl öncesine göre pek fazla edebiyat dergisi de yok. Yeterince edebiyat dergisi çıkmıyor, çıkanlar da yeterince takip edilmiyor. Yeni basına önem atfedenlerden değilim, yeni basının edebiyat dünyasını olumlu anlamda etkileyecek bir donanıma sahip olduğunu da düşünmüyorum. Yeni basın birtakım insanların daha fazla tanınmasını sağlayabilir ama edebiyatı bir yerden bir yere taşıyamaz. Revaçtaki [moda] tabir ile söyleyeyim, edebiyatın Harezmi yolu [algoritması] yeni basının Harezmi yoluna göre çok daha köklü, çok daha karmaşık ve çok daha öngörülemezdir.
4- Türk edebiyatında “dergicilik kültürü”nü[!] nasıl değerlendirirsiniz? Günümüzde Türk edebiyatının geldiği noktada dergilerin etkisi nedir?
Her işin kendisine göre bir mahfili, kendisine göre dar ya da geniş bir cemiyeti, kendisine göre bir -yazılı yahut yazısız- kuralları ve adabı muaşereti vardır. Edebiyat dergileri ve dergi çevresindeki ortamlar; sizin bir mahfile dahil olmanızı, cemiyete katılmanızı, bu cemiyetin kendine has kurallarını ve adabı muaşeretini öğrenmenizi sağlar. Dergi kültürü almış biriyle dergilerden uzak yetişmiş birini -öyle bir yetişme varsa tabii- çok kolay ayırt edebilirsiniz. Günümüzde dergilerin etkisi nedir? Hâlâ yetenekli gençler edebiyat dergilerinde yetişmeye devam ediyor ve şairler hâlâ şiirlerini yayımladıkları dergilerle anılıyor; buradan edebiyat dergilerinin önemini koruduğu sonucunu çıkarabiliriz. Dergilere yeterince ilgi gösterilmiyor çünkü ilgi göstermesini beklediğimiz insanların önemli bir kısmı zamanını başka alanlara ve etkinliklere ayırmayı tercih ediyor, kimi dergiler de gerçekten herhangi bir ilgiyi hak etmiyor.
5- Yeni basının günden güne gelişmesi sebebiyle dilimize yeni kelimeler giriyor. Türkçe kökenli olmayan birçok kelimeyi kullanmak durumunda kalıyoruz. Konuşma dilinin değişmesinin Türkçe yazılan edebî metinler üzerinde bir etki yarattığını düşünüyor musunuz? Sizce edebî metinlerde dil konusunda gerekli hassasiyeti gösterebiliyor muyuz?
Dilimize Batı dillerinden kelimeler girmesinin yeni basın öncesi neredeyse iki yüzyıllık bir tarihi var, yeni basın belki bu akışı bir parça şiddetlendirmiş olabilir, ona bir şey diyemem. İnsanlarımızda, özellikle de okur yazarlarımızda maalesef “Bihruz Bey* sıkıntısı” devam ediyor, ortalık hâlâ cümlelerine gerekli gereksiz yabancı kelimeler karıştıranlardan geçilmiyor. Bir kültürel aşağılık duygusu [kompleks] hali bu, sürüyor. Bunun edebi metinlerde bir karşılığı var mı, eleştirel/düşünsel/kuramsal metinlerde var kuşkusuz; ama şiirde ve kurgusal metin- lerde bu durumun çok ciddi bir etkisini gözlemlemiş değilim. Birtakım Batılı ibareleri -diyelim sunmak, [pırezente etmek] denetlemek, [çek etmek] güncellemek, [apdeytlemek] buluşmak, [deyte çıkmak]- belki gündelik hayatımızda fütursuzca kullanıyoruz ama şiirlerimize sokmuyoruz, henüz o raddede gülünç durumlarla en azından ben karşılaşmadım. Edebi metinlerde dil konusuna gerekli hassasiyeti göstermemek diye bir şeyi kabul etmiyoruz; çünkü edebi metin dediğimiz şey dildir ve dil önemsenmiyorsa hiçbir şey önemsenmiyor demektir. Kişilikli bir dil inşa etmeyi başardıktan sonra gerisi çorap söküğü gibi gelecektir.
6- İngilizce ve Fransızca ile Arapça ve Farsçayı aynı kefeye koyanlar var. Bizim bakış açımıza göre İngilizce ve Fransızca kökenli kelimeler yabancı kelimelerken Arapça ve Farsça kökenli kelimeler Türkçedir. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Arapça ve Farsçayı kendi medeniyetimizin dilleri kabul ediyoruz, İngilizce ile Fransızca da Batı medeniyetinin dilleri, bunda itiraz edilecek bir şey yok. İngilizce ve Fransızcadan ve diğer Batılı dillerden dilimize yerleşmiş ve dilimizin şahsiyetine, yapısına göre biçimlendirilmiş bazı kelimeler var; bunlarla kavga etmenin bir anlamı yok ama oradan buraya akışı şiddetlendirmeye çalışmanın da bir gereği yok. Arapça ve Farsça kelimeler de dilimizin çok büyük bir zenginliği, onlara da yine önemli ölçüde kendi dilimizin rengini vermişiz, yani onları Türkçeleştirmişiz. Yukarıda da söyledim, “Bihruz Bey sıkıntısı”ndan mümkün mertebe uzak duralım, başarabildiğimiz ölçüde kendi medeniyetimizin kelimeleriyle konuşalım.
