Yayımcıdan…
Değerli okuyucu!
Tüketim çılgınlığından bıkmış bir avuç insanın üretim için bir araya geldiği, gerçek hayatın keşmekeşine kısa bir ara verdirip düşünmeye sevk eden bu küçük dünyaya hoş geldiniz. “Küresel Salgın” üst başlıklı altıncı sayımız ile karşınızdayız. Bu sayımızda küresel salgın kavramını farklı açılardan ele almaya ve özellikle dil sorunlarıyla yakınlaştırmaya çalıştık. Konuk yazarlar, yavrukurtlar ve bir söyleşiyle zenginleştirdiğimiz dergimizin sayfalarında iki de sanatçıyla karşılaşacaksınız. Eserlerini bizler ile paylaşan Hattat Rabia Şahin’e ve fotoğraf sanatçısı Emir Eğricesu’ya teşekkür eder, küresel salgın sayımızı zevkle okumanızı dileriz.
Bu sayımızda da “Kulağınızda yabancı dilinizde Türkçe” birçok kelime ile karşılaşacaksınız. Köşeli ayraçlar [parantez] ya da “!” ile belirtilen kelimeler ile amacımız insanları yabancı sözcüklerin yerine Türkçelerini kullanmaya teşvik etmek veya en azından Türkçe karşılıklarının olduğunu fark ettirmektir. Bununla birlikte eksiklerimizin de bilincindeyiz. Bu yolculukta bizi destekleyerek “Evrenkent Kalemleri”ne katılmak isterseniz kapımızın sizlere de açık olduğunu bilmenizi isteriz.
Daha nice sayılarda buluşmak dileğiyle…
Esenlikle kalınız efendim.
Küresel Salgın / Biraz Laflayalım 4
1975 yılında yirmincisi düzenlenen Eurovision’a ilk defa katılmıştık. Büyük coşku ile katıldığımız yarışmada Semiha Yankı’nın “Seninle Bir Dakika” isimli parçası son sırada kalmış ve bizleri hayal kırıklığına uğratmıştı. Ardından “haysiyet”imiz zedelenmişti, kaybettiğimiz itibarımızı geri kazanmak için 1980’lerde çok uğraşacaktık. “Onlara” “bizim” de “onlar” gibi olduğumuzu kanıtlayarak kaybettiğimiz “haysiyet”imizi geri kazanmaya kararlıydık ya önce “petrol” dedik. Evrensel bir kelime kullanalım da herkes ne söylediğimizi anlasın diye düşündük. Olmadı… Tek bir evrensel kelime yetmiyormuş demek ki diye akıl yürüttük ve “Opera” dedik hem de yanında “uvertür”, “trio”, “duetto” demeyi de ihmal etmedik. “Onlar” gibiydik ya Tosca, Figaro, Mozart, Rossini, Verdi’nin bizden sorulurdu. “Onlar” sormadan “biz” söyleyiverdik. “Haysiyet”imizi kurtaracağız, dahası bunu yapmakta kararlıyız. Sahnede de “onlar” gibi davranmaya başladık. Yine olmadı… İşi ilerlettik, “onlar” gibi görünüp de kendimizi beğendirmek için fötr[!] şapkalarla[!] çıktık sahneye. Meğer “onlar” çoktan atmışlar şapkaları başlarından. Beğenmediler “bizi” bu halimizle. Olmadı mı olmuyordu…
Ardından evrensel kelimeler yetmeyince cümle kurar gibi yapalım diye düşündük “Dance the dance of Sufi Sophia.” dedik bu sefer. Bir de baktık ki itibarımızı kurtaralım derken iki defa daha son sıraya yerleşmişiz. “Haysiyet”imiz iki paralık oldu. 1990’larda kırılmış, gücenmiş, “sevmiyorlar bizi” demiş, vazgeçmiştik. Taa ki 1997 yılında Şebnem Paker “onlara” benzemek yerine özümüze dönmeye karar verene kadar… Paker, içinde evrensel kelimeler barındırmayan, “Türkçe” şarkı sözleri ve geleneksel “Türk” çalgılarıyla çıkmıştı sahneye. Eurovision’da ilk başarımız gelmişti, üçüncülük kazanmıştık, “haysiyet”imizi “onlar” gibi davranarak değil özümüze dönerek kurtarmıştık. Ertesi yıl daha “Türk” bir parça ile daha başarılı bir netice almayı hedefliyordu Şebnem Paker. Ayrıca parçası da hazırdı. “Çal”… Olmadı… Oldurulmadı… 1998 yılında Eurovision’a Tüzmen gönderildi ve on dördüncü sırada kaldık.
Kalemlerimiz: Gaye Başsoy, Aslı Aksoy, İdil Rüveysa, Şadiye Sedef Keskin, Elif Küçük, Gürcan Sağlam, Onur Yenice, Ceren Nisa Akkurt, Dilara Usta, Emine Fiyci, Beyza Kavrak, Necla Nazlı Masur, Ramazan Süyek