7- Deneme, öykü ve inceleme türünde yazılar yazmak isteyen öğrencilere neler tavsiye edersiniz? İyi bir metin yazmak için hangi aşamalardan geçilmesi gerekiyor?
Çok okumak, sürekli okumak ve üzerinde dura dura okumak bu işin olmazsa olmazıdır. Bunu artık söylemeye gerek bile duymamamız lazım. Deneme okumayı seven bir toplumuz; bence belli bir edebi zevkle yazan, alışılagelmiş kalıpları hırpalayan, toplumsal meselelerimizin üzerine zekice giden ve günümüzü dikkatle gözlemleyen bir denemecinin rağbet görmemesi için hiçbir sebep yok. İnceleme yazarlarının ise işi hem zor hem kolay. Zor çünkü bu iş ciddi bir kültürel birikim, emek ve sabır istiyor. Kolay çünkü tespit edilmeyi bekleyen sonsuz sayıda durum, ilişkilendirilmeyi bekleyen sayısız metin ve hakkıyla anlatılmayı bekleyen yığınla şair-yazar var. Hikayecilere gelirsek: Çarpıcı konular bulsunlar, en hassas yanlarımızdan olan merak duygumuzun üzerine gitsinler ve aşikâr olmasına rağmen hiç ilgilenilmeyen sorunlarımızın üzerine üzerine yürüsünler. Bir yazara rehberlik edecek tek bir edebi kaynak olmaz. Edebiyatı bütünüyle ele almak gerekir. Nitelikli her kaynaktan elimizden geldiğince çilmesi gereken aşamalara gelince… Herkesin hikayesi farklı, herkes farklı bir hayat yaşıyor ve kendi aşamalarını biraz kendisi yaratıyor. Dolu dolu yaşayalım, iyi bir okur olalım ve ara vermeden yazalım. Gerisi bir şekilde gelecektir.
8- Sizce kitap nasıl okunmalıdır?
Kitapları ağır ağır, altını çize çize, karalama [not (tutmak)] yapa yapa okumak en sağlıklısıdır; ama bir kitap elimizde uzun süre durduktan sonra bizi sıkmaya başlar, bir an önce onu bitirip bir başka kitaba başlamak isteriz. Kitabın sonlarına doğru hızlı hızlı okuyup geçme arzusu ortaya çıkar. Dolayısıyla iyi bir okur olma isteği, kötü bir okur olmaya giden yolun hazırlayıcısıdır ve bu çelişki [paradoks] bence güzel de bir çelişkidir. Bir kitaba başlarken, zihnimizin bir yanı hep diğer kitaplardadır, kitaplar bu anlamda birbirinin kurdudur. Okuma bu boyutları düşünüldüğünde zorlu bir süreçtir, okuduğumuzu sandığımız kitapları ne kadar okuduğumuz şüphelidir. Bir kitabı daha henüz okurken bile unutmaya başlarız; okuduklarımızı biraz olsun hafızamızda tutmanın yegâne yolu yeni okumalar yapmaktır.
9- Çağımızda zaman daraldı her şeyi okuyamıyoruz. Birçok eseri okuyamadığımız için kendimizi geç kalmış hissediyoruz. Okunacak bu kadar eser varken sizce hangi eserleri okumamalıyız?
Zaman sonsuzca genişlese de zaten her şeyi okuyamayız; çünkü zaman genişledikçe kitapların sayısı da artacaktır ve her okurun içinde bulunduğu bu bunalımlı kısır döngü sürekli kendini yeniden üretip duracaktır. Dolayısıyla bu bunalımın mantıklı bir açıklaması yoktur. Zaten her şeyi de okumamak gerekir, dünya sadece kitaplardan ibaret değildir; aksini düşünenin iyi bir kitap okuru olabileceğini de pek sanmıyorum. Hangi eserleri okuyup okumamamız gerektiği de gerçekten çok öznel bir mesele. İlgi alanlarımıza, meraklarımıza, mesleki durumumuza göre değişir. Ama hangi alan olursa olsun, yaygın [popüler] kültür nesnelerinden uzak durmakta büyük yarar var. Yaygın kültür bize birtakım nesneler sunarken bizleri de acımasızca nesneleştirmektedir.
*Recaizade Mahmud Ekrem’in Araba Sevdası isimli eserindeki Türkçeyi yetersiz bulan ve Fransızca kelimeler ile konuşmayı çağcıllık [modernlik] sanan kahraman.
(Derginin On Dördüncü Sayısını Okumak İçin Tıklayınız)